• 1 / 1 / 4 entry
  • 3 başlık
  • 26.09 incipuan

mustafacemezici "Ve müzik, insanların yerini almaya başladı."

  • +1 -1
    yiğit
    Yine böyle mevsimlerden sonbahar, öyle bir yaprak dökümü yani, öyle bir hüsran. Kuru bir ayaz var, içimizi titretecek cinsten. Elim cebime gidiyor sigara paketinden bir dal çıkartıp, günün ilk sigarasını yakmak için. Paketten bir dal aldıktan sonra, çakmağı arıyorum cebimde, buluyorum sonunda onu da. Kuru soğuk ve rüzgardan korumak için siper ediyorum önce, sonra çakıyorum ve yakıyorum sigaramı. Hemen üşüşmeye başlıyor kafama sorular, günlük hayat stresleri işte ağabey ne beklersin. Derince bir nefes çekiyorum sigaradan, demiştim ya soğuk içimizi titretecek cinsten diye öyle de oluyor, bademciklerim "ağabey biz buradayız." diyorlar resmen. Onlar da üşüyor yani. Bir elim cebimde, bir elim de ağzımda yürüyorum işte dos doğru boş boş. Rüzgar yerdeki yaprakları dans ettiriyor bir kaç defa. Yüzüm zaten kıpkırmızı olmuş, Bir çocuk görüyorum, cadde de mendil satıyor. Islık çalıyorum biraz seslisinden, yanıma geliyor "buyur ağabey" diyor, "delikanlı" diyorum "mendillerinden verir misin bir tane." "elbette ağabey" deyip bir mendil uzatıyor. Cüzdanımdan sigara parasından arta kalan son 5 lirayı çıkartıp uzatıyorum, para üstü dönmeye çalışıyor. Bozukları sayarken elleri titriyor garibimin. "Kalsın delikanlı" diyorum, "harçlık yaparsın". "Olur mu öyle şey ağabey, burda bir mendil parasından fazla para var" diyor. Ben yıkılıyorum orda zaten, günün ikinci sigarası da burda yanıyor. Ayaz olmasa da bu ufaklık içimi titretiyor sabah sabah. "adın ne senin" diye sorduğumda ise "Yiğit" diyor sağlam bir duruşla. "Adının da hakkını veriyorsun yiğit" diyorum. " Okumuyor musun sen". Anlatmaya başlıyor Yiğit, küçükken trafik kazasında babasını kaybetmiş. Bir annesi, bir de kız kardeşi varmış Yiğit'in. Okuldan önce mendil satar daha sonra elde ettiğiyle okulda harçlık yapıyormuş. Okuldan sonra eve bir kaç lokma birşey zütürmek için çalışıyormuş Yiğit. Anlayacağınız derinden etkiliyor beni de sabah sabah, kahvaltı etmek için uğradığım simitçi fırınından artık 2 simit alıyorum. Onu da Yiğit'le paylaşıyorum işte, cebine 3-5 kuruş harçlıkta veriyorum elbet. Az sigara içiyorum, günde bir paket alıyorum, kalan parayı da yine Yiğit'le paylaşıyoruz. "Oğlum olursa senin ismini koyacağım ağabey" diyor bana, bense Yiğit gibi bir oğlumun olmasını hayal ediyorum.
    ···
  • +1
    3 metrekaredeki adam
    3 METREKAREDEKi ADAM

    Eylül esintisi yatağımın başucundan içeriye giriyordu. Sonbahar esintilerini severim ben, giden kadınlarımın rüzgarda uçuşan saçlarını hatırlatır hep bana. Yine hatıralara dalıp gözüm tavan da uyumaya çalıştığım bir eylül akşamıydı. Penceremden rüzgar giriyor, ben inceden ürperiyordum. Burnuma dokunup geçen tül perdenin rahatsız edici sallanması olmasa şikayet etmezdim aslında esmesinden.

    Uykuya dalacakken tül perdenin yatağımdan kaldırmasına kadar yerindeydi keyfim. Tıpkı Annem gibi
    “ kalk artık”
    diyordu adeta. Yerimden doğruldum, Annem değil de gibtritaktan bir tül perde olmasının verdiği cesaretle
    “ – dıbına koduğumun perdesi”
    deyip yatağa oturdum. Boş gözlerle, sadece gece lambamın aydınlattığı odamı dikizledim yarı uykulu gözlerle. Odaydı işte, yine aynı oda , yalnızlığımı ve eve aldığım kadınları paylaşan üç metrekarelik sırdaş bir oda. Üç metrekareye güç bela sığardı bazı geceler yüreğim. Ama yine de mutlu olmaya çalışıyordum o oda da.

    Karşı duvarda ne zaman durduğunu bile hatırlamadığım kebapçı rekldıbının üzerinden geçmeyi unutan akrep ve yelkovanın olduğu gibik bir saat vardı. Kaç zaman önce 13.20 de durmuş o gün bu gündür öylece duruyordu, acıktığım zaman saate bakıp siariş veriyordum başka da bir taka yaramıyordu zaten. Zamanla kilo almıştım sayesinde ama zaman, zamansız durmuştu duvarda. Zamanı saymayı bıraktığımdan belki yeniden çalıştırmamıştım. Gerek yoktu zamana, tutamadığım bir şeye ne gereksinimim olurdu ki. Ne, bir işim vardı sabahın köründe kalkıp gittiğim ne de taş gibi bir hatunla randevulu olduğum akşamlar. Öküz gibi yatıp, arada düşürdüğüm fahişeleri beceriyordum sadece. Zaman sadece sevişirken lazım oluyordu onda da param kadar veriyordu zaten kadınlar. Milyarlarca liralık sevişmeyeli ne kadar olmuştu onu bile hatırlamıyorum. Tabildot yiyip, vizit sevişiyordum.

    Çok parasız kalırsam mahallenin meyhanesinde kusmuk temizliyor, patron ne verirse onu alıyordum. huur çocuğu bir tek rakı bile vermiyordu. Paralı binlerin, kadehin dibinde bıraktığı artıkları dikiyordum kafama. Garibanlıktan mıdır nedir, onunla bile sarhoş oluyordum bazı geceler. Sonra Balat’a inip Osman ağabey’e uğruyordum. Baba adamdı Osman ağabey allahı var; hiç boş çevirmedi beni. Çok şarabını içtim onun. Hikayesini her gece anlatıyor ben her gece bıkmadan dinliyordum. Şarabı çekip çekip “ ben bu hükümetin ta dıbına koyayım “ deyip duruyordu çok kez. Nasıl sövmesindi garip. ihtilalde bunu alıp az mı dövmüşler, çok çekmiş çok. O günden beri de Balat’da takılırmış. Kirli sakalında acılarını saklardı hep bir ben görürdüm acıları da pek deşmezdim. Soğuk kış gecelerinde kaç defa dedim.
    “- Osman aga, gel bana gidelim donacaksın burada” komik adam vesselam
    “- Ne o lan bebe gece gece beni mi gibecen” deyip içmeye devam ediyordu. Soğuktan it gibi titrediğini biliridim ama gururundan diyemezdi garip.
    Zaten bir sabah geberdi gitti soğuktan. Üzülmedim, kurtuldu dedim geçiştirdim.

    Biraz burkuldu içim ama, öyle hönkürerek ağlayamadım işte Osman ağabeyin ardından.
    Zaten, ağlayamam ben. Çok denedim, olmadı. Tek bir damla göz yaşı dökemedim işte. Çocukken öğrenmişiz işte ağlamamayı.
    Mektep de bir kere fena dövmüşlerdi beni, salya sümük ağlamıştım bir onu hatırlarım. Akşam eve gittğimde “ karı gibi ağlama lan “ deyip birde peder’den sopa yiyince bıraktım ağlamayı. O gün bu gün beceremedim. Sadece bir kadın için ağladım o da ben değildim zaten, ben ağlayamam. O hayatında adam gibi ilk defa aşık olan bir adamdı, karı gibi ağladı karşımda. Aynanın karşısında fark ettim ağladığını çaktım suratına sümsüğü kesildi zırlaması. Sonra zaten itin teki oldum, kapattım kendimi bu üç metrekarelik odaya, yalnızlığımla oyalanıp duruyorum işte. iş bulursam çalışıyorum doyuruyorum karnımı iş bulamazsam ev sahibim olacak ciksen yaşındaki azgın huur Katina’yı beceriyorum kira karşılığı; sonra gelip kusuyorum. Üç gün rüyama giriyor dizine düşmüş memeleri.
    Çok denedim kaçmayı ama ne zaman eve girsem kapıya çıkıyor isterik karı kaçamıyorum.

    “- Kuzum, kirayi yine geciktirdin mare “ deyip haracını istiyor.

    Aslında tek bir çözümü var bu sefil, yavşak hayattan kurtulmanın ama ona da zütüm yemiyor işte. Bir tetik basımlık sürede her şey biter
    Ya da odanın tavanından sallandırsam kendimi. Ama yapamıyorum işte.
    O kadın diyorum, ya bir gün dönerse. Ya yine eski güzel günlerim geri gelirse deyip avunuyorum.
    Hayatımı gibip atan kadın, her gece farkında olmadan hayatımı kurtarıyor.
    Saat kaç acaba,
    gibtir, yine kebapçı...
    “- Alo! Hüseyin abi, bana iki lahmacun yollasana parasını sonra versem."

    Cem Ezici / 22 Eylül 2015 / 03:30
    ···
  • 0
    kanka gibi yaklaşmak
    eee, kızlara kanka deyip gibmeye çalışmaya devam mı beyler?
    ···
  • +2
    isimsiz şiir
    Zamanın dudaklarında sırdı hakikat,
    Sırrın ifşasından ölümüne korkanlar.
    Takvimleri taradılar yaylım ateşiyle,
    Yeşilinin tam ortasından vuruldu bahar.

    - Cem Ezici
    ···