- 3 / 3 / 523 entry
- 151 başlık
- 5 trend
- 2,409.70 incipuan
mitteki siber savasci önüncü nesil normal
-
0
panter manifestosu
Panter Manifestosu
Panter manifestosu genel olarak ideal birey tanımıdır. Bir bireyin hayatta amacına ulaşması için izlemesi gereken en mantıklı tutumdur.
Bütün insanlar öylesine yaşarlar. Buna akışa göre yaşamak diyoruz. Hayatlarına uzun vadede yön vermezler. Toplumun onlara dayattığı rotada ilerler, en basit tanımıyla sıradan yaşamı tercih ederler. Bizim gözümüzde bu vizyonsuzluktur. Panter doktrinine göre ideal bireyin vizyonu olmalıdır. Zaten doktrinin nihai amacı, benimseyen bireylere vizyon kazandırmaktır.
1. Yaşamın, Varoluşun Amacını Bilecek imkanda Değiliz
Yaşamanın amacı yoktur, veya vardır diyemeyiz. Bunu bilemeyiz. Bunun doğru bilgisine erişemeyiz. Çünkü insanın doğru bilgi etmek için kullandığı kaynaklar bellidir. Onlar da duyularımızdır. Duyularımızın da bizi yanıltabildiği istisnai durumlar olsa da yine bunu bilemeyiz. O yüzden yanılttığı durumları da doğru kabul etmemiz gerekiyor çünkü kendi imkanlarımız doğrultusunda edinebildiğimiz doğru budur ve arkasını göremeyiz, hiçkimse göremez. Konuyu toparlayacak olursak, Panter manifestosu bizim doğru kabul ettiğimiz ama duyularımızla hiçbir zaman onayamıyacağımız bazı bilgilerin, hayatımıza vizyon kazandırışına bir tepkidir. Örneğin dogmatik inançlar olan dinler. Dinler insanlara hiçbir zaman, kendi duyularıyla onaylayabilecekleri doğrular sunamazlar. Öyle olsaydı zaten herkes dinleri doğrulamış ve benimsemiş olurdu.
Dinler bize hikayeyi anlatmakla kalır. 1000 yıl önce bazı peygamberlerin vahiy ettiklerini söylerler. Ancak böyle bişey olsa bile bunu gerçekten bilmemiz imkansız. O yüzden de doğrulayamayız. O zaman benimseyemeyiz de.
Örneklendirecek olursak bu, yoldan geçen bir adamın size; dün gece istanbul'da evinde uyurken gecenin yarısında kalkıp New York'a ışınlandığını ve 3 saat orda takılıp geri geldiğini söylemesi gibidir. Bu durum olağanüstü bir durumdur. (aynı Ay'ın 2 ye bölünmesi gibi!) Ama ne kadar gerçek dışı olsa da aksini de iddia edemeyiz. Çünkü aksini söylememiz için böyle bişey olmadığını görmüş olmamız gerekiyor. Sonuçta bu örneğe şuan kime anlatsanız inanmayacaktır, ancak 1000 yıl önce bir insanın olağanüstü bir yaratıkla iletişime girdiğine ve özel güçleri olduğuna inanan 1 milyardan fazla insan var.
Kalıbı açmak için daha açık örnekler vermemiz şart. Bu kalıbı (5 duyu organıyla onamadığımız hiçbir şeye inanmamamız ve onadığımız şeylerden de yine de şüphe etmemiz gerektiği) her bilgi için kullanabiliriz. Mesela yıllar önce Mohaç Meydan savaşı yapılmıştır. Ama bunun bilgisini sadece arşivlerde yer alan bilgilerden elde edebiliriz. Tabii ki buna yalan demiyoruz. %99 doğru bir bilgi. Ama herhangi biri bu savaşın aslında hiç yaşanmadığını iddia edebilir. Biz de hemen bu adama arşivleri gösteririz. Adam da bu arşivlerin gerçeği yansıttığını nasıl kanıtlayabileceğimizi sorar. Biz de hem Osmanlı hem de düşman kaynaklarının aynı yönde olduğunu söyleriz öyleyse bu bilgi doğru bilgidir. Ancak adam da hayır düşman tarih yazarlarının yazdığını düşündüğümüz arşivleri de aslında Osmanlı bu günlere getirdi derse, bunu yalanlayamayız. Tabii ki çok küçük bir olasılıktan söz ettiğinin farkına varırız ama yalanlarsak sadece büyük olasılığa inandığımızı göstermiş oluruz.
O halde dinler yalan mı? Dinler yalan değil, yanlış bilgidir. Dinlerin olduğu doğru bilgidir, öyle bir geleneğin süregeldiğini ve insanlar tarafından yaşanıp benimsediğini duyu organlarımızla onadık. Etrafta bir sürü ibadet eden insan görüyoruz. Ancak dinlerin dayanak noktası yanlış bilgidir.
Doğru bilgi kendisiyle çelişen herhangi bir başka bilginin olmadığı zaman doğrudur. Dinler kendi içlerinde kendileriyle çelişirler. Ve en ufak bir çelişki bütün din olgusunu çökertmeye yeter.
Mesela islam dini insanların öldükten sonra hesaba çekilecekleri ve herkesin bu sınavda eşit olduğunu öne sürer. Ancak eğer bu sınavın eşit olmadığını mantıksal olarak kanıtlayabilirsek dinde bir çelişki bulmuş oluruz ve bundan da dinin çelişki içerdiği, dolayısıyla yanlış bilgi olduğunu çıkarırız. O halde hadi bulalım.
islam dini 7. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Ve biz 21. yüzyıldayız. Şuan inanmıyorsanız ve eğer inanmadığınız şey gerçekse (yani dinler gerçekten de doğruysa ve siz kurallara göre yaşamadıysanız) cehennemi garantilemiş olacaksınız. Ancak, eğer peygamberin ayı parçalarken yanında olan sahabelerden biri olsaydınız; olağanüstü olaya gözlerinizle şahit olmuş olacaktınız ve dolayısıyla inanmış olacaktınız. O halde arada zaman dilimi farkı var. 7. yy da yaşayıp olağanüstü olaylara şahit olan insanların inanması ve böylece cennete girmesi size göre daha kolay. Çünkü 5 duyu organlarıyla onayabildiler. Biz 21. yy insanları olarak bu bilgiye sadece kitapların ve büyüklerin anlattığı şeylerden erişebiliyoruz. Peki bu durum ne kadar adil? Söylesenize Ay'ı parçalayan birini görseniz bu adama inanmanız daha kolay olmaz mıydı? (yine "ben inanmazdım" diyecekler olacaktır ama genele yayarsak çoğu inanır)
Ancak islam dini diyor ki herkes bu yarışta adildir. O halde biz de 1 çelişki bulmuş oluyoruz. Din adil değil. O zaman dinde çelişki varsa din doğru bilgi değildir. O zaman benim vizyonum din içermemelidir. 1. madde bu kanıya ulaşmak içindi.
2. Manifestonun Benimsettirdiği Yaşam Amacı
Yaşamın amacını bilemeyeceğimizi 1. maddede zaten uzun uzun açıkladık. Ama biz yaşama bir amaç yükleyebiliriz. Yaşamanın amacı yaşam boyu mutlu yaşamaktır. Her yaptığımız hamle mutluluk yolunda olmalıdır. YOLO felsefesi bu manifestonun temel yapıtaşlarından biridir. Hayatı 1 kere yaşıyorsunuz ve ortalama 70 yıl yaşayacaksınız. 70 yıl sonra elinizde hiçbir şey olmayacak. Öbür dünya varsa da bunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz. O zaman bu 70 yılın hiçbir yılını öfkeyle, stresle, kaygıyla geçirmeye gerek yok. Sizin için tek önemli olan şey kendi mutluluğunuzdur. Egonuza sarılın.
Sizden başka gerçekten sizi siz kadar sevecek başka birisi olmayacak. Kendinizle barışın.
O halde sadece kendiniz için iyi bişeyler yapın da demiyoruz. Başkalarına yardım etmek, başkalarına destek olmak, başkalarıyla paylaşmak yine sizi mutlu edecektir. Yine amacınıza ulaşmış olacaksınız. Peki bu manifestonun tepki gösterdiği şeyler nelerdir?
Madem dünyadaki tek anlamlı mülkünüz sizseniz, kendi yaşam enerjinizi başkalarının mutluluğu için harcamayın. Özellikle kendi mutluluğunuzdan ve egonuzdan, başkalarının egosu için taviz vermeyin. Örneğin hayatınızı tehlikeye atmayın. Millet rahat rahat yiyip içip gününü gün ederken, siz hayatınızı onları korumak uğruna tehlikeye atmayın (askerlik).
Başka bir açıdan bakalım. Bazen mutlu olmak için çalışmamız ve fedakarlıklar yapmamız gerekir. Gelecekle bir anlaşma yaparız. Bir miktar çalışma, gayret, acı, stres karşılığında mutluluk isteriz. Örneğin iyi bir üniversite kazanmak için gecelere kadar soru çözeriz. Terfi etmek için ekstra efor harcarız. Ama bazı durumlarda anlaşma süresini uzatıp daha çok çalışırız, böyle durumlarda da gelecek mutlu olmamızı bekletir hatta bazen o kadar bekletir ki anlaşmamızım karşılığını ancak yaşlandığımızda alırız. Benim yakınımdan bir örnek vermek istiyorum. Babam her zaman para kazanmak için çok çalıştı. işletme boş kalmasın diye tatil bile yapmazdı (kendi mutluluğundan taviz verirdi). Ama uğruna (mutlu olmak için) çok çalıştığı parayı kendini mutlu etmek için kullanamadıysa, bu kadar çalışması anlamsızdı ve o bu çalışmasının anlamsız olduğunu kavrayamadı, mutlu olacağım umuduyla çok çalışmaya devam etti.
Her şeyi bir kenara bırakırsak mutlu olmak da bazen zordur. insan biyolojik yapısı itibariyle, tabiattaki tüm canlı türlerinde olduğu gibi topluma yarar sağlamaya programlıdır. Toplumu ileriye taşımak için çorbada tuzunuz olmalıdır. Bu yüzden elinizdekilerle bir zaman sonra mutlu olamayacaksınız. Daha iyisi var oldukça daha iyisini elde edene kadar çalışacaksınız. Daha iyisini elde ettiğinizde mutlu olacaksınız. Ama her zaman daha iyisi elbet olacaktır ve aynı şekilde daha iyisini arzu edeceksiniz. Zenginlerin daha çok zengin olma istekleri bundan dolayıdır. Bu döngü böyle devam eder. O yüzden elimizdekilerle mutlu olmayı öğrenmemiz gerekir ki hayat amacımıza ulaşalım. Daha mutlu bir yaşam sürebilelim.
Toparlarsak hayatı bir yarış olarak görebiliriz. Herkes yarışıyor. Ancak yarışın kazananı yok. Sadece yarışı güzel bitirenler var veya kötü bitirenler var. Yarış sürecinde en çok puan kazananlar, yarışı iyi bitirenler. Puanları da mutlu oldukları anları. Mutlu olduğunuz anları arttırın ve "buna değmez" dediğiniz şeylere yaşam sürenizden harcamayın.
Bir ek önemli bir görüş daha araya sıkıştıralım. Hayatta elinizde kalacak tek anlamlı şey vardır. Herşeyin anlamsız olduğu bu dünyada elinizde kalabilecek en anlamlı şey, anılar... Parayı, enerjiyi bu anlamlı şey uğruna harcarız. Ancak hayatımızdaki tek anlamlı şeyleri unuttuğumz da olur. Bu yüzden bir anı defteri, mutlaka her bireyde olması gerekir.
Devamı yolda. -
0
ateistler buna da cevap versin amk
yalnız ben Allahın zatını sorgulamıyorum kuranda belirtilen Allah tanımının bir takım problemlere yol açtığından bahsediyorum. -
-2
ateistler buna da cevap versin amk
Merhaba ben kafası karışık bir nihilist deist biriyim ve beni buna iten cevapsız soruları size yönelteceğim.
Öncelikle nihilizmi bilmeyenler için kısa özet niteliğinde ve ne kadar mantıklı bir düşünce sistemi olduğunu gösteren şu videonun linkini bırakıyorum.
https://youtu.be/MBRqu0YOH14
Sorulara başlamadan önce bir önsöz yapayım. Öncelikle burda satırlarca evrim tartışmaya gelmedim ve sorularımın evrimle alakası da yok zaten. Az düşünüldüğünde evrimin de tartışılmasının aptalca olduğu görülebiliyor. Zira tartıştığımız şey bilimle alakalı ve gerekli ve tartışanlar aksine bu bilimle alakalı en donanımsız kişiler. Benim sorularım ise aksine hepimizin doğuştan sahip olduğu mantığımızı kullanarak düşünebilceğimiz sağlıklı bir şekilde tartışılabilinen sorular.
Sorulara geçelim,
1. Soru
Allah neden evreni yarattı problemi. Allah Kuranda tanımlandığına göre kusursuz, hiç bir şeye muhtaç olmayan, herşeyi bilen bir varlık. Ayrıca hepimiz Allahın belirli sıfatları olduğunu da biliyoruz. Yani Allahın kusurduz bir varlık olduğunu söyleyen sıfatlar. Zati mi subuti mi tam olarak bilmiyorum. Neyse bu konuda zaten hepimiz hemfikir soruyu birazcık daha anlaşılabilir bir hale getireyim.
Demek istediğim Allah madem kusursuz bir varlıksa evreni yaratmasının nedeni ne? Birçoğunuzun "imtihan için" diye cevap verdiğini duyar gibiyim . Ancak Allahın bizim gibi aciz varlıklar için bir imtihan diyarı yaratmasının nedeni ne? Sonuçta hiçbirşeye muhtaç olmadığını biliyoruz böyle birşey yaratması onun için gerekli birşey değildi, zaten kusursuz bir varlıktan bahsediyorsak "gerekli" sözcüğünü kullanmak sözkonusu bile olamaz. Madem öyle neden? Canı mı sıkıldı acaba düşündüğüm oldu zaman zaman ancak Allah kusursuzdur can sıkıntısı diye birşey olamaz onun için.
Tam bu noktayla alakalı bir ayet mevcut ki çok garip.
“Ben gizli bir hazine idim, bilinmek ve tanınmak istedim mahlûkatı yarattım.” (Acluni, II, 132)
Yani bu ayette anlatıldığına göre Allah bilinmek için bu kainatı yarattı. Peki Allahın bilinmeye ihtiyacı mı vardı?
2. Soru:
2. soru biraz da argüman niteliğinde. Bu sorumda da imtihan sisteminin adaletiyle alakalı aklıma takılan problemleri derleyeceğim. Ve derlerken hep bir örnek üzerinden gideceğim. Yani mesela imtihan sistemini LYS yi örnek vererek işleyeceğim. Yazının devamında daha iyi anlayacaksınız.
Şimdi 2 kişiyi baz alalım. Bu kişiler değişik illerde yaşayan aynı zeka seviyesinde insanlar olsun. Bir tanesinin ismi Savaş diğerinin ismi de Barış olsun ve ikisi de aynı anda doğmuş olsun.
Şimdi bu iki arkadaş 20 yaşındalar ve ikisi de ateistler ancak sorgulamaya araştırmaya çabalıyorlar. Savaşın da Barışın da akıllarında çeşitli soruları bulunmakta ve islamda cevaplarını arıyorlar. Ancak 10 yıl sonra Barış 30 yaşında ölüyor ve ateist olarak vefat ediyor. Savaş ise hayatına devam etmekte. Aradan 20 yıl daha geçiyor ve Savaş 50 yaşında sonunda sorularına mantıklı cevaplar veren ve kafasındaki bütün soruları cevaplayan bir imamla tanışıyor. Böylece müslüman oluyor artık. Ardından müslüman olarak ölüyor.
Bu örnekte anlatmak istediğim ise Allahın bizim için tanıdığı farklı süreler. Barış 30 yaşında ölüyor, ama Savaş gibi 20 yıl daha yaşasaydı belki de o da Savaş gibi müslüman olarak ölecekti. Demek istediğim Allahın bizler için tanımladığı farklı sürelerde ömürler içerisinde, miktarlara bağlı olarak elimize geçecek olan fırsatların farklı miktarda olmasıdır.
LYS örneğinde ise şöyle düşünebiliriz. Savaş ve Barış LYS sınavındalar. Garip olan, Barışa 30 dakika tanınması Savaşa da 50 dakika tanınması. Sizce böyle bir sınav adaletli mi? Eğer değilse bu Allahın aksine kusurlu olduğuna bir delil değil midir?
Aynı sorunun 2. argümanı:
Bu sefer aynı koşullardaki Mehmet ve Alinin tek farkının aralarındaki zeka seviyesinin olduğunu farz edelim. Ali çok zeki, Mehmet ise Ali'ye nazaran çok daha az bir zekaya sahip olduğunu düşünelim. Mehmet ailesi de müslüman olduğu için o da müslümandır ve onu, bulunduğu islam yolundan sarsacak sorgulamalarla karşı karşıya pek gelmemiştir. Şunu unutmayalım ki herkes düşünemez bu dünyada. Ali ise Mehmetin aksine aklını kurcalayan sorularla boğuşmaktadır ve her geçen zaman islam yolundan daha da şaşmaktadır.
Burdan çıkarmamız gereken ise, Allah hepimize ayrı bir zeka ayrı bir düşünce gücü vererek bizi yaratmıştır. Pekala öyleyse zeki kişilerin islam hakkında sorgulama süreci zeki olmayanlara nazaran daha fazla ve tehlikeli olmayacak mıdır? Bu da onların Müslüman bir şekilde ölmelerinin olasılığını büyük ölçüde azaltmayacak mıdır? Zeki kişi öldüğünde ise Allaha karşı "Beni de diğerleri gibi zekamdan az koyarak yaratsaydın, diğerleri gibi kolayca cennete erişseydim" diye feryat etmeyecek midir?
Bunu da LYS sınva giren Ali ve Mehmetten örnekleyelim. Bu durumda Alinin soruları çok zor, Mehmetin soruları ise daha az zor olacaktır. Peki bu adalet midir?
Aynı sorunun 3. argümanı ise şöyle:
insanın bilgi edinirken kullandığı belirli araçları vardır. Örneğin gözü, kulağı, eli, burnu vs vs. Biz bu duyu organlarımızla edindiğimiz bilgilere inanırız. Örneğin güneşi gördüğümüzde güneşin var olduğuna inanırız hepimiz öyle değil mi? Bildiğimiz gibi peygamber efendimiz Allahın insanlara gönderdiği bir elçidir. Zaman zaman da anlatıldığı gibi mucizeleri gerçekleşmiştir. Örneğin hepimizin bildiği Ay'ı ikiye ayırma mucizesi. Bu sefer peygamber efendimiz zamanında yaşamış Mahmud diye biri olduğunu farz edelim. Mahmud'un kafir olduğunu düşünelim, taa ki peygamberimizle karşılaşana kadar. Mahmud peygamberimizin Ay'ı ikiye yarma mucizesine şahit oluyor ve bu mucizeyi bilgi alma araçlarından birini kullanarak (gözünü) doğruluyor ve bu olağanüstü güçleri olan kişinin mantıken peygamber olduğunu düşünüyor ve %100 iman ediyor.
Peki günümüzdeki kişiler? Bizim bilgi alma araçlarından hiçbirini kullanma fırsatımız yok. Biz akıl yürüterek ve Kuran denilen peygamberimizin vahiy yoluyla aldığı bilgilerin yazılmış olduğu iDDiA edilen kitaba göre iman ediyoruz.
Şahsen ben peygamberimiz döneminde yaşamayı yeğlerdim. Böylece aklımdaki sorularla uğraşmak zorunda kalmaz mucizelere şahit olduğum için direk iman ederdim. Benim için daha kolay ve temiz olurdu. Aslında şimdi de biri gelse aynı şekilde Ay'ı parçalasa benim için yine aynı durum olur yine iman ederdim. Demek istediğimi LYS örneğiyle anlatacağım sanırım yine.
Mahmud ve bizim aynı LYS sınavında olduğumuzu düşünün. Gözetmen öğretmenin de peygamber olduğunu düşünün. Gözetmen öğretmen ise gidiyor ve Mahmuda sınavında yardım ediyor.? Adalet mi?
Sorularım bu kadar bu soruların cevaplanması açıkçası benim sürecim için çok faydalı olacaktır. -
0
benden hepinize gelsin lan binnnler
hepinize gelsin lan hepsini izlemeyenin yatağını cin basıp sabaha kadar uyutmasın çarpılsın pskiolojisi bozulsun -
+1 -1
hayatınızı değiştirebilecek başlık
beyler cidden devam etmicem ilgi olmazsa belki gece az kişi vardır diye aynı başlığı sabah açarım. gibimde değil zaten sözlük. - daha çok