0
Hollywood filmleriyle seri katillerle tanışan Türkiye’de bilmiyorum farkında mısın ama çok yanlış bir şablon oluştu insanların zihninde. Seri katillerin hastalıklı ruhlarından ziyade karizmatik edâları ve “zekası” öne çıkarıldı sürekli. Seri katiller, peşindeki atakan dedektiflerden hep bir adım önde oldu filmin son sahnelerine kadar. Seri katilleri konu alan yüzlerce filimde, binlerce ruhu bozuk ve seri katili yücelten tema işlendi habire.
Derken Türkiye’de, ülkede ki basılan kitap sayısıyla falan değil de; ülkeden çıkan katillerin sayısıyla “gelişmişlik ölçen” bir zihniyet şekillendi. Gazetelerde her cinayete gururla “işte ilk seri katilimiz” başlığını atıveren; dergilerde ise (daha komplikeler ya) "kıldan tüyden" (kendi tabirleridir) seri katil yakalama yöntemlerini uzun uzun haber yapan bir zihniyet… Bu zihniyetin karşısına da diğer sakat bir zihniyet beliriverdi. Bunlar da; Hayır efendim, Türkiye’de seri katil yoktur, seri cinayetler, kurgu, plan, proje gerektirir; bizdeki cinayetler fevridir, kızınca çeker vururuzcular. Bunlarda, anlaşılan o ki; seri katillerin yüceltilme zokasını yutmuş, kurgu ve zekalarında ki “olağanüstülüğü” kabul etmiş ama bu özelliklere sahip Türkiye’den adam çıkmayacağını tespit eden muhteremler. Bununla kalmadı seri katiller için genel bir profil oluşturdular, çekirgenin üçten fazla zıplayanı seri katil ilan edildi. IQ ile yakalanamamazlık arasında bağlar kuruldu. Daha ileri gidip afişe eder gibi “kusursuz cinayet” planları bile gündeme geldi. Seri katil adları, lakapları, Türk internet kullanıcılarının “nick” i oluverdi. Forumlarda gençler, "Seri katil olsan ne yaparsın ?", sorusuna cevaplar aradı (konu 24 sayfa sürmüş şimdilik!); sözlüklerde seri katillere övgüler düzüldü. Hatta seri katillerin sanat icra ettikleri bile yazıldı.
Bu yazı aslında geçen hafta Ertuğrul Özkök’ün, Hürriyet Pazar’da, Sevil Atasoy’la (istanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü’nün eski müdürü) yaptığı röportaj sonrası yazılacaktı. Ama biraz gecikti. Yazıyı ben internet sayfasından değil, gazeteden okudum. Gazete şu an masamda ve internet sayfasında yer almayan Sevil Atasoy’un, Hollywood’dan mülhem FBI vari fotoğraflarına bakıyorum.
Röportajı, okuyucu e-postalarını bile okumaya zahmet etmeyen, yurt dışı maceralarını anlata anlata bitiremeyen ve bin dolarlık şarapları bir o kadarlık harika mönüler eşliğinde nerede tüketebileceğimizi bize her hafta bildiren, Türk basının “en elitist” siması olmaya ahd etmiş Ertuğrul Özkök “kendi merakı” yüzünden yapmış. Röportaja geçmeden müjdeyi de vermiş; Sevil Atasoy; bundan böyle her hafta çeşitli suç olaylarının tahlilini yapacak ve Türkiye’nin ilk “adli bilim köşe yazarı” olacak!. Türkiye’de dikkatleri üzerine çekmeyi bilen, sadece bir tane popülist uygulayıcının hebâ etmediği çok az meslek dalı kaldı ne yazık ki!
Bu aleme ibret röportajın tamdıbını okumasanız bile Ertuğrul Özkök’ün sorduğu şu sorulara dikkat etmenizi isterim.
Kusursuz cinayet dönemi kapanıyor mu?
Türk katiller bu kadar aptal mı? Filmlerde bu kadar sahne var. Hiç mi ders almıyorlar?
Yabancı filmlerde katillerin daha çok cesedi ortadan kaldırmaya çalıştığını görüyoruz. Mesela Arka Pencere filminde. Veya halıya sarılıp göle atılan cesetler...
Türkiye’de niye seri katil çıkmıyor?
Romanlarda ve filmlerde seri cinayetlerde hep ortak bazı motifler görürüz. Mesela çocukluğunda yaşadığı bir travmadan kadınlara düşman olur vesaire. Bunlar gerçek mi?
Peki seri katillikle ülkenin gelişmişlik düzeyi arasında bir ilişki var mı?
Peki Türk polisi ve adli tıbbı mı yetersiz, yoksa katiller mi çok becerikli ve zeki?
Polis mi beceriksiz, katiller mi zeki? (Başlığa taşınmış)
Çarpıcı bir örnek verebilir misiniz?
Olay yerine giden bir dedektife ne tavsiye edersiniz? (Bir de bu çıktı. Ne dedektifi, ABD mi burası? O işi Türkiye’de Olay Yeri inceleme ve Kimlik Tespit Şube Müdürlüğü’ne bağlı polisler yapar.)
En mükkemel cinayeti tek yumurta ikizleri işleyebilir (Sevil Atasoy söylemiş, başlığa taşınmış)
Sapıkça bir soru olarak gözükebilir ama merak ettiğim için soruyorum..
Günümüzde kadınlar katillere daha fazla ilgi mi duyuyor?
Eskiden filmlerde gördüğümüz otopsi yapan doktorlar genellikle bıkkın, yorgun tiplerdi. Ama şimdi ‘CSI: Miami’ gibi dizilerde daha farklı bir tip gelişti. Bu gerçeği yansıtıyor mu?
Eşcinsel ilişkisi bulunan cinayetler daha çabuk çözülüyor gibi izlenim var. Bu doğru mu?
Ruh çağırarak bir cinayet çözülebilir mi?
Şimdi umarım anlatabilmişimdir derdimi. Vaktiniz varsa soruları bir kez daha okuyun lütfen. Üzerine yorum yapmaya bile gerek kalmıyor. Bu soruları soran, anlatmaya çalıştığım zihniyeti çoktan benimsemiş bir Genel Yayın Yönetmeni. Röportajdan anlaşılan, Sevil Atasoy’ da “basının buna daha fazla merak sarması insanların failin bulunması için hep birlikte düşünmeye başlaması” nda pek sakınca görmüyor.
Artık “yabancı filmlerden ders alan” ve nihayet her hafta yazılarınızı okuyarak baltalarını bileyen seri katiller çıkarsa şaşırmazsınız değil mi Sevil Hanım? Şüpheniz olmasın, basının bu tavrı sürdükçe endişeye gerek kalmayacak milli gururumuz seri katiller hızla artacaktır. Size de daha çok iş çıkacak; gazete ve dergilerde de artık hafta sonları konu sıkıntısı çekilmeyecek. Biz de ülke olarak oturup “zeki katillerimizin” bıraktığı izlerden onları yakalamaya çalışacağız, ruh hastası katilin, ilkokulda öğretmeninden yediği tokadın hesabını 20 yıl sonra nasıl tüm öğretmenlere pay ettiğini, ders çıkararak öğreneceğiz.
Bu nasıl iştir anlamak mümkün değil. Bu ülkede hiç mi sosyolog, pgibolog yok. Yıpranmış, absürd tez konularından kafayı kaldırıp hiç mi etrafınıza bakmazsınız? Bu tür konular televizyon, internet, gazete, dergi her yerde var. Bunların toplum üzerinde tedavisi mümkün olmayan yaralar açtığını gözlemlemek çok mu zor? Artık çoğu kimse televizyon izlerken, gazete okurken kendini kriminal uzman, pgitakriminolog, dedektif falan zannedip seri katilin zekasını alt etmeye çalışıyor.
Bardağı taşıran son damla diye tabir ettiğim haber, Tempo Dergisi’nin "kıl tüy" haberi ve Hürriyet’in Pazar ekindeki röportaj, üçü de son bir haftanın aklımda kalanları. Daha sayamadığım kadar haber ve yorum var bu konuda. 4 yıl önce Milliyet Pazar’da Mine Kırıkkanat şu yazıyı yazdığında, bu mealde gönderdiğim bir e-postaya cevap yazma zahmetine girmemişti. Ertuğrul Özkök’de büyük ihtimalle bu yazıyı okumayacak. Ama genç, yaşlı akıl ve ruh sağlığı bozulmaya zaten meyilli pek çok kişi sabahtan akşama bu filmleri izleyecek, saçma sapan ucu açık üslupla kaleme alınan haberleri okuyacak, gazete köşelerinden seri katil tahlilleri yapacaklar. Böyle devam ederse “gelişmiş ülkelerdeki gibi” zekasını ispat etmek adına etrafı ruh hastası katiller saracak. Bu sefer kışkırtan Hollywood değil, Türk Basını!