• 0 / 0 / 12 entry
  • 0 başlık
  • 0.00 incipuan

merhaba ben pembe tolga analtıncı nesil silik

  • 0
    halilarslan31
    öylesine dolanıyordum yalımın etrafında. yan taraftaki inşaattan o kadar rahatsız olmuştum ki, ameleleri toplayıp gibsem yeridir. sonra... sonra bunu gördüm, elinden topu ve horoz şekeri... tanrım ne de güzel çocuktu öyle, 8-10 yaşlarıydı yanlış hatırlamıyorsam, tam gibilecek yaşta idi;

    -merhaba küçük çocuk, ben pembe tolga.
    +merhaba tolga amca.
    -neler yapıyorsun bakayım.
    +hiiiç, okulu astım gene, sığır gibi sokaklarda dolanıyorum.
    -aaah! iyi çocuklar hiç okuldan kaçar mı hiç? yapma bir daha.
    +tamam tolga amca kaçmam.
    -madem yapacak bir şey yok, gel, bana gidelim, sana yeni diktiğim bonzai ağacımı ve kürtaj aleti koleksiyonlarımı göstereyim.
    +peki.

    yalının merdivenlerini çıkarken zütünü sallandıra sallandıra bana kur yapan bu minik yavru bir anda erekte olmamı sağlamıştı, karar verdim, gibecektim onu. yalıyı gezdikten sonra mutfakta kendisine bir portakal suyu ikram ettim, tabi içine de nuri alço'dan 10.000 dolar karşılığı aldığım ilacı da attım.

    bilsin istemedim, yıllarca taşıyacağı bir utancı olsun istemedim bu masum yavrunun ama kararlıydım, gibecektim ali ait gib 'i.

    önce diz kapaklarına kadar olan çoraplarını çıkardım, ardından sürekli sayıklaması konsantrasyonumu bozduğu için ağzına verdim. ah masum çocuk! horoz şekeri sanıyordu minik pembe tolga'yı.

    ağzına boşalmadan çektim, sonra... pantolonunu indirdim, bir de ne göreyim! ay gibi parlayan, iki masum züt lobu...

    sonra... saldım pembe rüyayı içine ve aldım bu yağız oğlanın erkekliğini...

    hoşçakal elleri kirli nazlı gözyaşım... hoşçakal...
    ···
  • -1
    slidingtackle
    öylesine dolanıyordum yalımın etrafında. yan taraftaki inşaattan o kadar rahatsız olmuştum ki, ameleleri toplayıp gibsem yeridir. sonra... sonra bunu gördüm, elinden topu ve horoz şekeri... tanrım ne de güzel çocuktu öyle, 8-10 yaşlarıydı yanlış hatırlamıyorsam, tam gibilecek yaşta idi;

    -merhaba küçük çocuk, ben pembe tolga.
    +merhaba tolga amca.
    -neler yapıyorsun bakayım.
    +hiiiç, okulu astım gene, sığır gibi sokaklarda dolanıyorum.
    -aaah! iyi çocuklar hiç okuldan kaçar mı hiç? yapma bir daha.
    +tamam tolga amca kaçmam.
    -madem yapacak bir şey yok, gel, bana gidelim, sana yeni diktiğim bonzai ağacımı ve kürtaj aleti koleksiyonlarımı göstereyim.
    +peki.

    yalının merdivenlerini çıkarken zütünü sallandıra sallandıra bana kur yapan bu minik yavru bir anda erekte olmamı sağlamıştı, karar verdim, gibecektim onu. yalıyı gezdikten sonra mutfakta kendisine bir portakal suyu ikram ettim, tabi içine de nuri alço'dan 10.000 dolar karşılığı aldığım ilacı da attım.

    bilsin istemedim, yıllarca taşıyacağı bir utancı olsun istemedim bu masum yavrunun ama kararlıydım, gibecektim ali ait gib 'i.

    önce diz kapaklarına kadar olan çoraplarını çıkardım, ardından sürekli sayıklaması konsantrasyonumu bozduğu için ağzına verdim. ah masum çocuk! horoz şekeri sanıyordu minik pembe tolga'yı.

    ağzına boşalmadan çektim, sonra... pantolonunu indirdim, bir de ne göreyim! ay gibi parlayan, iki masum züt lobu...

    sonra... saldım pembe rüyayı içine ve aldım bu yağız oğlanın erkekliğini...

    hoşçakal elleri kirli nazlı gözyaşım... hoşçakal
    ···
  • 0
    am erika
    öylesine dolanıyordum yalımın etrafında. yan taraftaki inşaattan o kadar rahatsız olmuştum ki, ameleleri toplayıp gibsem yeridir. sonra... sonra bunu gördüm, elinden topu ve horoz şekeri... tanrım ne de güzel çocuktu öyle, 8-10 yaşlarıydı yanlış hatırlamıyorsam, tam gibilecek yaşta idi;

    -merhaba küçük çocuk, ben pembe tolga.
    +merhaba tolga amca.
    -neler yapıyorsun bakayım.
    +hiiiç, okulu astım gene, sığır gibi sokaklarda dolanıyorum.
    -aaah! iyi çocuklar hiç okuldan kaçar mı hiç? yapma bir daha.
    +tamam tolga amca kaçmam.
    -madem yapacak bir şey yok, gel, bana gidelim, sana yeni diktiğim bonzai ağacımı ve kürtaj aleti koleksiyonlarımı göstereyim.
    +peki.

    yalının merdivenlerini çıkarken zütünü sallandıra sallandıra bana kur yapan bu minik yavru bir anda erekte olmamı sağlamıştı, karar verdim, gibecektim onu. yalıyı gezdikten sonra mutfakta kendisine bir portakal suyu ikram ettim, tabi içine de nuri alço'dan 10.000 dolar karşılığı aldığım ilacı da attım.

    bilsin istemedim, yıllarca taşıyacağı bir utancı olsun istemedim bu masum yavrunun ama kararlıydım, gibecektim ali ait gib 'i.

    önce diz kapaklarına kadar olan çoraplarını çıkardım, ardından sürekli sayıklaması konsantrasyonumu bozduğu için ağzına verdim. ah masum çocuk! horoz şekeri sanıyordu minik pembe tolga'yı.

    ağzına boşalmadan çektim, sonra... pantolonunu indirdim, bir de ne göreyim! ay gibi parlayan, iki masum züt lobu...

    sonra... saldım pembe rüyayı içine ve aldım bu yağız oğlanın erkekliğini...

    hoşçakal elleri kirli nazlı gözyaşım... hoşçakal...
    ···
  • 0
    kpss de yüksek puan alan arkadaşa işkence etmek
    (bkz: atanamamış her genç biraz huur çocuğudur)
    ···
  • 0
    ali ati sik
    öylesine dolanıyordum yalımın etrafında. yan taraftaki inşaattan o kadar rahatsız olmuştum ki, ameleleri toplayıp gibsem yeridir. sonra... sonra bunu gördüm, elinden topu ve horoz şekeri... tanrım ne de güzel çocuktu öyle, 8-10 yaşlarıydı yanlış hatırlamıyorsam, tam gibilecek yaşta idi;

    -merhaba küçük çocuk, ben pembe tolga.
    +merhaba tolga amca.
    -neler yapıyorsun bakayım.
    +hiiiç, okulu astım gene, sığır gibi sokaklarda dolanıyorum.
    -aaah! iyi çocuklar hiç okuldan kaçar mı hiç? yapma bir daha.
    +tamam tolga amca kaçmam.
    -madem yapacak bir şey yok, gel, bana gidelim, sana yeni diktiğim bonzai ağacımı ve kürtaj aleti koleksiyonlarımı göstereyim.
    +peki.

    yalının merdivenlerini çıkarken zütünü sallandıra sallandıra bana kur yapan bu minik yavru bir anda erekte olmamı sağlamıştı, karar verdim, gibecektim onu. yalıyı gezdikten sonra mutfakta kendisine bir portakal suyu ikram ettim, tabi içine de nuri alço'dan 10.000 dolar karşılığı aldığım ilacı da attım.

    bilsin istemedim, yıllarca taşıyacağı bir utancı olsun istemedim bu masum yavrunun ama kararlıydım, gibecektim ali ait gib 'i.

    önce diz kapaklarına kadar olan çoraplarını çıkardım, ardından sürekli sayıklaması konsantrasyonumu bozduğu için ağzına verdim. ah masum çocuk! horoz şekeri sanıyordu minik pembe tolga'yı.

    ağzına boşalmadan çektim, sonra... pantolonunu indirdim, bir de ne göreyim! ay gibi parlayan, iki masum züt lobu...

    sonra... saldım pembe rüyayı içine ve aldım bu yağız oğlanın erkekliğini...

    hoşçakal elleri kirli nazlı gözyaşım... hoşçakal...
    ···
  • 0
    kpss de yüksek puan alan arkadaşa işkence etmek
    ve ellerimde kaybettim en masum, cima geceleri,
    şimdi ne yazsam ne söylesemde boş...
    ne anlarsınız ki ılık bir ruhun serencamından,
    dıbınakodum liselileri...
    selametle bebeytolar...
    ···
  • 0
    sikim nikimden uzun
    erkek olsa gibilmez!
    ···
  • 0
    kpss de yüksek puan alan arkadaşa işkence etmek
    eveeet, yemeğin hazır kardeşim, gel buyur.
    +teşekkür ederim hakan, sen gerçekten çok değerli bir dostsun, düşündümde hayatta senden başka güvenebileceğim kimse yok, iyi ki varsın.
    -estağfurullah kardeşim ne demek, sende iyi bir dostsun.
    +ama bir problem var hakan.
    -nedir o?
    +sen bana sınavının kötü geçtiğini söylemiştin, sonra kalktın türkiye birincisi olduğunu söyledin ve bu başarını benle paylaşarak aklınca benle mutluluğunu da paylaşmak istedin öyle mi?
    -aynen öyle dostum.
    +bir defa senin dostun değilim, sende benim dostum değilsin, az önce söylediklerimi unut. gerçek dost, dost bildiği insandan başarılı olmaz ya da başarısını ballandıra ballandıra anlatmaz.
    -nasıl ya!?...
    +ben senin mutluluğunu iyi günlerini samimiyetsizce paylaşıyor numarası yapan insanlardan değilim hakan, benden bir adım önde olmamalısın işe bu yüzden öldürücem seni.
    -şaka yapıyosun...
    +hayır gayet ciddiyim, çünkü ben gerçek bir dostum...
    ve bir anda şırıngayı boğazına sapladım, hızlıca karışımı içeriye enjekte ettim, hakan belki acıyan belki de kızgın gözlerle yüzüme bakıyordu, bir anda morardı ve bilincini kaybetti, ağlamamak ve vicdanıma yenik düşmemek için bonzaimi hazırladım ve içtim, artık her şey bitmişti, insani duygularımı tamamı ile katletmiştim, şimdi sıra hakandaydı.
    kendinden geçik vaziyette yatan arkadaşımı öldürmek için pek materyal yoktu evde, zaten planlı bir hareket değildi, gizleseydi kpss birincisi olduğunu ölmeyecekti... ah dostum, ah çocukluk arkadaşım, sırdaşım, keşke böyle olmasaydı, keşke hayat; bizi hiç hesaplamadığımız bir noktaya sürüklemeseydi... ama keşke demek ates yutmaktı oysa ki...
    ne vardı onun değersiz varlığını ortadan kaldıracak ne vardı annesinin kuzusu babadan yetim hakanı katledecek... ama dinletemiyordum sarhoş benliğime vicdan denen o yalan hikayeyi... inanmak istemiyordum...
    hakan, çocukluğumdu sanki, başında 1 saate yakın durdum, o günleri, çocukluğumuzu hatırladım... kökülen misketlerini almak için beni çağırdığı aklıma gelmişti, onun için diz kapağından bıçakladığım çocuklar, hakan'ın çıkma teklifini kabul etmeyen kızları 3 numara traş etmem, saçlarına sakız yapıştırmam... fakirlikten eşofman alamadığı için beden dersine almayan beden hocasının arabasına attığım molotof kokteylleri... can dostum benim, her şeyi yapardım senin için ama ölmeliydin...
    ona işkence etmeyecektim edemezdim... kokainin etkisine rağmen vicdanım el vermiyordu ona işkence ederek öldüremezdim ama kaçınılmaz olan tek şey ölmesi gerektiği idi...
    daha vicdani bir şeyler olmalıydı. buldum! gazı sonuna kadar açıp o vaziyette bırakacaktım onu. hakan uyanır gibi oldu, ve baygın vaziyette sordu;
    -tolga?! neden yaptın bunu?
    +dostum olduğun için... üzgünüm hakan... seni hayatın ızdıraplarından kurtarıyorum dostum, belki benim gibi olacaksın, birini seveceksin, sonra o çekip gidecek, katledeceksin onu, kan olacak o tertemiz ellerin... ben senin dostunum, bu kadar alçalmana izin veremem, çünkü bu kadar alçaldım, çocukluğumu sattım bir dilberin uğruna...
    -Elif'i sen mi öldürdün?
    +evet...
    -sen böyle biri değildin dostum ne oldu sana?
    +insanlara ne oldu hakan, insanlar...
    konuşmayı uzatmak istemedim, hakanın bakışları vicdanıma tesir ediyordu işte o yüzden kafasına vazoyla vurmak suretiyle kendisini bayılttım... ve mutfağa doğru ilerledim, ocağın tüm gözlerini sonuna kadar açtım, 1-2 dakika içerisinde ev tamamı ile gaz dolacaktı...
    ve hakanla küçükken beraber yattığımız odaya girmeye cesaret edemedim, çünkü o günler aklıma gelecekti, annesinin yaptığı un kurabiyeleri için kavga ettiğimiz günler... gözlerimden iblisvari akan gözyaşları ile çıktım evden...
    ardından evlerinin karşısındaki parkta bir banka oturdum ve sigaramı yaktım, dakikalar sonra son dumanı çekip izmariti hakan'ın evine attım...
    ve gidiyodurdum işte... gözyaşlarının elim taassubu altında gidiyordum, ağlıyordum köhne günümün en tutarsız halvetine.
    ağlıyordum işte. yekpare pişmanlıklar süzülüyordu yanaklarımdan. tesiri ertelenmiş aşklar kusuyordum gökyüzüne.
    ben ağlıyordum yine...
    ve dakikalar sonra...
    -bommmmm!!!
    bitmişti işte, nihayet bulmuştu başlamaması gereken elim bir hikaye... gidiyordum, azar azar birikiyordum ölümün hiçlik dolu karanlığına...

    şimdi kaçıncı gökyüzü esef kusuyor fatiha'sız kabrine?
    hangi ebri baran söndürüyor bahar gözyaşlarımızı
    söylesene gözyaşım;
    hangi tende kaybettin kırılası gururunu...
    her şeye rağmen,
    yaşamın tüm çirkefliğine rağmen seviyorum,
    ve dolanıyorum saçlarına...
    affet...
    ···
  • 0
    kpss de yüksek puan alan arkadaşa işkence etmek
    şimdi kaçıncı gökyüzü esef kusuyor fatiha'sız kabrine?
    hangi ebri baran söndürüyor bahar gözyaşlarımızı
    söylesene gözyaşım;
    hangi tende kaybettin kırılası gururunu...
    her şeye rağmen,
    yaşamın tüm çirkefliğine rağmen seviyorum,
    ve dolanıyorum saçlarına...
    affet...

    bu anımı sizlere bu liriklerimle tasvir etmek istedim.

    merhaba, ben pembe tolga

    ne güzel bir gündü oysaki, ne güzel... bir derkenar kadar resmi, bir pavuryanın kıskaçları kadar asil, ve de zürra kadar emektardı.

    insan nasıl mutlu olmasın ki?.. yolda ulu orta öpüşen çiftler, tüm yurtta bir anda artışa geçmiş meme kanseri ölümleri, erkek martıların ölçülü manevraları, sokak ortasında kocası tarafından tam 129 yerinden bıçaklanan dişi canlılar, toplum içerisine duhul olmaktan utanmayan çirkin beyefendiler. ve pek tabii ki canımdan çok sevdiğim değerli dostum hakan... günleri birbirine karışmış, belirsiz haftanın ağır yorgunluğunu hakan ile sahilde yapacağım ufak bir gezinti neticesiyle bertaraf edebilmenin hayalini kuruyordum. o benim sadık bir dostumdu...

    Kpss sonrasında ilk konuşmamızda sınavının çok kötü geçtiğini söylemişti, zaten son atamada virgül farkı ile atanamamış olmanın verdiği eziklik ve üzerine yıllarca ruhumu ipotek ettiğim kadının beni terkedişi ardından onu hunharca katletmiş olmam derken, hakan'ın sınavının kötü geçmiş olması yangınıma su serpmişti, mutluydum, benim gibi başarısız insanları gördükçe mutlu oluyordum, haz duyuyordum yalnız olmamaktan...

    ve üsküdar tarafında dolanıyorduk, el ele tutuşan birbirlerine aşk palavraları düzen çiftlerin yanına gidip erkekleri biber gazı ile etkisiz hale getirdikten sonra kadınların yüzüne jilet atıyordum, çünkü biliyordum tutamayacağı sözler veriyordu her biri, her biri büyük bir zevkle katlettiğim sevgilim Elif'ti sanki gözümde...

    hiçbir şey yapamadığım sırada arkalarından yaklaşıp denize itiyordum onları, ardından kaçıp gidiyordum, haz duyuyordum onların boğulma gurultularından... mutluydum ölüm korkusuna gark ettiğim kadınların çığlıklarından...

    hakan bu halimi bertaraf etmek için eve gitmemiz gerektiğini söyledi, başıma iş açacaksın atamalara bu kadar kısa zaman kalmışken böyle şeylerle uğraşmak istemediğini söyledi. atamalar? onu ne ilgilendiriyordu ki, hani sınavı kötü geçmişti, hani umutsuzdu, bu sene de olmayacak diyordu... sordum kendisine;

    -istemiyorsan gidebilirsin, kadınlara zulmetmek için varım artık, beni böyle kabullen dostum.

    +yahu tamam gene işkence et ama ben varken yapma bunu şimdi bi polis gelse alıp zütürecek ikimizi, beni de yakacaksın. dedim ya atamalara az kaldı memur olma yolunda son dönemeçteyim, böyle şeylere gerek yok. beni alet etme.

    -sınavının kötü geçtiğini sanıyordum hatta aygır gibi böğürerek ağlıyordun sınav sonrası, ne oldu şimdi?

    +valla tahmin ettiğimde iyi geldi, bi an başarısız olduğumu düşündüm, 110 net bekliyordum, bu beni yıkmıştı, bu çok kötü bir performanstı, sana söylemeyi unuttum tam 120 netim var, türkiye birincisi olmuşum dostum.

    beynimden vurulmuşa dönmüştüm, en yakın dostum bile benden çok yüksek bir puan almıştı, üstelik bu da yetmezmiş gibi türkiye birincisi olmuştu, gerçek bir dost bunu yapar mıydı? nasıl bir dosttu hakan... bunun bedelini ödemeliydi.

    anlam veremiyordum hayata, dost bildikleriniz sizden hep en önde olmak zorundamıydı, ne olurdu aynı acıları yaşasak, ne olurdu birbirimizden ne aşağı ne de yukarı olsak...

    kızmıyordum kendime, en azından dostlarının iyi günlerine yapmacık bir halde sevinerek ardından kuyusunu kazanlara göre daha dürüsttüm sanki...

    eve gidelim orada otururuz hem bu sayede elini kana bulamamış olursun dedi, zaten peşimize polisler takılmıştı, yüzüne kezzap attığım bir kadının sevgilisi beni ihbar etmişti, aptal adam! gelecekte ki intikdıbını alıyordum oysaki...

    eve gitmeyi kabul ettim, hakan'ı oarada katletmek daha kolay olacaktı;

    -tamam eve gidelim hem dertleşiriz biraz.

    +tamam can dostum sana yemekte hazılarım açsındır şimdi.

    -açım hakan, açım...

    eve vardık, ardından hakan bana yemek hazırlamak için mutfağa geçti;

    -tolgaaaa! ne hazırlama mı istersin?

    +Allah ne verdiyse hakan...

    evet kafama koymuştum, öldürecektim hakanıda, nasıl gizlerdi kpss'de benden yüksek aldığını hemde türkiye birincisi olduğunu... o dost olamazdı ve yok olmalıydı, hakan mutfakta hazırlık yaparken cebimde taşıdığım enjektörü çıkardım ardında tütün tablama cüzdanda taşıdığım nitrik asiti, norotoksini ve amfetamin mayasını koyup çakmakla altını ısıtmaya başladım, karışım hazırdı, enjektörün içine çektim ve beklemeye başladım hakan'ı...

    evet bir defa kan bulaşmıştı ellerime, bir defa silip atmıştım vicdan tortusunu sinemden, artık herkesi öldürebilirdim, başarılı olan herkesi...
    ···
  • 0
    atanınca terkeden sevgiliyi canice katletmek
    merhaba, kılsız löp löp züt maliki çıtır liseliler,
    merhaba, apış araları döl kokan cenabet muallakler,
    merhaba, tatmini namümkün kadın denilen iğrenç yaratıklar, merhaba...
    ···
  • 0
    atanınca terkeden sevgiliyi canice katletmek

    =

    ve oradan ayrıldım, saatin gece yarısını bulmasını bekledim ve bu arada o habis planımı kafamda kurguladım, bulmuştum... ikisinide işkence ederek öldürecektim.

    yoksa nasıl kurtulurdum bu zemherir bakışlı kadının ızdırabından, hangi ten kaldırırdı yerle yeksan olmuş gururumu yerden... elbet kan yulardı göz yaşlarımı... çarem yoktu, öldürecektim ikisinide...

    saat tahminen 01.00 sularıydı, evinin arka kısmına dolandım, çıkacak yer arıyordum, askerliğimi komando olarak yaptığım için kondisyon konusunda sıkıntı yaşamadan mutfak cdıbına ulaştım ve içeri girdim.

    girmez olaydım. içeri adımımı attığımda yine o memur ve üstüne üstük erkek olan arkadaşı ile el kızartmaca oynuyordu, tanrım yıkılmıştım, bir kez olsun çatlak patlak yüs yuvarlak kremalı çörek sütlü börek çek dostum çek arabanı yoldan çek diyalogları ile benle oyun oynamayan bu kadın, iki günlük adam ile el kızartmaca oynuyordu, hem de gözlerinin içine bakarak.

    yıkılmıştım ve enkazımı bertaraf edecek kimseler yoktu etrafta. beni görünce çok oldular;

    -tolga! nasıl girdin içeriye?

    +ikinizde öleceksiniz, üzgünüm dememi beklemeyin bu bir keyiftir benim için.

    korku dolu bakışları beni mutlu ediyordu belimden silahımı çıkardım, susturucuyu yerleştirdim ve o memur erkek kişinin diz kapağına ateş ettim, diz kapağındaki kıkırdaklar fırlamıştı halının üstüne, çıkan parçaları çok bağırdığı için ağzına tıkadım.

    tabi Elif'te boş durmadı bu arada, altına işemeye başladı, her zamanki gibi, ilk okulda da aynıydı, sidikli karı! her şeye rağmen sevmiştim onu ama çünkü o... ne önemi vardı bu saatten sonra...

    hemen ölsünler istemedim, işkence edecektim onlara... ama yinede yüreğim dayanmıyordu, seviyordum ben bu çişli kontesi, kaldıramazdı naif sinem onun işkence acısını duymasına..ama kızgındım yine de ne olursa olsun ölecekti, ölmeliydi...

    acı duymaması için yanımda getirdiğim yüksek dozlu amfetamini Elif'e zerk ederken bir yandanda o erkeğin gözlerine eritilmiş muşamba damlatıyordum, tanrım ne de güzel damlatıyordum... sanki guantalamo hapishanesinde başgardiyanlık yapmış kişiler kadar ustaydım bu işkence olayında...

    ardından elif anfetaminin etkisi ile bilincini kaybetti, artık işleme başlayabilirdim, önce sızma zeytinyağını kızartıp üzerlerine döktüm erkek kişinin ağzına cezve soktuğum için ses edemiyordu, sanki beni hemen öldür der gibi bakıyordu yüzüme... ama hayır! bu kadar kolay olmamalıydı ihanetin karşılığı, kolay ölüm yoktu ikisinede...

    yağlardan dolayı dökülen derilerini bir kenara topladım, sonra kurban derilerini kurutmada kullanılan kalın tuz ile iyice sıvazladım vücutlarını, tanrım nar gibi kızarmıştı ikiside... çocuklar gibi seviniyordum, aptalca çığlıklar atıyordum;

    -yihaaa! ne güzel...

    erkeğin kulağına yaklaşıp;

    -kimse beni sırtımdan vuramaz, kimse beni...

    derken bir yandanda bıçaklıyordum bir onu bir de onu...

    Elif'in yüzüne baktım, kendinden geçmiş bir vaziyette bakıyordu yüzüme, sanki o günlere, çocukluğumuza dönmek ister gibiydi, pişmanlık okuyordum kan revan içinde olan simasından... ama geri dönüşü olmayan bir yola girmişti... ihanet!

    evet olmamalıydı bu, keşke ilk okul sıralarında olsaydık yine keşke atanma derdinde olmasydık, keşke her yıl ösym bürosuna gitme derdine düşmeseydik, oradaki memurları hiç tanımasaydık, silik isimlerimiz aktarılmasaydı aday bilgi formuna... keşke...

    ve bu kadar yeterdi, nihayet bitirmeye karar vermiştim... evden çıkmadan ikisinin yüzüne tükürdüm, tabi öncesinde iyice genizimi kazıdım ve çok sağlam bir balgam attım üzerlerine... ne kadar da iğrençti ikiside... bu iğrençliği hak ediyorlardı, pislik kötü durmazdı yakışırdı onlara...

    çıkmadan gazı sonuna kadar açtım... ve evlerinin önündeki parkta banka oturup bir sigara yaktım, yerle bir olan gururumu kurtarmanın sevinci ve üstüne halen daha sevdiğim kadının birazdan ölecek olması beni hem mutlu ediyor hemde üzüyordu, sigaramın son dumanını aldım ve izmariti içeriye fırlattım...

    gidiyordum en uzak diyarlara, kimsenin beni tanımadığı izafi yokluklara gidiyordum ve ağlıyordum...

    ağlıyordum işte, elinden oyuncağı alınan, belkide cami avlusunda kaderi örülmüş suçsuz sabiler gibi ağlıyordum kara düşlerime...

    dakikalar sonra o ses;

    -bommmmmm!

    evet, artık her şey bitmişti... tekrardan kazanmıştım yılgın gururumu... içime atarak her pişmanlığı... gidiyordum...

    yine bastırılmış gölgeler gibiydi hüzünlerin,
    şimdi herbir şey silik şimdi
    sanki bir bakışların belirgin, bir de ellerin
    ve gözyaşına uzanırken kırgın secdelerim
    vecdi geçtim sevgilim kırgın kalbinin sıratı ertesi...
    sildim varlığını gözyaşlarımdan
    gittin gideli...
    ···
  • 0
    atanınca terkeden sevgiliyi canice katletmek
    yine bastırılmış gölgeler gibiydi hüzünlerin,
    şimdi herbir şey silik şimdi
    sanki bir bakışların belirgin, bir de ellerin
    ve gözyaşına uzanırken kırgın secdelerim
    vecdi geçtim sevgilim kırgın kalbinin sıratı ertesi...
    sildim varlığını gözyaşlarımdan
    gittin gideli...

    bu acımı sizlere liriklerimle tasvir etmek istedim,

    merhaba ben pembe tolga.

    hani çocukça aşk başkadır ya, sınıfın en ön sırasında oturan, sesini bile yılda bir defa duyuran ve arada altına işemesine rağmen kendisinden soğumadığım bir kız vardı... adı Elif'ti.

    seviyordum onu, her şeye rağmen seviyordum, kızların onu aralarına almamasına, arkadaşlarımın onun bitli olduğunu iddia etmelerine rağmen, hatta her hafta muntazaman sınıfın ortasında altına kaçırmasına rağmen sevmiştim onu.

    Tanrım ne de güzel bir kızdı, ay gibiydi sanki, sanki gök yüzü kendi ışığını bağışlamıştı o kırgın ve utangaç gözlerine...

    Ve yıllar geçti... kasırları eskittik, ve bizde eskidik bir şekilde, önce lise sonra üniversite ve mezuniyet ve hayat... ve gerçekler, yani acı gerçekler... Türk gencinin kronik umutsuzluğu... iŞSiZLiK...

    ve en sonunda kaldırımlara düşen en nadide kız çocukları gibi o melun sınavın ağına düştük... KPSS...

    kalemler ellerimizde intihar silahı gibiydi sanki, sanki kalemler yosma bir gül gibiydi...

    ve süreç sonlandı, puanlarımızı alıp beklemeye başladık, sevdiğim kadın ile ileri ki günlerin hayalini kuruyorduk üsküdar'da, kız kulesine nazır köşemizde başını omzuma dayardı ve hayal ederdik...

    öyle güzel kokardı ki saçları, sanki malatya kokardı ya da nazilli belkide... anadolunun herhangi bir ücra köşesi... sırf kendimizden ibaret bir dünya... memur olacaktık, çok şeydi memur olup evlenmek bizim için... nasılda sığ hayallerimiz vardı oysa ki, bilemezdik sonumuzun böyle olacağını... bilemezdik, nasıl bilebilirdik ki?

    ve an geldi Elif atandı, ben ise virgül farkı ile son atamayı kaçırmıştım, bir yandan sevdiğim kadının atanmasına sevinirken bir yandanda harcadığım iki seneye üzülüyordum, evet itiraf ediyorum, atanamamak çıldırtmıştı beni...

    sonra onu görev yerine yolcu ettim, tabi gidene kadar geçen sürede ne sözler vermiştik birbirimize, bende onun yanına gelecektim hatta yine sınava girip çok yüksek bir puanla onun yanında olacaktım... o şimdiden evimiz için para biriktirecekti, ne de olsa atanmıştı...

    aylar geçti, işte o melun zaman bize de kıydı en sonunda, gözden ıraktım... malumdu gönlünün en kuytu köşesinde sekeratını bekleyen bir rüya olacağım, malumdu bu apansız terkediş...

    ve süregelen olaylar, tartışmalar, ilgisizlik derken ağzındaki baklayı çıkardı:

    -ben ayrılmak istiyorum.

    +ne?! ne diyorsun Elif?

    -ayrılmak istiyorum, bak görüyorsun olmuyor yürümüyor.

    +söz vermiştik birbirmize, söz... (konuşmamı bitirmeden bir hışımla araya girdi)

    -söz möz yok, bitecek olmuyor işte, yok atanamadın işte kabullen, bir ömrü senin üzerine bina edemem, bitsin artık ne olur...

    +peki...

    ve artık son demindeydim kendi sınırımın, bitmişti artık kaybetmiştim o kahve rengi gözlerin buğusunu, iğde kokulu ellerinden mahrumdum bundan böyle...

    ama gururum... yerle yeksan olmuştu bir anda ve hiçbir şeye boşuna içlenmeyen bir adam olarak almalıydım intikamımı...

    bir gün çıktım gittim çalıştığı ilçeye, tanrım ne de güzel bir ilçeydi hayalimiz gibiydi sanki, o günleri düşününce ağlamaya başladım, sonra bir meyhane bulup içki içtim ve kendime geldim...

    bir kafeteryeye girdim ki bir de ne göreyim, mesai saatinde sevgilim ve onun yanında bir adam, tanrım nasıl bir memuriyetti bu. devlet baba dedikleri bu olsa gerek..

    tabi çok uygunsuz bir durumda yakaldım onları.

    +E..Elif...

    -sen?!...

    +evet ben, yıkıp bıraktığın adamın enkazı olan ben...

    -neden geldin buraya?

    +konuşma!

    -ne olur sakin ol.

    +sakin olamam, çünkü sensizim Elif...

    yanındaki adama dönerek;

    +beyefendi lütfen kız arkadaşımın göğsünden elinizi çeker misiniz, yoksa o elinizi tam 6 yerinden kırıp sizi %60 oranında engelli sınıfına sokmak zorunda kalacağım, sanıyorum bu yaşta malulen emekli olmak istemezsiniz değil mi?

    -arkadaşım ben kalemimin hakkı ile atanmış bir memurum ve her memur kendisi gibi 657'ye tabi biriyle birlikte olmak ister, işte o yüzden bu göğüsler benim, bu kızda benim, senin konuşmaya hakkın yok, daha atanamamışsın bile ezik herif!

    o habis adamın erol taş gibi kahkahlarına sevdiğim kadınından iştirak ettiğini görmek beni yıkmıştı...

    uzaklaştım oradan, uzaklaştım o küçük elli kadından, tanıyamıyordum kendisi, bu sevdiğim kadın olamazdı, çünkü o çocukluğumdu benim, kursağımda düğümdü bakışları, sanki biraz yusuf, biraz züleyha idik, ben adını kaybetmiş bir yusuftum sanki, kör kuyudaydım evet tam olarak öyle, kör kuyudaydım ve ardımdan ağlayan bir yakup bile yoktu...

    devamı gelecek...
    ···