- 5 / 5 / 2098 entry
- 49 başlık
- 66.53 incipuan
kekomente bebişinci nesil normal
-
0
hakikat üzerine
En büyük evren matematik evreni, sayılar evreni, mantığın evreni. Bu evren; içersinde olayların, vakaların, zamanın, bizim evrenimizdeki gibi üç boyutlu olmadığı statik bir evren. Peki bilinen herşey matematik evreninden ibaretse bu matematik işlemlerini kim yapıyor? Örnek vereyim iki artı birin üç olması matematik yapan kişiye bağlı değildir. iki artı bir üç olmasından once veya sonra gerçekleşmiyor yani üçe geçmek için matematik işleminin yapılması gerekmiyor. Bu evrende işlemi yapılamayan bir matematikten mi ibaret ? aslında öyle değil. Seçim aksiyomu diye bir şey var matematikte. Seçim aksiyomu kümeler teorisiyle alakalı bir durum. sonlu sayıdaki kümelerdeki elemanlar seçilip yapılan çok boyutlu geometrilerle alakalı bir teorem. yani kümelerden seçecek olan elemanlar matematik işlemini yapan kişiye bağlıdır. bu kişiyede mühendis yada gözlemci diyoruz. Çünkü matematik işlemini gözlemler. yani bu gözlemci mühendis matematik işlemini yapıyorsa matematik evreninin içinde midir ? Bunu cevap vermek için en önemli soruya gelelim matematik nasıl başlar ? öncelikle bu soruya cevap vermemiz gerekiyor.
Elimizde bir tane "x" var. Bilinmeyen ve bu x'in ne olduğunu gözlemci gözlemleyecek, bir referans alacak. gözlemci x'e baktığında herhangi birşey göremez çünkü bir referansı yoktur. Bu da dualital gözlemi başlatamaz yani x'i neye benzetecek ? bu yüzden x'i atfedeceği sanal bir değer verir. bu değer bir olsun sıfır da olabilir ancak biz biri alalım. Bir yanında sıfırı getirir. Çünkü biri anlayabilmemiz için (var demektir ) yoku anlamanız gerekir. işte bu dualital gözlemdir. Referanslardan elde edilen. Farkındaysanız bir, gerçekte x değildir. X'e atfettiğimiz sanal bir referanstır. Bir ve sıfır toplamda logosu oluştururlar. Yani bir ve sıfırınız varsa tüm diğer sayıları ve tüm işlemleri yapabilirsiniz. Bu liebniz'in teorisidir. Hatta kanundur. Bu yazıyı okudugunuz elektronik cihaz sadece bir ve sıfırla çalışmaktadır ve içerisine tüm matematiği sığdırabiliyoruz, tüm matematik işlemlerini bu cihazlarla yapabiliyoruz. Ve demiştim ki tüm matematiği ortaya çıkarır. Bu omniversal yani tüm gözlem. Tüm evreni tek bir biçimde gözlemleyebilirsiniz elinizde matematik varsa. Tüm evrenin hesabını yapabilirsiniz, anlayabilirsiniz, oralarla ilgili fikirlere sahip olabilirsiniz. omniversal gözlem gözlemciyide içerir. Çünkü seçim aksiyomu gibi matematiksel değerler gözlemciyide içerdiğinden dolayı gözlemci kendisini oluşturabilmek için matematiğe ihtiyaç duyar. farkındaysanız gözlemcinin bakmaya çalıştığı x'e hala ulaşamadık. Bu x artık ulaşılamaz bir yerdedir. Bu x erişilemez çünkü biz ona bir ve sıfır değerlerini atfederek çoktan bir matematik evreni yarattık. Bu matematik evreni diğer gözlemcileri, diğer gözlemcilerde diğer matematik evrenleri getirecektir. Bunlar baloncuk evrenler, paralel evrenler, ihtimal evrenleri gibi bir çok bilgi içeren evren logos ve mantık sayesinde matematik ile ortaya çıkacaktır. Bu materyalistik determinizmdir. Çünkü bir şeyin bir şeye bağlı olduğunu çıkarır. Yani biri anlayabilmemiz için sıfıra ihtiyacımız vardır. Matematiği anlayabilmemiz içinde bir ve sıfıra ihtiyacımız vardır. Matematik bu şekilde başlar. Matematik ilk gözlemle başlar. X'e bakmaya çalışan gözlemci x'e atfettiği ilk değer ile matematiği başlatır. Peki neden x'e iki veya üç değil de bir veya sıfır değeri veriyor? Çünkü bir şeye iki diyebilmeniz için öncelikle bir ve sıfıra ihtiyacımız vardır. matematik içerisinde bir veya sıfır olmadan geçersiz bir mantıktır. Bir ve sıfır yani var ve yok ikilemine ihtiyacımız var ve böylece matematik oluşabilir. Burada tüm matematik evreninin big bangi yani oluşumu için bir mühendis gerekiyor. Mühendis x'e bir gözlemleme yapacak ve matematik evrenini oluşturacak. Bu evren Gördüğünüz gibi sanaldır. Çünkü x'e atfedilen değer sanaldır, x'e bir değer biçilemez çünkü onun bir referansı yoktur. çünkü henüz matematik yok. Ancak önce ve sonra matematiğin içerisinde değildir. matematik dediğim gibi statik bir yapıdadır. Yani matematiğin içerisinde bir şey önce veya sonra olamaz çoktan herşey olmuş ve bitmiştir. O zaman gözlemciyi neden dahil ediyoruz henüz matematik yoksa kısmı şu şekilde ekarte edilebilir. Bir ve sıfırın varlığı bir ve sıfır üzeri bir kez söz konusu olması gözlemciyi en başa getirir yani iki artı birin üç etmesi, iki önce veya sonra yapmaz işlemin tamamı o anda gerçekleşir. Gözlemcide bir ve sıfıra baktığında kendini o anda yapmaktadır. Çünkü matematik işlemleri zamana tabi değildir. Öncesi, sonrası vakaların ardarda geldiği durumlar söz konusu değildir, işlemlerde ardarda gelmez. Yani bu bahsettiğim matematiksel evrende bir şey diğerinden sonra olmuyor. Herşey bir anda oluyor. Ve bir anda derken bir anın öncesi vardır diyemeyiz çünkü bu bir anda bu evrenin içerisinde. biraz kafa karıştırıcı bir durum, zamanın dışından bakarsak yani zaman konusunu önce ve sonra konusunu asıl konumuzdan çekersek çok daha anlaşılır olacaktır. Matematikte önce veya sonra yoktur.
Bir diğer görüş kompleks sayılar. Matematiğin içerisinde matematiğe ait olmayan sayılar var. Matematikle bulunabilen ve matematiğin içerisine yerleştirilemeyen sayılar. i bunlardan bir tanesi yani kök eksi bir. Kök eksi bir sayısı aynı bir gibi kompleks sayıların birimidir. kök eksi bire sahipseniz kompleks sayılar evrenine sahipsinizdir fakar kök eksi bir mantıklı bir sayı değildir. yani normalde olmaması gereken bir sayıdır. kök eksi bire ulaşamazsınız. Tüm mantığı, tüm logosu kullansanız bütün matematik evrenine hakim olsanız bile kök eksi biri oluşturamazsınız çünkü mantıklı değildir. Logosun içerisinde değildir. Ancak bizler matematik işlemleriyle kök eksi bire ulaşabiliyoruz. Kök eksi bir sayısının orada olduğunu biliyoruz. Bu şunu göstermektedir. Bizim var ettiğimiz gerçekliğin dışında kesinlikle bilgi vardır. Bu bilgi bizim logos ile anlayabileceğimiz bir bilgi değildir. Ve logos değişmezdir. logos üzerine konuşabilecek bir halde değildir. Herakleitos logos için değişimin değişmeyen kuralı der. Yani mantık dışındakileri kabul edemez. Bu yüzden kök eksi birin aslında orada olmaması gerekiyor. Fakat felsefi bir problemdir, hala matematikçilerin üzerine düşündüğü ve anlamlandırmaya çalıştığı bir problemdir, hala çok büyük tartışmaların konusu olduğu kompleks sayılar ve matematiğin belkide en dramatik buluşlarından bir tanesidir. Kompleks sayıların orada oluşu, mantığın dışında erişilebilir şeyler olduğunu gösterir fakat bunun nedeni başta gözlemcinin x'e sanal bir demesi olabilir mi ? bu zor bir soru ve kör gözle boşluğa attığımız bir ithamdan başka bir şey değil. Fakat kompleks sayılar oradayken gerçekliğin, mantığın dışında erişilebilir şeyler vardır ve bu felsefi sorudur. Bir başka sorunda ilk oradaki x nerededir? bu işlemin neresindedir ? Bu işlemin hiç bir yerinde değildir. X asla erişilemez bir yerdedir. Bu işlem sanal bir ile başlar. Biri sanal alırız, herşey olur ve o x'e hiç bir zaman erişemeyiz. Bu durumda sanal evrenin sonu nasıl gelir? Mantığın, matematik evrenin sonu nasıl gelir? bu kompleks sayılarla yine alakalı bir durumdur. Gözlemci kendisinin sanal olarak oluşturduğu bir yere bakmayı seçebilir. nasıl ? Seçim aksiyomu gözlemcinin matematik işleminde yeri olduğunu gösteriyor. Gözlemci yani matematik işlemini yapan kişi, matematik işlemini etkileyebiliyor. Gözlemci x'e ilk ithafı olan sanal olan biri demez ise matematik evreni oluşmaz. Fakat matematik evreni oluşmazsa gözlemcide oluşmaz. Bu durumda gözlemci bunu diyebilir mi ? Yani gözlemci kendini yok etmiş ise kendini yok etmeyi nasıl seçebilir? bu yine öncesi veya sonrasıyla alakalı bir durum yani matematik işleminde bir işlemin önce veya sonra gelmesi konusuyla alakalı. Gözlemci kendisini yok edebilecek seçimi yapabiliyorsa zaten kendisi yok etmiştir. Matematik işlemi iki artı birden sonra üç gelmesi değil iki artı birin zaten üç olmasından ibarettir. Bu ilizyon matematik evreni yani bulunduğumuz evrenin planı, kağıt üzerine çizilmiş mimari planı zaten yok olmuştur. Peki gözlemci gözlem yapmazsa geriye ne kalır? X ifadesi. O erişilemez, bilinemez, benzersiz, referens alınamaz ve mevcudiyeti haricinde başka hiç birşeyin olmadığı şeydir. O'dur. Geriye sadece o kalmıştır. Gözlemci gözlem yapmayı bitirdiğinde ki bitirmiştir geriye sadece hakikat kalır. -
0
yalnızlık üzerine
Gördüğümüz, algıladığımız evrenin sadece biz görüp algıladığımız zaman var olduğunu kabul etmeye solipsizm denir. Yani ben baktığımda vardır demek. Solipsizmin en büyük argümanlarından bir tanesi, bizim gördüğümüz evreni tekrardan beynimiz içinde yorumlayıp şuuruna ermemizdir. Yani biz beynimizin içerisinde sıfırdan tekrar gördüğümüz evreni yaratıyoruz. Sıfırdan yarattığımız beynimizin içinde yaşadığımız bu evrene ben giza demek istiyorum. Aslında olmayan, ilizyon bir evren ve bunu deneyimliyoruz. Dışarıdan aldığımız veriyi bu şekilde yorumlarız. Peki dışarıdan derken neyden bahsediyorum ? Vücudumuzun dışındaki gerçek evrenden bahsediyorum. Gerçek evrenden gelen veriyi yorumlayarak yaşıyoruz. O evrenin gerçekliğine veya dışarıda olup olmamasına gelmeden önce beynimizin içerisindeki yalnızlıktan bahsedeyim.
Beynimizin içerisinde yalnızız dediğimizde yani ben kişisi beynimin içinde yalnızım dediğimde aslında benden kaç tane olduğuna göre değişen bir yalnızlığı var. BEynimiz içinde en az üç tane daha ben vardır. id, ego ve süper ego denilen bu benlikler kendi aralarında gerçekliği yorumlar ve bir sonuca bağlayıp şuura eriştirir. Bu üç benliği tanıyalım kim bu üç benlik ?
id bizim hayvanlık benliğimizdir. Hazla doymaya odaklanmış; istediklerini yemek, cinsellik gibi çok basit ve insanın en temel ihiyaçlarıyla doyan bir benliktir. yani gerçekliği fayda ile yorumlayan benliktir.
Egoya gelmeden önce süper egoya bakalım. Süper ego; gerçekliğin ne olması gerektiğiyle ilgilenen benliktir. yani hazla veya bir başka birşeyle doymaz. Bu benliğe vicdan da diyebilirsiniz. ne olması gerektiğini düşünür. ne yapmalıydım. ne olsaydı dogru ne olsaydı yanlıs olur. idin hedonist bakışı, süper egonun spirütüel duruşuyla tam olarak bir zıtlığı vardır. işte ego burada devreye giriyor.
Egoda bu ikisi arasında hakemlik yapan ve şuura son yorumu iletmekle mükellef olan benliğimizdir. yani sizin en çok taklidinizi yapan sizin kararlarınıza en çok benzeyen kararları veren sey egodur. Yani ego benliklerin arasındaki anlaşmanın son imzasını atar. Egoyu dinleyerek gizayı yaparsınız yani içinizdeki evren egoyu dinleyerek yaptığınız bir evrendir. Peki ego kimle konusur ? yani bu imzalanmış gerçeklik yorumu kime iletilir ve giza yapılır?
id sizin olmak istediğiniz benliktir. Süper ego olmanız gereken benliktir. ego ise olduğunu iddia eden benliktir. bu üç benliğin ortaklaşa vardığı sonuç şuura iletiliyor. yani içeride dört kişi var. Gelelim beynimizin dışında yorumladığımız, gerçek olduğuna inandığımız evrene. beynimizin dışında başka bir evren olduğuna dair elimizde mantıklı bir veri olamaz. çünkü biz egomuzu dinliyoruz ve egomuz dışarıda bir evren var diyor. onun yorumuyla, ona güvenerek biz dışardaki evrenin varlığını kabul ediyoruz. buna da realizm, beynimizin dışında bir evren olduğuna inanmak deniyor.
Hepimiz realist bireyler olduğumuzdan bahsederiz. Ancak dışarıdaki evreni bilmek; bizim taklidimizi yapan üç tane benliğin üzerine mutabık kaldığı sonuçtan başka birşey değildir. Yani realist olduğumuzu düşünürken aslında egoist olduğumuz sonucuna varıyoruz. Ve buda egonun bize soylediği bir şey. bu sonuca varma anımızda egonun şuura bu sonuca vardığını söylemesi anıdır. Peki neden biz egoyu dinleyip beynimizin dışında bir evren var olduğunu ve bu evrenin de bizim gördüğümüze benzediğine inanıyoruz ? bunun nedeni birazcık iz bırakma güdüsü ile ilgili birşeydir.
Bildiğimiz tek şey içeride dört kişi var ve bu dört kişide düşündüğünüzü sandığınız kişiler değil. Bu yuzden hiç birine güvenemezsiniz. bu yüzden beyninizin içerisinde yalnızsınız. -
0
yargılar ve idealler üzerine
Benlikler, kişilikler yanlarında yargıları getirir. Yargılar örneğin başkaların üzerindeki giysinin rengini begenmemek veya kendi üzerindeki giysinin rengini beğenmemek ile ilgili birşeydir. Benlikler, kimlikler; yargılardan oluşan beyin makinalarıdır. Beyini işletmek için orda bulunurlar. Sadece egolar degil egonun oluştugu yargılar paketi içerisindeki her yargıda kendi idealini getirir. Yani sarı boyle bir renktir yargısı, sarı böyle bir renk olma idealinide yanında getirir. işte her egoda yanında ideal bir tanrıyı getirir. yani her ego yanında bir ideal barındırır. Egoların idealide; teistik tanrılar, ilahlık dediğimiz şeye neden olmaktadır. Örneklerle açıklayayım. içimizdeki ego afedileceğimize inanır. Bu yuzden her insan kendisini cennete yakıstırır . Peki bunun nedeni nedir ? içimizdeki egoya hitap eden bir tanrı affeden bir tanrıdır. Merhametli belki beyaz sakallı ton ton dede gibi bir tanrı. Pamuk gibi. Fakat insanlar kendilerinin affedelecegine inanmalarına rağmen kendisi dışındaki insanların cezalandırılacağına inanır. Bu da başka bir egonun varlığına delalettir. Toplumsal egonun varlığına delalet eder. Toplumsal ego, bizim dışardaki insanlarla olan ilişkimizle ortayan çıkan kimliktir. Bizler içerdeki kimliğimiz, yastığa başımızı koyduğumuzda aklımıza gelen o bizle konuşan kimlikle dışarıya çıkmayız. bizler diğer insanlara özel hazırladığımız ergenlik döneminde geliştirdiğimiz bir toplumsal kimlikle dışarıya çıkarız. Bu toplumsal ego, kendi idelini de yanında getirir. Tanrı figürlerindeki cezalandırıcı zorba durumunun tamamı toplumsal olaylarla alakalıdır. Tüm toplumsal haraketler yargılamak, cezalandırmak, hak aramak ve hesap sormak için yapılır. Bütün radikal teistik öğütler, tanrılarının cezalandırması için orada olduklarına inanırlar. Çünkü toplumsal tanrı zorbadır. Çünkü toplumsal ego kendine zorbadır. Kendisinin cezalandıracağını düşünür. Bizler dışarıya baktığımızda kendi kimliğimiz ile beraber belkide çok banal olacak ama insanların maske taktıklarından bahsederiz. ancak insanların bu maskelerinin cezalandırılması gerektiğini düşünüyoruz. Kendimizin cennete gideceğini düşünüyoruz. fakat dışarıdaki insanların cennete gideceğine kolay karar veremiyoruz. Onları çok yakınımıza almamız, onlarla duygusal ilişkiler kurmamız lazım ki o kişilerinde cennete gideceğine karar verebilmemiz için. işte toplumsal tanrı budur. Toplumumuz hiç bir şekilde tek tanrılı bir dine inanamaz. En az iki tanrıya inanırlar. Bir kendi içlerindeki tonton, babacan ve affedici tanrı; birde yargılayıcı toplumsal ve kendisi dışındaki insanları cezalandacak olan zorba tanrı. Halbuki tek tanrılı dinler olduğu iddia edilen sami dinlerin düzeni teistik bir düzen değil, bir zorba, yargılayıcı bir tanrı figürü ve içerdeki affedici bir tanrı figürü. En başta yargıların oluşturduğu egoların kendi ideallerini getirdiği için putlaştırdıgı bir evrenden bahsedilir. bizler etrafımızdaki her yargıyla beraber bir ideali putlaştırıyoruz. Etrafımızdaki her insan için bunu yapıyoruz. bir insana baktığımızda o insanın öyle olduğunu değil, nasıl olması gerektiğiyle ilgilendiğimiz için bizler toplumsal bir put yaratıyoruz. Ve bizim ünlüler diye atfettiğimiz örnek insan diye atfettiğimiz televizyonlarda çıkarttığımız ve nasıl davrandıklarıyla ilgilendiğimiz insanlar, toplumsal tanrının örnek gösterdiği ideal yargı paketleridir. Biz onlara bakarak böyle olmalıyız deriz. Zenginler, ünlüler, şarkıcılar, peygamberler veya başarılı olduğunu düşündüğünüz toplum tarafından pompalanmış diğer kişiler hepsi birer örnek toplumsal figürdür. ve toplumsal kendi içerisinde zorbadır. Teistik düzenle ilgili problemler sadece bu kadar değildir. Ancak en azından toplumsal tanrının nasıl oluştuğu ile ilgili bir fikir edinebilirsek; teistik düzen ile alakalı bazı arka kapılar bulacağımıza inanıyorum. Bu arka kapılarda en nihayetinde teistik düzen mi? yoksa insan egosunu yenip hakikate çıplak baktığı bir düzen mi ? Bu ikisi arasında seçim yapmak bize optimum düzeni bize getirecektir. çünkü burada bir ayrıntı var. Bizim başkalarını eleştirmek için kullandığımız yargılar, başkalarının bizi eleştirmek için kullandığı yargılarla tıpatıp aynıdır. Yani biz aslında dışarıdaki insanların cezalandırılması veya affedilmesi ile ilgili değil, kendimizin cezalandırılması veya affedilmesi ile ilgili yargılardan muzdaribiz. Önce bunlardan kurtulmamız gerektiğini düşünüyorum. -
+1
hiçlik ve yokluk üzerine
Bir şeyin varlığından bahsedebiliyorsak yokuluğundanda bahsedebiliriz. Bu dualitel mantığın bir ürünüdür. Yani bir yargınız varsa elinizde onun karşısına bir yargı koyabilir ve aynı küme içerisinde üzerine konuşabilirsiniz. Bu varlık ve yokluk içinde geçerli fakat hiçlik daha farklı bir şey.
Fiziksel anlamda hiçlik, fiziksel uzayın olmadığı kümelere denir ve hiçlik sözcüğü fizik içerisinde incelenemez.Bu ilginçtir çünkü biz fiziğin içerisinde varlığı veya yokluğu inceleyebiliyoruz. Birşeylerin var yada yok olduğuna karar verebiliyoruz. Ancak birşeyin hiç olduğuna karar veremeyiz, hiçliğin varlığına karar veremeyiz veya fiziksel anlamda hiçliğin üzerine herhangi birşey söyleyemeyiz. Fakat felsefi düzlemde hiçlik söz konusu olabilir. Hiçlik; üzerine konuşulmaması demek lakin şu şekilde anlaşılabilir, birşey var üzerine konuşamıyoruz ve buna hiçlik diyoruz. Önceki yazdıklarımda hakikat üzerine yargılarda bulunuyorum. Hakikat şöyledir, böyledir bu şuna benziyor; hakikat var ve hakikat üzerine konulmuş yargılardır. Ancak ben bunu demiyorum. Hakikatten bahsederken o şeyin dualitel mantıkla incelemeyeceğinide söylüyorum. Yani hakikat var, hayır. Hakikat yok, o da hayır. Varlık ve yokluk gibi ikilemlerden muaf birşey olması gerekir hakikatin. Bu durumda yaptığımız bir çok gündelik tartışmalara yeniden bakmamız gerekebilir. inanç tartışmalarında varlık veya yokluktan bahsediyorsak ( birşey vardır veya yoktur) öncelikle yaptığımız tartışmanın dualitel mantığın çerçevesinden dışarıya çıkmadığını görmek lazım. Birşey ya vardır ya yoktur bu en başta felsefi anlamda sadece belirli bir kümede incelenebilecek birşeydir. Felsefi anlamda varlık veya yokluğun dışında başka şeyler söz konusu olabilir. Hiçlik bunlardan bir tanesidir.
Hiç üzerine felsefi anlamda ne gibi yargılar konulabilir ? Öncelikle hiç yanında karşıtını getirmez. Yokun karşıtı vardır. En çok hiç ile karıştırılan yokun karşıtı vardır. Hiçin karşıtını belki dil bilimciler hep olarak kullanabilirler ancak hep bir sıfattır. Hiç ise durumdur. Hepi tanımlamak zorunda kalsaydım bahsettiğim şeye her referans verdiğimde aynı sonucu alıyor olsaydım buna hep derdim ve bunun karşıtı referans verdiğim şeye aynı sonucu almamak olurdu. bu durumda hepin karşıtı hiç değil bazen kelimesi olacaktır. Hiç dediğim gibi herhangi bir duruma verilen sıfat değil onu işaret eden birşey değil. Hiç kendi kendine bir durumdur. Peki felsefi anlamda başka ne gibi yargılar konulabilir? Melesa karşıtının olmadığı bir yargıdır. Refere edilemeyecek olması bir yargıdır. Yani karşıtı olmadığı gibi kendisinden bir tane daha da yoktur. Hiçler diyemeyiz bu anlamsız bir kelime olacaktır. Bu durumda kendisinden birden fazla olduğunu söyleyemeyiz acaba kendisinden bir tane olduğunu söyleyebilir miyiz? Yani birden fazla yok peki bir tane mi ? Hiç öyle bir durum ki biri de içerisinde içermeyecektir. başka bir yargı olarak, hiçliğe bakış nasıl olacaktır? Hiçliğe bakış algıya neden olmayacaktır. Yapısalcı felsefenin temelinde semiyotik denilen bir şey var. Semiyotik; algılayıcının algılanan ve sinyalle olan ilişkisini inceler. daha doğrusu bir düşünce biçimi. Semiyotik anlamda hiçliğe baktığımızda şunu görüyoruz. Algılanacak olan şeyden bir sinyal gelmiyor. Yani algı oluşturmuyor. Şimdi bu yazıyı okuduğunuzda bu yazıyı yazan kişi ve harfler vasıtasıyla size bir gönderimde bulunuyor. Bu kelimeler siz tarafından algılanııyor ve yorumlanıyor. işte bu semiyotiktir. Gönderen ben algılayan olan siz ve sinyal olan harfler. Hiçi bu üçgende gönderenin yerine koyduğumuzda hiç herhangi bir sinyal oluşturmadığından dolayı algı oluşturmayacaktır. Yani üçgeni tamamlayamayacaktır. Bu durumda hiçlik semiyotik anlamda değildir. Bu bir yargıdır. Hiç ve yok arasındaki fark buradada çok net bir biçimde görülmektedir. Birşeye yok diyebilmek için öncesiden var olmuş ve bir algı oluşturmuş olmamız gerekir. Yani birşeyin yokluğundan bahsedediyorsak o şey daha önce var demektir veya varlığından bahsedilebilir demektir. işte hiçlik daha önce varlığından bahsedilmiş bir duruma kullanılmaz.
Yine hiçliğin gündelik anlamda kullanımına geri dönelim. Mesela hiçten gelmek gibi bir kullanım vardır. Evren hiçten mi gelir? hayır evren yoktan gelir. Yok ne demektir? Bir şeyin olmadığı hali. demek ki evren hiçten gelmemektedir. Peki bu evrenin içerisinde hiç üzerine nasıl felsefi yargılar koyabiliyoruz? Bizim koyduğumuz felsefi yargılar var olan felsefi yargıların yanlışlamasından ibaret. Hiçlik refere edilemez, hiçlik üzerine matematik yapılamaz, hiçlik semiyotik anlamda bir üçgen oluşturmaz. Bunlar bizim varlık dediğimiz küme içerisinde kullandığımız düşünce biçimleri ve biz bunların yanlışlamalarını yaparak hiçliğe dair yargılar koyabiliyoruz. Yani biz aslında kümemiz içerisinden hiçliğe dair yargı koyamıyoruz. Peki hiçlik bu durumda nasıl söz konusu olabiliyor? En büyük sorulardan bir tanesi bu. Bu yine bulunduğumuz kümede hiçliğe dair bir yanlış yaptığımızı gözler önüne seriyor. Çünkü hiçlik söz konusu olamıyor olmak zorundadır.
Etimolojik olarak hiçliğe baktığımızda hiç sözcüğü türkçede sadece hiç anldıbına gelir. Eski türkçedede hiç yani heç anldıbına gelir. Fakat yok sözcüğü kalmayan anldıbına gelir. Bir zamanlar varmış, kalmamış yoddan gelir. bitmiş manasında. Hiç sözcüğü bizim üzerine konuştuğumuz bir sözcük ise bu durumda bahsettiği şeyi ifade edemiyor demek. onun üzerine konuşamıyoruz fakat ona işaret edebiliyoruz. Yani hiçlik yada hiç kelimesi hiçten bahsetmiyor fakat ona işaret ediyor. Burada Buda'nın hakikat ile ilgili bahsettiği bir örneği vermek istiyorum. Ay'ı gösteren parmak ay'ın kendisi değildir. Yani parmak sadece işaret eder fakat ay ile ilgisi yoktur. Ayın bulunduğu yerde değildir, ona ait değildir. Sadece ona doğru işaret eder. Hiç kelimesi algı oluşturmayan başka bir şeye işaret etmektedir. Fakat bunu biz hiç kelimesine bakarak göremeyiz. aynı parmağa bakarak ayı göremeyeceğimiz gibi. işte hakikatten bahsederken ve çok fazla yargı koyarken bir çok etimolojik yanlış yapıyorum. Bir çok kelimeleri cümle içerisinde yanlış kullanıyorum. Mesela hakikat böyle böyledir diyorum halbuki hakikat üzerine yargı konulamaması gerekir aynı hiçlikteki gibi. Hiçlik örneğini veriyorum çünkü hakikati anlatabilmek için onun konumunda başka bir şeyi anlatmak lazım.
Hiçlik dediğimizde aklımıza siyah bir tablo gelebilir. Ancak o bir siyah tablodur. Hiçlik varlığın yada yokluğun söz konusu olmadığı şeydir. işte burada dualital mantığımızın çöktüğü artık tanımlayamayacağı başka bir sınırı geçmekteyiz. buradan sonrası çöldür. Yani mantığın düzlemi, mantıktan bahsedilen, bilginin nasıl erişileceği ile ilgilenilen şeyin düzlemi çok fazla bilgi içermez. Hiçlik, Hakikat bunlar erişilemeyecek haldelerdir. Yolları belirli değildir. Bir patikalar çizilmemiştir. Çizilmiş olan patikalar ise sadece belirli bir yerin içerisinde dolanmaya yarar. işte bu yerin adı evren. Bizler hiçlik veya hakikat ile ilgili herhangi bir yargı koyamıyor olmamızın sebebi de bizim bu evrenin kurallarıyla düşünmeye devam ediyor olmamız. Bu vesileyle gözlemci ve hakikat arasındaki ilişkiye geri dönmek istiyorum. Bahsedilen hakikat gözlemci değildir. Biz gözlemci deyince aklımıza tanrı figürü geliyor olabilir, çok büyük bir yanlıştır. Gözlemci bu düzleme bakan demektir. Bu düzlemde evrendir ve hakikat ile ilgili eriştiğim sonuçta hakikatin bu evrenin içinde olmadığı, gözlemci bu evrene bakıyor demekki gözlemci hakikat değil. Gözlemci bu evrene bakan ve bu evrenden ibaret olan bir şey. Peki o zaman hakikat ile olan ilişki nasıl çözülecek? Biz bu evrene bakarak hakikati göremeyiz. Fakat bu evrenin işaret ettiği yere bakarsak orada hakikati göreceğiz. -
0
toplumsalım tekamülü
Her zihnin bir yolu, bir ilerleyişi vardır. Buna tekamül diyoruz. tekamül; eski dilde evrim, olgunlaşmak, kemale dogru ilerlemek anldıbına geliyor. Ve her zihin bunu yapar. Hatta zihin olmadan, bir iradeye sahip olmayan varlıklarda tekamül halindedir. Evrende tekamül halindedir. ilerlemesi, olgunlaşması vardır. Her adım bir önceki halinin üzerine koymaktadır. insanın zihninin yoluna baktığımızda, 7 tane büyük basamak görüyoruz.
Bu basamakların ilki insan zihninin henüz dünyaya yeni gelmiş olduğu durumdur. sadece yaşayıp yaşamadığıyla ilgilendiği ve hayatta kalmaya çalıştığı durumdur. Bu zihin durumundayken irade; sadece ve sadece yaşamakla ilgilenir. Başka hiç bir normun varlığıyla ilgilenemez.
Bir sonraki basamak; insanın çocukluk döneminde farkına vardığı ve cinsiyetinin keşfiyle ortaya çıkan basamaktır. Bu basamakta zihin, nasıl bir şeye benzediği ile ilgili fikirlerle ilgilenir. Neye benziyorum?
Üçüncü basamak ise insanların şuan çoğunluğunun içinde bulunduğu zihin durumudur. Benliği; buyum bu kişiyim ve bu kişiden ibaretim der. sadece bu kişinin ne olduğu ile ilgileniyorum durumudur. benlik, zihnin ergenlik döneminde gelişmeye başlar. kişiliğini oluşturmaya calısır ve bu kişilik üzerine yatırım yapar. insanın kendi kişiliğinin üzerine yaptığı yatırımdan başka bir yatırım yapmaması çok sık rastlanan bir durumdur. Sadece nasıl bir ben olduğu ile ilgilenebilir insan. Toplumumuzun çoğu bu basamaktadır ve bu benlik toplumsal bir kimliğede izin verir. toplumsal kimlik dediğimiz dışarıdaki insanlarla aramızdaki ilişkiyi düzenleyen maskelerde bu basamakta ortaya çıkan ayrıca başka bir kimliktir.
Toplumsal kimliğin ortaya çıkarttığı toplumsal tanrı; bu kimliklerden ibaret olan, bu kimliklerin bir yansıması olan ve üstte duran bir zihindir. Burada şu soru ortaya çıkmaktadır. Her zihnin bir tekamülü varsa hatta zihni ve iradesi olmayan durumların bile bir tekamülü varsa toplumsal zihnin neden olmasın ? Bir tekamülde ise nerededir? Bunu tespit edebilmek için toplumsal zihnin davranışlarına bakmamız lazım. toplumsal zihin ne ile ilgileniyor ve neyle ilgilenmiyor ? Toplum, dev bir benlik ağıdır fakat bu benlik ağı o kadar yenidir ki yeni dogmus bebekten farksızdır. insanlar henüz toplumsal yaşama uyum sağlayabilmiş halde değillerdir. toplumsal yaşam, insanların tarihinde çok geç dönemde ortaya çıkmış durumdur. insanların neredeyse milyon yıllık bir tarihleri vardır ve bu milyon yıllık tarihin yüzde doksanda toplumsal halde değillerdir. geniş ailelerden ibaret göçen ve bu yuzden diğer insanlarla olan ilişkileri düzenleme konusunda farklı çekinceleri olan bir türdük. Şimdi ise çok farklı bir türüz. Öncelikle şehirlerde yaşıyoruz. Şehirlerde yaşamasak bile bir çok insanla bir arada yaşıyoruz. Bu kadar kendi türüyle bir arada yaşamaya evrilmiş başka bir memeli yoktur. bizler yanımızda milyonlarla beraber yaşıyoruz. Örneğin şuan içinde bulunduğum şehirin nüfüsu 10 milyonun üzerinde. 10 milyon kişiyle bir arada yaşıyorum .On milyon kişiyle bir arada yaşamaya uygun bir zihin geliştirmem gerekir. Ancak bu durum o kadar yeni ki toplumsalda oluşturduğumuz o tek zihin, henüz bebeklik aşamasında ve bu yüzden sadece var olup olmaığıyla yaşam sürdürebilip sürdüremediğiyle ilgileniyoruz. bunun örneklerini en fütüristik bilim kurguya kaçan eserlerimizde görebiliriz. insan ırkı durmadan kendi yaşdıbını kurmak için bir yerlere kaçar. bilim kurgulardaki hikayeler çok nadiren bunun ötesine geçebilmiştir. Hep toplum kendi yaşdıbını devam ettirebilmek için başka gezegenlere, yerlere kaçar. henüz toplumumuz kendini tehtid altında görmektedir ve yok olmasından kormaktadır. bu yüzden sadece yaşamakla ilgilenmektedir.
Peki toplumun tekamülünün bir sonraki basamağa geçtiğinde ne olacaktır? Toplum öncelikle neye benzediğinin farkına varacaktır. Henüz toplumumuz neye benzediğinin farkında değil. Sadece Yaşamakla ilgileniyor. toplumumuzun neye benzediğinin farkına vardığında, toplumsal bilinç bir sonraki basamağa geçecektir. Benlik.
Her zihin, içerisinde benlikleri ve diğer tüm basamakları içinde barındırmasına rağmen henüz bulunduğu durum yüzünden o basamakta olduğunu söylüyoruz. Toplumsal zihin, benliğine eriştiğinde Aldous Huxley'in Brave New Wolrd'undaki gibi bir felaket olacaktır. Çünkü benlik durumundaki bir zihin sadece ve sadece kendi üzerine yapılan yatırımla ilgilenecektir. Şuanda toplumumuz, yaşama kendi yaşdıbını sürdürebilmek için olan yatırımlarla ilgilendiğinde bile ne büyük felaketler çıkıyor. Ve bunu kendi gelişimi için yaptığında çok daha farklı sorunlar ortaya çıkacaktır.
Peki sonraki basamaklarda ne vardır? sonraki basamaklar aslında çok fazla önemli değil. Yani şuanda içinde bulunduğumuz durum, bu benlik basamağı o kadar yaygın ve o kadar tehtid içeriyor ki sonraki basamaklar henüz gündemde bile değil. Henüz kendi yaşdıbını idame ettirmek üzerine çırpınan ve yapabildiği tüm fütüristik ileri görüş kendi yaşamımı burada değil de başka bir yerde başka bir yerde devam ettireceğim olan bir toplumsal tanrıdan bahsediyorum. Peki bu tanrının despotluğu gerçekten anlamlı olur muydu ? Ünlü bir fransız edebi eser olan Gargantua ülkeyi yöneten ancak çok bebeksi hislerle yaşayan hiç durmadan yemek yiyen kocaman bir kraldan bahseder. Gargantua etrafındaki insanların ondan ne beklediklerini bile bilmemektedir. Sadece yaşdıbını devam ettirebilmek ile ilgilenen ve herhangi bir şeyin üzerine koyamayan, oldukça kıt zekalı bir kraldır. Ve fransızlar kralları ve monarşiyi bu şekilde eleştirmişlerdir. Günümüzde belki monarşi bir tehtid değildir fakat kralların yerine koyduğumuz o toplumsal tanrı gargantuadan farksız. ve onun tekamülünü ilerleteceksek bile önümüzde daha çok zorlu bir yol olduğunuda bilmemiz gerekir.
Bu alınacak bir risk midir? şahsım adına bu oldukça gereksiz bir risktir. toplumsal düzen varlığını sürdürmemizin gerekli olmadığı bir düzendir. Hiç bir kara memelisi kendisinden 7 milyar tane ile bir arada yaşamak üzerine evrilecek zihne sahip değildir. Ve bunu bu kadar hızlı gerçekleştirmiş olması ve getirdiği sorunlar da bu zorlu yolun sonumuz olacağını bize gösteriyor. oldukça büyük bir kumar oynuyoruz. toplumsal tanrı ile. -
0
az önce iphone 5s aldım şarja takayım mı
ilk şarjı bitir sonrada fullenene kadar takılı dursun sonra telefonu titreşime al bana numaranı ver teli zütüne sok çaldırırım ben -
0
lenovo z5070 ekran kartı
beyler ikinci el Lenovo Z5070 almayı düşünüyorum. acaba bu makinanın iki tane mi ekran kartı soketi var çünkü dıbına kodum oğlu böyle yazmış yardımcı olun lütfen alayım mı ?
4 GB EKRAN KARTI (2GB NViDiA GT820M + 2GB INTEL HD4400) - daha çok