0
Yine herşeyi eleştiriyor, yine düşürüyor, yine konudan konuya geçip, sotelerde şarkıları söylüyor, şarkıları tezahürata çevirip, Sakaryaspor'umuz için besteliyorduk. Çogumuz ne olduğunu, ne zaman gelecegini bilmedigimiz buhranlar geçiriyorduk. Sağlıklı birer birey olarak duruyorduk, fakat yaralıydık.
Bir şehrin göbeğinde, Sakarya'nın merkezinde, Çark Caddesi patentliydik hepimiz. Yıkık bir kentin göbeğinde, sokağında hiç bar olmamasına rağmen Barlar Sokağı diye bilinen Ambarlı Sokak'ta, depremden sonra ahşap bir kahve olarak hizmetimize sunulan Yakamoz Kahvehanesi'nin arkasında hiç bitmedi depremler. Biz de artık sokak çocuğuyduk ve alkol başka içiliyordu sotelerde.
Hergün yürüdüğümüz sokakları depremden sonra bulamıyor, bizi neyin beklediğini bilmez bir halde şehrin nöbetini tutuyorduk. Bazı akşamlar neşemizden söylemediğimiz şarkı kalmaz, bazen efkar bile lanet okurdu sessizliğimize. Atkıları gözümüze kadar çeker, şişelerimizle hayallere dalar, sevgimizi çalan tabiata küserdik. Ustası olmustuk birbirimizin, gözlerimizden ruh halmizi anlar ve hiç konuşmadan sotedeki yerimizi alırdık. Bir şehrin göbeğinde, sokak ortasında, anılarımızla kalmıştık. Bazı akşamlar o kadar çok oluyorduk ki; üçerli beşerli gruplar halinde paylaşıyorduk sote yerlerimizi. Şarkılarımızı bile ağır makamlarda söylüyorduk zamanı kazanmak için, lakin yarın bizi hiçbir şey beklemiyordu. Gitmiyorduk, kaçmıyorduk doğayla inatlaşıyorduk. Artçı depremler tribün arkadaşımız olmuştu, yeşil-siyah çekiyorduk.
Çevre illerden yardıma gelen insanlar için, insanlık için içiyorduk bir akşam; bir akşam ise sigaraları iki katı fazlasıyla satan büfeciyi öldürmediğimiz için. Hiçbir sey geri gelmiyordu, orada şu vardı, o binanın altında şu dükkan vardı. A o adam mi? öldü. Onlar antalya`ya göçtüler, gittiler ve hepimize yavas yavas geldiler. Mahallenin en eski müstakil evleri saglam kalmisti. Onlar da bu degisimde bizi yalniz birakmadilar, sotemize ve gönlümüze mezeler gönderdiler. Karanliga alismisti gözlerimiz ama; çok bedava kapak kaybettik zifiri karanliklarda. Çok özlüyorduk sehrimizin, mahllemizin sokaklarini, dayanilmaz oluyordu acisi.
Sakaryasporumuz ligden çekilmisti, nefes almak daha bir zorlasmisti bizim için. Bıkmadan deprem, bıkmadan eskiler, bıkmadan şarkılar ve sokakta sotede geçen deprem günlerimiz. Maç hastalığı bizi genç takımımızın peşine sürükledi ve orada keşfettik Tuncay'ımızı. Depreme inat koşuyordu, gözü görmüyordu ve freni patlamıştı.
Geceleri boş stadımıza gizlice girip oley çekiyor, bir tribünden bir tribüne koşuyorduk. Çadırlar evimizdi, zeminle ve toprakla kucak kucağa yatıyorduk. Atatürk Lisesi'nin karşısında depreme yakalanan, şimdilerde abisinin cezasını yatan (deli) Burak`ın aynı evinde sabahladığımız da çok oldu. Her taraf enkazdı ve yakacak sorunumuz yoktu. Ev, lisenin tam karşısında olduğu için sabahları çocuklara konuşma yapan müdürün borazan sesiyle küfür kafir kalkıyorduk. Elinde kağıtlarla ölen, yakasına gül degil haşhaş yaprağı takan abilerimizi, eski halimizi ve biz kendimizi geri istiyorduk.
Askerimizi bile sote mekanlarda içirip uğurluyorduk. Her taraf inşaat, her taraf prefabrik, her taraf çadır ve her taraf biz. Mahallemizin deli Musa Abi'si bir akşam çadırları yakmaya kalkıyor ve onun durumunu polislere anlatana kadar biz deliriyoruz. Musa abimiz ki; 1980'lerde, bir Sakaryaspor maçında, mahallenin kurnaz abileri tarafindan anlaşmalı olarak. Hadi isin Musa, sen de oynayacaksın diyerek saha kenarına yollanir. Musa abimiz de Ne zaman gircem be olum diyerek kosar durur.
Orta hasarlı, ağır hasarlı, göz boyamali boyalı, Elveda Sakarya yazılı binaların arasında büyür bir gençlik. Bir ovanın üzerine kurulmuş Adapazarı; seni kim. nerenden tutup, neyini nasil anlatsin ki... Kiz Kadir de dayanamadi bir gece, Ah be dede! Millet boğazları parsellemiş, en güzel yerleri almış, siz de gele gele ovaya gelmissiniz! diyerek sitem etti. Otuzar senelik periyotlarla misafir ettiğimiz deprem, kuşkusuz ki yine gelecek, üçü dördü çekilen korku filmleri gibi. Deprem öldürmez, bina öldürür...
Bu doğru ise yine ölecegiz bir otuz sene sonra. Bir şehrin yarı deli insanları mı? Unutmayacağız sote akşamlarını, unutmayacağız gördüğümüz muameleyi. Sana besteler yaptık koca şehir ''Bazıları sokaklarda, bazıları barakada, yaşıyoruz Sakarya'da, alayina isyan olsun, Sakarya'ma yemin olsun, bu şehirde ölüm olsa, kaçanlar da kancık olsun''
Bu şehri tribünden seven insanlar, sana maraton tribününden kuş bakışı baktılar; her yer sote, her yer şişe. Sen en çok ölen, en çok darbe yiyen, en çok yıkılan, en az ilgi gören akreplerin şehri, okey de, hep sahte okey, tribünde hep açık oldun. Şeytan soteyi görür mü, görmez mi bilinmez ama bu yürek senden gelecek daha büyük acıyı kaldırmaz.
Ve siz Sakaryaspor'umuzu çalmaya kalkışanlar, siz ideolojinizle, biz yüreğimizle, siz paranızla, biz sesimizle, siz villanızla, biz sotemizle... Bir şehir yıkılır yenisi kurulur, ama bu kırılan gönül yol vermez artık kara cahile. Çekin kirli ellerinizi. Bizi hayallerimizle başbaşa bırakın. Biz yeşilin de siyahın da anldıbını biliriz. Siz çadırda sevemezsiniz. Ne patetesimiz kaldı, ne kabağımız, naylon fatura gibi bir şehir yaptiniz. Başarısızlıklar ve kara bulutlar adresiniz olmus. Düzce'de, Bolu'da, Izmit'te depremin yıldönümleri meşalelerle anılırken, Sakarya'da sokaga çıkma yasağı koyanlar, hiç hayra alamet değil bu sessizlik. Ve biz sote aksamcıları boşuna Tatanga koymadık ismimizi.
Bugün Adapazarı'nda Ambarl Sokak'ta "Yakamoz Kahvehanesi" yok artik... Soran olursa, aynı sokakta Turgay Abi ve Okan Abiler'le, Sahaf Kahvehanesi`nde hayatımız devam ediyor
edit : Alıntıdır