- 12 / 45 / 53 entry
- 24 başlık
- 269.60 incipuan
halitemre1 oybirinci nesil silik
-
0
nilayin gotunu guzel gibtim
Yeniden hızlanmaya başladığımda Nilayın çığlıkları da artmaya başlamıştı. “Nasıl baldız, o zütünü sallayıp beni azdırmaya benziyor mu?” dedim. Baldız da, “Yok enişte, senin gibine helal olsun bu zütüm!” diyordu. 66 pozisyonunda biraz daha gibtikten sonra sırt üstü yatırdım ve am giber gibi zütünü gibmeye devam ettim. Nilayın altımda gözleri kaymış, inleyerek dudaklarını ısırıyordu... zütünü giberken klitorisiyle de oynamaya başladım. Baldızın amından yine sular akarak orgazm olunca, “Baldız önden gireyim mi? Patlatayım mı?” dedim. Baldızın gözler birden kocaman açıldı ve “Yok enişte sakın ha! Annemler patlak olduğumu öğrenince biterim ben! Hem sonra evde kalırım, patlak bir kızla kim evlenir ki?” dedi. “Seni patlak halde almayacak adamın taa dıbına koyayım ben!” diyerek zütünü hızlı hızlı gibmeye devam ettim. Artık ben de boşalmaya yaklaşmıştım gibimi zütünden çıkarıp yukarı kaydım ve gibimi Nilaya uzattım. Nilay gibimi ağzına aldığı gibi saksoya başladı. “Nilay geliyorum!” deyince ağzından çıkardı ve eliyle 31 çektirmeye başladı. “Hadi hadi!” diyerek hem asılıyor, hemde gibimin başına öpücükler konduruyordu. Sonunda boşaldım. Döllerim yüzüne fışkırmış, ağzı yüzü döl içinde kalmıştı. Nilay gülerek, “Enişte yüzüme süt sağmış gibi oldum!” * dedi. Sonra gibimi tekrar ağzına aldı yalayarak temizledi. Nilayın yüzünü çarşafla sildim ve birbirimize sarıldık uyuduk. Sabah kalktık birlikte banyoya duş almaya girdik. Baldıza bir kez de banyoda sabunlu sabunlu zütten kaydıktan sonra istanbula hareket ettik. -
-1
nilayin gotunu guzel gibtim
Kayınpederlere yatılı gittiğimizde baldızım Nilayın o beni azdıran zütünü gördükten sonra birdaha unutamaz olmuştum. Nezaman aklıma gelse gibim kalkıyor ve baldızımın zütünü gibme fantazileri kuruyordum. Evet, ne yapıp edip baldızın zütünü mutlaka gibmem lazımdı. Fakat aradığım fırsat birtürlü elime geçmiyordu. Baldızıma Üniversitede derslerinde çok başarılı olduğu için Fransadan özel bir kuruluşun bursunu teklif etmişler. Baldız da kayınpederlerle konuştuktan sonra kabul etmiş. Akademik kariyerini yükseltmek için okuluna Fransada devam edecekti. Bize geldiğinde karımla bu konu hakkında konuşuyorlardı, pasaport işlemleri için Ankaraya gitmesi lazımdı. Karımla öyle konuşurlarken, Nilayı belki Ankarada giberim düşüncesiyle, karıma, “Ben zütürürüm Nilayı Ankaraya, zaten Ankarada görüşeceğim bir firma var, epeydir erteliyordum!” dedim. Karar almıştık, Ankaraya Nilayla birlikte gidecektik. Gideceğmiz gün arbamla erkenden yola koyulduk. Nilay sıkı kumaş bir pantolon giymiş, üstünde beyaz bir bluz, bir de siyah yelek vardı ve göğüsleri yine fora olmuştu. Bir süre yol katettikten sonra Nilaydın da bana karşı bir zaafı olduğunu anladım, hep derin derin gözlerime bakıyor, arada bir bakışları gibime kayıyordu. Baldızım Nilay çok muzur, neşeli ve espirili bir kızdı, durmadan açık saçık fıkralar anlatıyor ve bana da anlattırıyordu. Ben anlatınca, “Çok komiksin be enişte!” * deyip, bacağıma elini koyuyor, kasıklarıma dokunuyordu. Benim gibte kalkmaya başladı tabi. Nilay kalkan gibime bakarak, “Enişte tuvaletin geldiyse bir yerde durda git istersen!” * dedi. Ben utandım o an, “Yok Nilaycığım... ” dedim. Sonradan düşündüm de, Üniversiteye giden bir kız gibin kalkmasıyla tuvalete gitmenin bir alakasının olmadığını bilmez mi? Bilir tabi, baldız bunu muzurluk olsun diye söylediğini adım gibi biliyorum. Bence gibimin kalktığının farkında olduğunu hissettirmek için söyledi bunu... Neyse bu şekil espirilerle Ankaraya vardık, Nilayın pasaport işlerini hallettik, ben de iş yaptığımız bir firmayla kısa bir görüşmede bulundum ve Ankarada yapılacak işler bitmiş oldu. Normalde hemen istanbula dönmemiz gerekiyordu, fakat Nilay, “Enişte yol çok yorucu, bu gece otelde kalalım, yarın döneriz!” dedi. Benim de canıma minnet tabii, belki otelde bir fırsat bulur giberim düşüncesiyle hemen, “Tamam kalalım!” dedim. Bakanlıklarda biraz gezdikten sonra bildiğim güzel bir otele gittik. Resepsiyona vardık 2 tane oda tutcaktım, Nilay beni kenara çekti ve “iki odaya gerek yok enişte, aynı odada kalırız, yabancımıyız?” dedi. “Kızım ablan duyarsa ikimizi de öldürür valla!” dedim. “Yok yaa, aynı odada kaldığımızı söylemeyiz ki enişte!” * diye sısrar edince, ben de tek oda tuttum ve çıktık odamıza... Odaya ve banyoya falan şöyle bir baktık, eşyalarımızı koyduk. Önce ben bir duş aldım ve külodumla bornozu giyip çıktım banyodan, tabi aynı gün döneceğimiz için ikimiz de pijama falan almamıştık yanımıza. Benden sonra da baldızım duş aldı ve o da bornozla çıktı. Ben yatakta uzanmış TV seyrediyordum, baldız geldi yanıma uzandı. ikimiz de bornozlayız. Baldız pis pis sırıtarak, bornozumun üst kısmından elini soktu ve göğüslerimin kıllarıyla oynamaya başladı. Ben birşey olmamış gibi TV seyrediyorum, Nilay uyuz oldu ve “Enişte bana baksana bir!” dedi. Yüzümü baldıza çevirince dudaklarıma yapıştı ve uzunca öptü, “Nasıl, hoşuna gitti mi enişte? Seni arzuluyorum!” dedi. “Valla Nilay ne diyeyim, sizde kaldığımız o gün, o tangalı zütünü gördükten sonra benimde sana karşı zaafım başladı!” diyerek ben de baldızı öptüm ve ateşli bir şekilde öpüşmeye başladık... Baldız, “Ablamın sana artık yetmediğini biliyorum enişte!” dedi. Ben de, “Ablanın laçkalaşmış dıbını gibmekten sıkıldım, zevk vermiyor artık ve ablana gibim kalkmıyor! Ama o gece sizdeyken seni o halde görünce kalktı ve seni düşünerek gibtim ablanı!” dedim. Baldız sırıtarak, “O gece ablamı çığlık çığlığa nasıl inlettiğini duydum enişte!” * dedi ve bornozumun önünü iyice açarak elini külodumdan içeri soktu, kalkmış gibimi okşamaya başladı. Ben de onun bornozunu açtım ve pembe sütyeninden aşan göğüslerini kurtarıp yalamaya başladım. Taş gibi sert göğüsleri vardı, uçları fındık gibi sertleşmişti. Nilay göğüs uçlarını ağzıma bastırıyor, “Em enişte, ohhhhh! Ye onları!” diyordu. Nilayın bir göğüslerine bir dudaklarına yapışıyordum. Nilay da, “Evet enişte, ohhhh!” diyerek gibimi külodumdan çıkarmış 31 çeker gibi asılıyordu... Bir süre sonra doğrulduk, ikimiz de bornozları tamamen çıkarıp kenara attık. Baldızı boynundan öpmeye başladım, bir yandan da tangasının ipi arasına girmiş zütünü elliyordum. Nilay beni sırtüstü yatırıp külodumu tamamen çıkardı, üzerime eğilerek gibmi eline aldı ve yavaşca yalamaya başaldı. iyice zevke gelmiştim, baldız yaladıkça gibim gittikçe sertleşiyor ve büyüyordu. “Woowww enişte, gibinde süpermiş!” diyerek yalamaya devam etti. Pembe rujlu dudaklarıyla gibmi emerken bir yandan da taşaklarımı avuçladıkça ben kendimden geçiyordum resmen. Memnuniyetimi, “Sen de az değilmişsin baldız, ne hünerlerin varmış öyle!” dedim. Nilay gibimi yalamayı bırakıp tangasını çıkardı, yatağa sırtüstü uzanarak bacaklarını ayırdı ve “Hadi enişte, biraz da sen yala!” dedi. Gözümü baldızın yeni traşlı kaymak gibi amından alamıyordum. Tabii ablasının laçkalaşmış amı nerde, tazecik genç kız amı nerde! Üstelik bildiğim kadarıyla da bakireydi henüz... “Sana şimdi ince ayar çekeceğim baldız!” * diyerek hemen yumuldum baldızın dıbına ve yalamaya başaldım. Klitorisini emiyor, dıbının dudaklarını yiyordum resmen. Am dudaklarını parmaklarımla aralayıp dilimi soktuğumda, baldız kıvranmaya başladı. O kadar küçük ve dar am deliği vardı ki, dilimi bile tümden sokamıyordum, kesin bakire olmalıydı. “Kız bu ne böyle, amın hiç açılmamış, kimseyle gibişmedin mi daha?” * dedim. “Yok enişte, bakireyim daha, ama zütümü çok deldiler!” * dedi. dıbını yalarken zütünü de parmaklamaya başlayınca, Nilay titremeye ve o ince sesiyle inlemeye, küçük küçük çığlıklar atmaya başladı ve sonunda orgazm olarak ağzıma akıttı sularını. dıbının sularını da yalayıp yuttuktan sonra Nilayı yüzükoyun çevirip züt deliğini yalamaya koyuldum. iki elimle zütünün yanaklarını ayırıp, gömlek düğmesi gibi küçük büzüğünü dilliyordum. Bir yandan da, bunu zütten nasıl gibtiler acaba, zütü sanki hiç gibilmemiş gibi duruyor diye düşünüyordum... Parmaklayarak züt deliğini biraz alıştırdıktan sonra baldızı dörtayak üstüne getirip iyice domalttım ve arkasında yerimi aldım. gibimi tükürükle ıslatıp, züt deliğine de bolca tükürdükten sonra, gibimin başını sokmaya çalıştım. Fakat bir türlü sokamadım, gibim zırt pırt aşağıya kayarak dıbını yokluyordu. Nilay korkuyla titrer vaziyette, “Enişte sakın önden girme, arkadan istediğin kadar yap!” diyordu. “Tamam hayatım, önden yapmayacam, fakat arkana da girmiyor!” dedim. “Dur enişte çekil, bana bırak!” dedi. Beni yatağa sırt üstü yatırdı ve kendisi bacaklarını ayırarak, yüzü bana dönük halde, ata binermiş gibi üstüme çıktı. gibimi eliyle kavrayıp zütünün deliğine denk getirip yavaşça gibime oturmaya başladı. Dudaklarını ısıra ısıra ve yüzünde buruk bir ifadeyle gibimin başını almıştı. Hafif hafif oturup kalka kalka sonunda hepsini aldığında gözlerini yumarak bir ohhh çekti... Üstümde bir süre hareketsiz kaldıktan sonra inleyerek yavaş yavaş inip kalkmalara başladı. 3-5 dakika sonra artık resmen çığlıklar atarak zıplıyordu. Artık ben de alttan zütüne hızlı hızlı pompalıyordum. Ben alttan bastıkça Nilayın çığlıkları bağırmalara dönüştü. Nilay artık kumandayı bana bırakmış, kendisi saçlarıyla oynuyordu. Arada bir, “Ohhh harikaaa! Bitirdin beni enişte!” diye inliyordu. Nilayın havada uçuşan göğüslerini sıkarak zütünü bir süre bu pozisyonda gibtikten sonra, bu sefer sırtını bana dönerek oturdu gibimin üstüne ve öne eğilerek ayak bileklerimden tutundu. Artık gibimin zütüne giriş çıkışlarını daha net görebiliyordum. Bir süre sonra gibimi zütünden çıkarmadan Nilayı dörtayak domalttım ve zütünü gibmeye devam ettim. Hızlı hızlı zütüne girip çıktıkça taşaklarım da dıbına çarpıyor ve makineli tüfek gibi ‘şap şap şap’ sesleri çıkıyor, Nilayın, “Of of enişte!” seslerine karışıyordu... Yorulmuştum fakat boşalmama daha çok vardı, gibim zütündeyken Nilayla birlikte yan yattık, 66 olduk, biraz soluklandık. Nilay, “Off enişte, zütümü patlattın, okuldan o kadar genç erkek gibti bu zütü, seninki gibi giblerini içimde dolu dolu hissetmedim!” dedi. Biraz dinlendikten sonra tekrar yavaş yavaş zütüne girip çıkmalara devam ettim. Bu arada göğüslerini de yoğurmayı ihmal etmiyordum.
ALINTIDIR -
+9 -3
kuzenimin arkadasini gibtim
Ben 22 Yaşında 1.85 Boyunda 76 Kiloda Bi Sporcuyum. Bundan 5 Sene Önce Ankarada Yaşıyor Duk Ailemin işleri Yüzünden istanbul Beşiktaşa taşındık. Neyse Konuya Dönelim Yazıp Yazmamak Konusun da Çok Tedirgin Oldum Acaba Tanıyan Biri Okurmu Diye Ama En Sonunda Gözümü karartıp Yazdım. Ankarada Yaşarken Sürekli Teyzemlere Gidip Gelirdim. Neyse Yaz Tatili Geldi Okullar Kapandı Falan Ben Tey zemlerde Kalıyorum Kuzenimle Geceleri Dışarı Çıkar Parkın Orada Sigara içerdik Bi Marifetmiş Gibi. Neyse Mu habbet Koyulaştı. Laf Döndü Dolaştı Kızlık Bozulmasına Geldi. Ben Yokluyorum Hani istiyorsa Anlayım Diye. Masdurabasyon Yapıyomusun Diye Sordum O Ne Dedi. Şaşırdım yani Parmaklıyomusun Dedim, Güldü Amımı değil zütümü Dedi. Nerde yapıyon Kızım Okadar Adam Var Evde Dedim. Tuvalete Girip Yapıyorum Çokta Güzel Oluyor Valla Dedi. Neyse Eve Gittik Yatacaz. Bu Üstüne Kısakollu Giymiş içinde Hiç Bişey Yok Uçlarıda Meydanda. Sabaha Kadar O iri Göğüsler Gözümün Önünden Gitmedi. Diyeceksinizki 15 Yaşındaki Kızın Ne Göğüsü Olacak Ama Öyle Göğüs Görmedim Hayatımda Bunu Bilin. Neyse Sabah Saat 6: 30 Falan Kalktım Neyse baktım Benimki Dikilmiş Tuvalete Gidiyim diye Çıktım Benim Kaldıgım Odayla Kuzenimin Yattıgı Oda Yan yana Çıktım Kapıdan Esniyerek Kafamı Çevirdim Şok Oldum kaldım. Güzelin Göğüsleri Elinde Masturbasyon yapıyor Kapının Arasından Bakıyorum Gözleri Kapalı Bi Ara Eli dıbına Gitti. içeri Girdim Sessice Hemen Toplanmaya Çalıştı Dur Dur Dedim Kapıyı Kapttım. Napıyosun dedim Sen Nabıyosun Asıl Falan Dedi. Bi An Dondu Kaldı Gözü Benimkine Takıldı. Tamam Anladın Artık Ne Yaptıgımı Hosuna Gitti Heralde Çık Dısarı Dedi. Neyse Çık tım. Gittim Tuvalete işimi Gördüm Elimi Yüzümü Yıkadım Çıktım Karşımda Duruyo Kuzenim. Anneme Falan Sakın Söyleme Bak Küserim Yoksa Dedi. Yok Söylemem Ama Bunu Konusacaz Dedim Ne Konusması Falan Dedi Ben Gittim Odaya Açtım Televizyonu izliyorum Neyse Yanıma Geldi Kapadı Kapıyı Üstüme Yorganı Almıstım. Oda Girdi Yorganın içine Üstünü Falan Değiştirmiş içine Sütyen Falan Giymiş. Hadi Konusalım Dedi Olmaz Biri Kalkar Duyar Falan Dedim Bişi Olmaz Dedi. Peki Dedim Fısıldıyarak konusuyoruz. Tv nin Seside bastırıyor Sesimizi. Gördüğünü Kimseye Söyleme Kuzeniz Nasıl Olsa Falan Diyo Merak Etme Söylemem Ama Kızlıgın Bozulursa Görürsün Falan Ayakları yapıyorum Ben Yok Korkma Okadar ileri Sokmuyorum Ovalıyo rum Dedi. iyi Neyse Tamam Sus Dedim. Neyse Herkez Kalktı Falan Sofrayı Hazırlıyor Teyzemle Bu. Her Eğild iğinde Kesin Çatalı Görünüyor Neyse Oturduk Sofraya Eniştemle Muhabbet Ediyoruz. Esra Eniştemin Hemen yanında Oturuyor neyse Kahvaltıyı yaptık Teyzem Sofrayı Topla Dedi Esraya Esra Ayaga Kalkarken Pantolon Düşer Gibi Oluyo Hemen Çekiyo. Neyse Bi An Pantolon Baya Bi indi Farkında Değil Bu Gözüm Takıldı.
ALINTIDIR -
0
evli kadını ormanda gibtim
ALINTIDIR
mrb arkadaşlar anlatacağım olay tamamen gerçektir sadece isimler değişmiştir.ben istanbulda yaşıyorum aslen ismim hakan 36yaşındayım kendi işyerimi işletiyorum.bir kış günü msn adresime bir ekleme daveti geldi ve kabul ettim serpil adında 40 lı yaşlarda bir kadın eklemişti.oan msn adresimi nerden aldığımı sordum. daha önce msn de görüştüğüm ama gerçekte görüşmediğim evli bir çift vardı. çiftin kadınıyla aralarında konuşurken kadın benimle msn de görüştüklerini ama gerçekte görüşmediğimizi düzgün bir adam olduğumu anlatmış. serpilde adresimi eklemiş. kadın çok utangaçtı kamerta bile açmıyordu.biz serpille sadece sohbet ederek 1 ay kadar konuştuk ve ben sıkılmaya başladım artık onu kamerada görme zamanımın geldiğini yoksa onunla bir daha konuşmayacağımı söyledim. çok nazlanmasına rağmen bana kısada olsa kamera açacağını söyledi ve dediği gibi çok kısa kamera açtı. serpil 1.65 boylarında 70 kilo civarında esmer kısa saçlı bir kadındı ve çok bakımlıydı.biz serpille daha sık konuşmaya başladık ve cam açmaktan utanmıyordu artık.bu beni cesaretlendirmişti ve onu görmek istediğimi söyledim benden zaman istedi bende kabul ettim.ve 15 gün kadar sonra teklifime evet dedi. öğleden sonra 3 sıralarında buluşmaya karar verdik. serpil beylikdüzünde oturuyordu ve biz onunla migrosta buluştuk.oda arabasıyla gelmişti.ben arabamı migrosun ototparkında bırakıp onun arabasına bindik ve oradan çıktık kumburgazda plajın olduğu yere yakın bir yere arabayı parkettik. romantik aşıklar gibi sahilde ayakkabıları çıkarıp yürüyorduk.bir müddet sonra sarılıp kucaklaşmaya başladık.ama kadın sarılırken bile titriyordu. dudaklarını öperkenki çekingen ürkek halini görmeniz gerekirdi. sonra arabaya atlayp tekrar kendi arabamın yanına gittikve ayrıldık.msn de görüşmeye devam ediyorduk. artık onu arzuladığımı söylemeye başlamıştım ama bunu her söylediğimde yüzü kıpkırmızı oluyordu. onunla buluşmamızdan 20 gün kadar sonra tekrar buluşmaya ikna attim.ve aynı yerde buluşup onun arabasıyla gene kumburgaza gittik. sahilde yürük sarılıp öpüp koklaşıyorduk. havakar daha serin olduğundan kumburgaz sahili bomboştu. sahilden evlerin olduğu kısımlara çekiyordum yavaş yavaş dudaklarını öpüp ellerimi badisinden içeri sokup göğüslerini okşuyordum artık.ama ilerisine izin vermiyordu. -
-1
kuzenle gibisme
ALINTIDIR
Bu yaz dayımların yazlığına tatile gitmiştim ve henuz 19 yaşındaydım. Ama çok güzel memelerim ve çok çekici bir zütum vardı! Kuzenim Serkan benden 8 yaş büyük ve bekardı. Ama tam bir playboydu. Ona bayılıyordum. O ise benim farkımda bile değildi. Yakışıklı olduğu için çevresi kızlarla doluydu. Kızların ona olan ilgisi beni kıskançlıktan delirtiyordu. Ne yapıp yapıp onu ben elde etmeliydim! Bu şekilde planlar yapmaya başladım. Bir gün Serkan denize gitmeye hazırlanıyordu. Eve uğrayıp mayosunu alacaktı. Ben de o sırada evde yanlızdım. Serkan doğruca odasına giderek soyunmaya başladı. Mayosunu altına giyecekti. Ben aniden içeri girdim. Donup kalmıştı. Çırılçıplaktı. Mükemmel kaslı vücudu beni çok etkilemişti. Serkan, ilk şaşkınlığını üstünden atarak sakin bir şekilde giyinmeye başladı. Nasıl olsa heryerini görmüştüm! Bana “naaber?” dedi. Ben, “doğrusu vücudunun bu kadar güzel olduğunu bilmiyordum, ama yarağın oldukça küçükmüş!” diye alaycı bir tavırla dalga geçtim. Serkan, mahçup olmuştu. “Sen onu bir de kalkınca gör!” dedi. Ben “Hadi kaldır da görelim! Birşeyin değişeceğini sanmıyorum!” dedim. Serkan havaya girmişti. Benim de heyecandan yüzüm kızarmıştı. Ona adeta aşık olmuştum. Serkana masumca “seni seviyorum, biliyor musun?” dedim. Serkan, “aslında ben de senden hoşlanıyordum ama bunu nasıl söyleyebileceğimi bilemiyordum!” dedi. Serkanın yanına giderek dudaklarından öpmeye başladım. Serkan daha sonra başımdan tutarak beni aşağıya doğru çekmeye çalıştı. Anlaşılan ağzıma vermek istiyordu. Bugüne kadar ağzıma hiç almamıştım ama denemekte fayda vardı. Bazan kız arkadaşlarla konuşurken Tülin erkek arkadaşınınkini nasıl yaladığını filan anlatıyordu ve biz diğer kızlar da iştahla dinliylorduk. Şimdi bu güzel zevki tatma sırası bana gelmişti ve o anı doyasıya yaşamalıydım! Eğilerek Serkanın çıkarmış olduğu yarağı ağzıma almaya başladım. Çok güzeldi. Nasıl yapılacağını tam olarak bilemiyordum ama Gülaylarda seyrettiğim ferre filimdeki Alman karıları taklit ediyordum. Bayağı da başarılıydım. Derken Serkan ağzıma geldi. Ne yapacağımı şaşırdım. Serkanınki çok bol geldi. ilk defa spermin tadını damağımda hissediyordum. Daha sonra Serkan benim göğüslerimi ve amımı okşamaya başladı. Bu arada biraz sohbet ettik. Serkan vakit kazanıyordu. Meğersem erkek milletinin deposu boşaldıktan sonra tekrar dolması için zaman gerekiyormuş. Serkan daha sonra amımı yaladı. Ardından bacak arama yerleşerek kızlığımı bozdu. Buna hazırlıklıydım. Zannettiğim kadar acımadı. Hatta heyecanlıydı. Serkan biraz tecrübeli olmalıydı ki içime boşalmadı. Geleceği zaman üzerime akıtmaya başladı. Beni hamile bırakmak istemiyordu. Ona hak verdim. Serkan beni o yaz defalarca amımmdan ve zütumden gibti. Evet kızlığımı kuzenime teslim ettiğim için mutluydum. -
0
degisik uzun hikaye
Katiyyen olmaz, siz beni çengelde asılı et mi sandınız, kendimi intihar ederim diye basmış feryadı. O feryat ettikçe ötekiler dört bir koldan silletokat girişmişler fukaraya. Her bir yanlarını mosmor edip bırakmışlar.
Babam meseleyi haber alınca “Ulan bunu değil kardeş kardeşe, Moskof gavuru bile müslümana yapmaz, ben de Sülüman Pelvan’ın torunu isem bunu sizin yanınıza komam” diye yeminler etmiş.
Bu dayak ve dayatma annemin kaçma kararını etkilemiş. Bunlar işi ayarlayıp Sülüman Pelvan’ın Balçık iskelesi’nde kayıkçılık yapan bir ahbabı ile belli gece ve belli saat üzerine anlaşmışlar.
Annem bir yolunu bulup bohçası ile iskeleye inecek, babam onu orada bekleyecek, kayığa atladıkları gibi Üsküdar’ı tutacaklar. Ondan sonrası, Allah kerim, plan bu. Lakin babamda bir başka plan daha var ki, o da intikam planı. Bak, bak, bak… Hem kızı kaçıracak, hem de atılan dayağın hesabını soracak.
Mevsim yaz.
Bahçe sineması tıklım tıklım.
Bir korsan filmi mi oynuyor, yoksa Rüzgar Gibi Geçti mi oynuyor, neyse ne»
Sinemanın perdesi tahta perde, üstüne de bez perdeyi germişler.
Filmin en civcivli, şamatalı savaş sahnelerinde; yani atların kişnediği, topların tüfenklerin patladığı, alevlerin
… -
-2
degisik uzun hikaye
öncelikle belirtmem lazım bu hikaye alıntıdır ben yazmadım.
Ben o zamanlar on altı yaşındaydım, lise birde. ince uzun bir oğlan. Saçlarım kirpi gibi dik duruyor; ne yana, ne geriye taranmıyor, beni deli ediyordu. Babam “inatsın inat… inatçı adamın saçı yatmaz. Dedeme çekmişsin besbelli. Keşke annene benzeseydin”diyordu. Keşke…
Annemin lepiska gibi yumuşacık, sarı saçları vardı. En çok o mavi gözlerini özlüyorum. “Benim oğlum okuyacak yüksek bir memur olacak” der, sonra da göz ucuyla babama bakardı…. Devamı kitapta.
Ben o zamanlar on altı yaşındaydım, lise birde, ince uzun bir oğlan. Saçlarım kirpi gibi dik duruyor; ne yana, ne geriye taranmıyor, beni deli ediyordu. Babam “inatsın inat… inatçı adamın saçı yatmaz. Dedene çekmişsin besbelli. Keşke annene benzeseydin” diyordu. Keşke…
Annemin lepiska gibi yumuşacık, san saçları vardı. En çok o mavi gözlerini özlüyorum. “Benim oğlum okuyacak yüksek bir memur olacak” der, sonra da göz ucuyla babama bakardı. Sanki anlaşmışlar gibi babam da ona bakar, dudaklarında muzip bir gülümseme: “1 lıh… Biz okuduk bir şey olduk sanki” diye omuz silkerdi.
Ne zaman annem aklıma düşse o vagondan evi hatırlıyorum. Sisler arasında beliren bir masal gemisi gibi. Hafızamda bir takım resimler, olaylar, insan yüzleri var. Bölük pörçük cümleler, gülüşmeler, hıçkırıklar. Bunları babama soruyorum.
Hiç yüksünmeden sanki yazdığı bir romandan pasajlar okuyormuş gibi, bütün teferruatı ile anlatıyor. Ve ben yemden beş altı yaşların pembebeyaz dünyasına gömülüyorum.
Küçük istasyon binasının arkasında, battal bir hatta çekilmiş, eski bir vagonda kalıyorduk. Vagondan ev.
Babam erkenden işe giderdi. Ben uyandığımda yoktu yani. Annem o sırada dışarıda olurdu. Tavuklara yem veriyor tabi. Kızardım ona. Beni bekle, beni uyandır, birlikte yem verelim diye. Dışarıda yakıcı bir güneş vardı. Yazın güneş, kışın kar. Doğuda bir yerlerde olmalıydık. Annem vagon evin önüne bir bahçe kurmuştu. Vagonun çatısına çekilmiş iplere dolaşık ebruli, mavi kahkaha çiçekleri, cennet süpürgeleri, gece safaları, kadifeler, hatta teneke kutulara dikilmiş iki de karanfil vardı.
Havalar serinleyince karanfilleri içeri alırdık. Vagon evin ırmağa bakan yüzüne bir pencere açılmıştı. Karanfilleri onun önüne koyardık. Sabah uyandığımda, pencereden sızan güneş gözlerimi kamaştırır; ortalığı bir karanfil kokusu kaplardı.
Tavuklar için küçük bir tahta kümes, bir de fino köpeğimiz vardı.
Annem tulumbadan su çeker, elimi yüzümü yıkardı. Sonra vagonun gölgesine çekilip fasulye ayıklardı. Ben oralarda oynar, kargalara taş atardım. Öğleye doğru posta katan geçer; onun ardısıra bir marşandiz yarışmaktan yorgun düşer, annemin dizine başımı koyar ve o saatlerde uyumuş olurdum.
Zihnimde kalan gökyüzü, bulutlar ve annemin berrak mavi gözleri.
Akşam ezanının önüsıra babam elinde bir zembil, ekmek, sebze bana mutlaka bir kağıtlı veya kırmızıbeyaz halkalı şeker ile çıkagelirdi. Irmağın karşı yakasında uzanan nahiyede galiba bir zahire tüccarının kâtipliğini yapıyordu.
Sonraları, yani annem öldükten, biz babamla birlikte o kasaba senin, bu şehir benim diyar diyar gezmeye başladıktan sonra; belki çıktığımız bu bitmez tükenmez yolculuklar sırasında, bir kamyonun şoför mahallinde, bîr at arabası üzerinde veya ikinci mevki bir tiren kompartımanında sormuşumdur:
“Baba o vagondan eve nereden geldik biz, niye geldik?”
Dediğim gibi babam hiç yüksünmez, baştan savmaz, hayat hikâyesinin her safhasını olanca ayrıntısı ile saatlerce anlatırdı.
Beni bir küçük çocuk gibi değil, bir arkadaş, bir akran, bir yoldaş gibi görüyordu.
Babam annem ile ailesinin izni olmaksızın evlenmiş. Açıkçası kaçırmış annemi. Kendisi gökkubbenin altında yapayalnız bir adam. Hem yetim hem öksüz. Bulgar muhaciri. Onu dedesi Pelvan Sülüman büyütmüş.
Dede torun bir fırsatını bularak Türkiye’ye kaçmış. Ailenin diğer fertleri aynı yolu izler iken yakalanmışlar. O yıllarda Bulgaristan komünist Türkiye ile ilişkileri iyi değil ve sınırdan kuş uçurulmuyor. Zaten babam kendi babasını küçük yaşta kaybetmiş imiş. Bu hadiseden sonra ne Kırcaali’de kalan annesinden ne de diğer akrabalarından haber alamamışlar Sonra aile bağlan büsbütün unutulmuş, Pelvan Sülüman istanbul’a gelince hemşehrilerden bir ikisinin yardımı ile Eyüp Sultan’da bahçeli ahşap bir eve yerleşmiş. Evin sahibesi Nişantaşı’nda oturan zengin lakin kimsesiz bir yaşlı kadın imiş. Pelvan Sülüman’ın elinden gelir bir iş yok.
Bulgarya’da iken davar besler, sütçülük yaparmış. Bir de gençliğinden beri yapageldiği güleş. Elde avuçta olan az bir para ile bir kaç koyun alıp bahçenin bir köşesine yaptıkları ahıra koymuşlar. Rızkı veren Cenab ı Hak
Zamanla çoğalmış koyunlar. Mübarek hayvanın insanoğlu’na faidesi çoktur bilirsiniz. Derken koyunların yanına bir iki inek; beri yanda bir tavuk kümesi Tavukların, horozların araşma, hindi, kaz, ördek katılıvermiş; hatta meraklısı için bıldırcın bile beslemeye başlamış Pelvan, Babam diyor ki, köpeğimizi, kedimizi, sakız keçilerimi/i, evcil güvercinlerimizi de katarsak mahallenin ortasında bir hayvanat bahçesi kurduk sanki. Hayvanat bahçesi kurulmuş amma, sağdan soldan homurtular da yükseliyormuş.
Bulgaryalı mahalle Arasını ahıra çevirdi, horoz sesinden, inek böğürtüsünden, gübre kokusundan bunaldık diyenler çoğalmış. Hatta bunlardan biri selamsız sabahsız bahçe kapısından girip Pelvan Sülüman’ı tehdit etmeye kalkışınca Pelvan bu kuru gürültüyü kökünden kesme fırsatı yakalamış; adamı tuttuğu gibi bahçedeki dut dalına asıvermiş. ibret olsun diye beş altı saat bekletmiş orada. Ondan sonra sesseda kesilmiş haliyle.
Beri yanda marul, maydanoz, roka, tere gibi yeşillikler; salatalık, domates ve türlü sebzeler de yetiştirip satmaya başlamışlar. Pelvan Sülüman iki metreye yakın boyu ile semtin ve semt pazarının en çok tanınan, sevilen kişisi olup çıkmış. Babam bir yandan okuyormuş. Böyle böyle orta mektebi bitirmiş.
Dede torun sırt sırta verip tutunmuşlar hayata. Ancak hayat dediğin nedir ki. Anlaşılmaz bir sır. Kurduğumuz düzen hep Öyle sürüp gidecek sanırız. Birden ip kopar, ışık söner, herşey darmadağın olur. Nitekim babam için de öyle olmuş.
Koca Pelvan Sülüman cami şadırvanında abdest aldığı
bir sırada devrilen bir dişbudak gövdesi gibi göçüver
miş.
Babam o yaşta dededen de yetim kalmış. Bir daha o bahçeye, o ahşap eve giresi gelmemiş. Komşular, ah* baplar, “Ali gel etme, dede ocağını tüttür, biz sana destek oluruz, daha yaşın küçük, hele bir vakit geçsin, seni burdan eveririz, geçinip gidersin” diye nasihat faslına başlayınca, babam hepsini başı önünde sessizce dinlemiş.
Tabi sonunda kendi bildiğini işlemiş. Yine bu ahbapların yardımı ile, hayvanları, eşyaları, nesi var nesi yoksa satıp çıkmış o evden. Sadece Pelvan Sülüman’ın güreşe çıkerken koluna bağladığı hamaylı almış hatıra o!sun diye.
Böylece babam hayalın demir örsünde dövülmek üzere kendini zamanın girdabına fırlatıp atmış. Tahsili yarım kalmış. Bir sürü işe girip ÇLkmış. Katiplik, puantörlük, muhasebe yardımcılığı, bir kitapçıda tezgahtarlık okumaya meraklı olan babam bayağı solcu biri olan bu kitapçının yanında iken çok kitap okurmuş, yazı yazmaya da o günlerde başlamışsonra uzun bir süre avukat yardımcılığı yapmış. Halıcıoğlu’nda askerlik falan derken yıllar geçmiş.
Peki ya annem.
Annem ile babam Eyüp’te mahalleden tanışıyorlar. Babam orta sonda iken annem Kız Sanal Mektebi’ne gidiyormuş. Annem’in ailesi Eyüp Sultan’ın belalılarından. Orada yazlık kışlık sinema işletiyorlar Ağabeyleri bildiğin kabadayı takımından, bu sebeple annemi çok sıkıyı almışlar. Daha parmak kadar çocuk iken yok balkona çıkma, yok pencereden bakma diye zılgıt üstüne zılgıt. Ancak gönül bu.
Ferman kabadayı ağabeylerden dahi gelse dinlemez. Birbirlerini sevmişler, lakin ilerisi karanlık. Bir defa babamın ne ailesi, ne doğru dürüst mesleği, ne de parası var. ibibullah sivri külah. Annem ise bir evin bir kızı. Araya hatırlı adamlar koyup istetse vermeyecekler. Hatta “Ulan koca Eyüp semtinde asılacak bafka kız bulamadın mı teres” diyerek üstüne gelecekler. Peki ne yapmalı?
Tek çare bir gece buluşup kaçmak, ama ona da annem razı gelmiyor. Hem “kaçan kız” olmaktan utanıyor; hem de “Bunlar bizi mümkünü yok bırakmaz; Fizan’a gitsek bulur öldürürler” diye korkuyor.
Böyle böyle gitmiş bîr zaman.
Derken annemin serseri ağabeyleri kızı sinemanın sahibi zengin adamın akıldan yaya oğluna yamamaya kalkmışlar. Vicdansızlar.
Böylece akraba olup, sinemaların mülkiyetine konmak
istiyorlar.
Anneme açınca meseleyi kıyamet kopmuş.
Annem genç bir kız henüz, lakin yürek mangal gibi. -
-2
gölde cinnet
Aylardan kasım günlerden cuma baLIk tutmayı ben ve arkadaşım gökhan çok severdik her cuma okulu asar denize balık tutmaya giderdik. Gene aynı şekilde o gün balık tutmaya gittik birde okulda bizimle beraber kaçıp balık tutmaya geleceğini söyleyen seda'da vadı.Üçümüz balık tutmak için kimsenin kolay kolay bizi görmeyeceği bi yere gittik. Ben ve gökhan oltalarımızı hazırlayıp denize bıraktık seda ise balıkları orda pişirmemiz için ateş yakıyordu. oltasını alan gökhan kayalakların arasında yavaşça denize inmeye başladı seda ve benide çağırdı gökhan yanıma gelerek sedaya şaka yapalım dedi denize itelim die bende tehlikeli olmazmı die sordum gökhanda eminim yüzme biliyordur bişey olursa denizden hemen çıkartırız okeyleştik ve sedayı tam kayalıkların ucuna getirdik ve beraber ittik seda en az 10 metreden denize düştü düşer düşmez sedanın düştüğü bölge kırmızı renk almaya başladı bizde heyecanlandık birden ne oluyor die şaşırdık kafasını sanırım bi kayaya vurdu dedim ben gökhan ise bu kan çok fazla başka bişey bu dedi ikimiz panik halinde aşşağı inmeye başladık kan çoğalıyordu adeta deniz kan gölüne döndü o ara sedanın başı denizin üstüne çıkımıştı biz seda ya ses vermesi için yalvarıyorduk ama seda gözleri yukarda bi şekilde bize bakıyor ses vermiyordu çok korktuk ve gökhanla kavga etmeye başladık sonra gökhan dengesini yitirip kayalıkların üzerine düştü oda öldü sanırım ordan hemen uzaklaştım ne yapacağımı bilmeden kaçtım kimseye bahsetmedim bu olaydan kimsede benden şüphelenmedi fakat bu olaydan tam 2 yıl sonra aynı ay ve aynı gün ben denizin kenarında tek başıma otururken garip sesler duymaya başladım ve korktum bi an önümde gökhanın ve sedanın o günkü elbiseleriyle ruhlarının karşıma geldiğini gördüm ve gözlerime inanmadım hayal görüyorum die düşündüm fakat birden ayaklarımın haraket ettiğini hissettim ve garip şeyler oluyordu kaçmak istiyorum ama yerimden kımıldayamıyordum sonra gökhan ve seda denizin içinden bana öleceksin die çığlıklar atıyorlardı ogünden bi yana denizin yanından bile geçmiyorum ne zaman uzakdan bile denizi görsem çok etkileniyorum onlarının ruhunun evimede geleceklerini düşünerek uyuyamıyorum.. siz siz olun asla böyle şakalar yapmayın.
• alinti* -
0
lotus efsanesi
Zamanın birinde, aynı gerçekliğin içinde Lotus adında genç bir kız varmış. Güzelliği ile tüm çevresine nam salam Lotus, Kral Fred’in de ilgisini çekmiş.
Henüz daha 14 yaşında, bir sandık altın karşılığında Kral Fred’e satılmış.
Fakat, bu kadar güzel ve değerli olarak görülen kızımız sarayda bir köle hayatı yaşıyormuş.
Kral Fred 14 yaşındaki bir kız çocuğunu satın almasının Kilise tarafından hoş karşılanmayacağını bildiği için onu zindanlarda saklıyor, o büyüyene kadar da öyle yapmayı planlıyormuş.
Bu sırrını sadece kızın ailesiyle paylaşan Kral, zindanlara kimseyi sokmuyor vatan hainlerini ve suçluları ise yargılamadan astırıyordu.
Bu olay halkın ayaklanmasına sebep olduğundaysa, Kral halkın öfkesinin dinmesini beklemeye karar vererek bir köşkte 1 ay süreyle kalmış.
Sonunda saray halkın isyanını bastırınca sarayına dönen Kral, içeriye adımını atar atmaz berbat bir kokuyla karşılaşmış.
Saray görevlileri kokunun zindandan geldiğini, kendilerine verilen emir gereği oraya bakmadıklarını söylemişler. O sırada Kral’ın kafasına dank etmiş. Güzeller güzeli Lotus 1 aydır aç ve susuz orada duruyor olmalıdır. Koşarak zindanlara inen Kral, Lotus’un çürümüş ve kurtlanmış bedeniyle karşı karşıya gelmiş. Onu saraydan gizlice çıkarmış ve balıkçı tezgahının altına itelemiş.
Ertesi sabah sarayda çürük bir balık kokusu varmış. Kokunun kaynağı ise Kral’ın çürümüş bedeniymiş.
• **alintidir*** -
0
internetten buldugum korku hikayesi
Çavuş Peters, maiyetindeki genç polis Johnson’un birkaç zamandır pek düşünceli olduğunu fark etmişti. Bir vakitler pek neşeli ve uyanık olan Johnson, her nedense son zamanlarda neşesini kaybetmişti. Âmiri kendisine bu halinin sebebini sorunca sadece ailevi meselelerden dolayı canının sıkıldığını söylemekle yetindi.
Çavuş Peters, çok sevdiği Johnson’un üzüldüğünü tahmin ediyordu. Johnsonlar hiç de uygun bir çift değillerdi. Bn. Johnson’un, bir polis karısının alamayacağı derecede pahalı elbiselerle gezmesi Hestin köyü halkı arasında dedikodu mevzuu olmuştu. Esasen kadın, gururlu tavırları yüzünden, köylüler tarafından hiç sevilmiyordu. Çavuş Peters, Johnsonlar’ın sık sık kavga ettiklerine şahit olmuştu. Evlerinin önünden her geçişinde, yüksek sesle münakaşa ettiklerini duyardı.
Çavuş Peters, Johnsonlar’ın geçimsizlik sebebini düşünürken Bayan Davidson çıkageldi. Köyün en faal insanlarından biri ve civarın hemen bütün hayır cemiyetlerinin üyesi olan bu kadın, bilhassa dedikoduculuğuyla şöhret almıştı.
Bayan Davidson, pek heyecanlı görünüyordu. titreyen bir sesle:
Bayan Johnson hakkında sizinle görüşmeye geldim…. DediÇavuş Peters rahatsız edilmiş olmasının tesiriyle, sert sert:Bayab Johson’a ne olmuş diye sordu.Öldü!Yok canım! Evet, hem de bir cinayete kurban gitti.
Peters kulaklarına inanamayarak Bn. Davidson’a bakıyordu.
Onu öldüren kocasıdır.
Çavuşun sesini çıkarmadığını gören Bn. Davidson devam etti:
Onlara komşu olduğumuzu bilirsiniz, çavuş, dedi. Bayan Johnson’u geçen Perşembeden beri ne kocam ne de ben gördüm. Johnson onun annesini ziyarete gittiğini söyledi. Halbuki ben, Bayan Johnson’un daha iki ay evvel, bana, annesinin öldüğünü söylediğini hatırlıyorum. Elinizde başka delil var mı? Tabii Johnson’un çok defalar karısını ölümle tehdit ettiğini duyduk…
Peters sert bir sesle, kadının sözünü kesti.
Ne diye karısını öldürsün? Johnson’un karısını ne kadar sevdiğini hepimiz biliriz, dedi.
Bn. Davidson memnun bir tavırla;
Daha iyi ya… karısının, başka bir erkekle gezdiğini haber alınca,bir kıskançlık buhranına kapılarak onu öldürmüştür, dedi. Bunu da nereden biliyorsunuz? Karısına, Basil Renton’dan uzak durmasını ihtar ettiğini kulaklarımla duydum. Kadını ben de iki kere yabancı bir adamla bir otomobilin içinde gördüm.
Bn. Davidson gittikten sonra, Çavuş Peters, bu kadının hakikaten her şeyi bildiğini kendi kendine itiraf etmek zorunda kaldı.
Biraz sonra Johnson yanına geldiği vakit, Çavuş Peters onun ağzından bir şeyler öğrenmek istedi.
Johnson, dedi, bir dost sıfatiyle karının nerede olduğunu öğrenmek istiyorum.
Zavallı genç, üzgün bir tavırla:
Bunu soracağınızı biliyordum zaten, dedi. Karım beni terk etti. Nerede olduğunu biliyor musun? Adres bırakmadı. Bıraktığı kağıda, beni ebediyen terk ettiğini yazmıştı. Johnson karın belki tekrar sana döner. Hayır, hiçbir zaman dönmeyecek çavuşum.
Polisin sesindeki ümitsiz ifade Peters’i şaşırttı.
O akşam eve dönerken Çavuş Peters o kadar dalgındı ki kapısının önünde duran Bn. Peterson’u az daha görmüyordu. Köyün öğretmeni olan Bn. Peterson, çoğu zaman mütehakkim ve heyecansız bir kadın olmasına rağmen, o akşam her nedense bir şeyden korkmuş görünüyordu. Titreyen bir sesle:
Size bir şey söylemeye geldim, diye söze başladı. Köpeğim Bruce’u herhalde hatırlarsınız. O bir hafta kadar evvel öldü. Geçen Çarşamba akşamı Johnson’a Bruce’u Tinden ormanına gömmesini rica etmiştim.Bu sözler üzerine Çavuş Peters, Johnson’un karısının dönmeyeceğine niçin o kadar emin olduğunu anladı. Sonra ne oldu Bn. Peterson? diye sordu. Johnson, köpeği bir çuvalın içine köpeği koyduktan sonra bigibletine atlayarak onu zütürdü. Fakat asıl mesele orda değil… korkunç bir ithamda bulunacağım, ama söylemeden duramıyorum. Bay çavuş, ben, Johnson’un karısının Tinden’de gömülü olduğunu zannediyorum. Köpeğin mezarında değil mi?Zavallı Bruce’de şu anda mutlaka Tinden Gölünün dibindedir.Bu şüphenizin sebebi nedir, Bn. Peterson? Kadıncağız geçen Perşembeden beri meydanlarda yok. Kocasıyla iyi geçinemediğini herkes bilirdi…
Geceleyin Çavuş Peters, kazmalar ve küreklerle yüklü dört polisie Tinden Ormanına gittiği vakit, yağmur yağmaya başlamıştı. Bir ağacın dibindeki mezarı kolayca buldular. Toprağın henüz sertleşmemiş olması, kazıyı kolaylaştırıyordu.
Yarım saat kadar sonra, mezar açılınca, polislerden biri;
Aa! Bir köpek ölüsü! Diye bağırdı. Mezarı kapattıktan sonra beş kişi sessiz sedasız köye döndüler.Bir hafta kadar sonra Çavuş Peeters, sokakta yürürken Bn. Davidson’la karşılaştı. Kadın heyecan içinde:Johnson’un gittiğini duydunuz mu Bay Çavuş? Diye sordu. Yook!Bu sabah erkenden gitti. Şehre gitmek için bir taksiye bindi. Rastladığı birkaç kişiye, karısının kendisini çağırttığını ve başka bir yerde yeni bir hayat kuracaklarını söylemiş. Karısıyla nerede buluşacağını da söylemiş mi?Hayır.Çavuş Peters, Johnson’un hesabına memnun olmakla beraber, onun, kendisine nasıl olup da veda etmeden gittiğine bir türlü akıl erdiremiyordu. Her ihtimale karlı, Johnson’un tren istasyonunda görülüp görülmediğini tahkik ettirdi. Johnson’u orada gören olmamıştı. Johnson’un izin almadan gitmesi, Peters’in canını sıkmıştı. Köyün mezarlığının yanından geçerken, aklına korkunç bir şey geldi. Bunu âmirine açtığı vakit, bu zât hayretle:Demek, Johnson’un karısının cesedini gömdükten sonra, üzerine köpeği gömdüğünü zannediyorsun, değil mi? Dedi.
O akşam köpeğin mezarı tekkrar açıldı. Fakat içinden bayan Johnson değil, Johnson’un kendisinin cesedi çıktı.
Birkaç gün sonra, Çavuş Peters ile,âmiri Müfettiş Jones, orta ingiltere’nin bir şehrinde trensn indiler. Karakolda şehrin polis müdürü ve temiz giyimli ve sinirli görünüşlü bir adam olan Basil Renton kendilerini bekliyordu. Bn. Davidson’un dedikoduları ve otomobilin numarası sayesinde, Basil Renton’un izini bulmak kolay olmuştu.
Kendisine Peggy Johnson’u tanıyıp tanımadığı sorulunca Rennton şaşaladı. Hiç Hestin köyüne gidip gitmediği sorulunca ise rengi değişmeye başladı. Fakat ağzından bir tek laf almak kâbil olmadı.
Bunun üzerine Çavuş Peters hileye müracaat etti.
By Johnson’la görüştük. Hâlâ Hestin’e gittiğinizi inkar edecek misiniz? Diye sordu.
Basil Renton, bu sözleri duyar duymaz, oturduğu yerde çöktü kaldı.
Demek Peggy’i size her şeyi anlattı ha! Dedi. Mutlaka beni suçlu çıkarmaya çalışmıştır. Ah, ne kadar aptalmışım! Bütün kabahar Peggy’nindir. Çalıştığım şirket beni kuzeye göndermeden evvel, onunla nişanlıydım. Fakat Peggy beni beklemeyerek Johnson’la evlendi. Tekrar güneye nakledilince, onunla görüşmeye başladım. Bir müddet sonra evinden ayrılarak benimle yaşamaya başladı. Kocasından ayrılıp benimle evlenmek istiyordu. Fakat Johnson’un kendisini bırakmayacağından emindi. Köpeğin mezarının açıldığını duyunca bir plan kurdu. Johnson’a bir mektup yazarak O’nu Tinden Ormanı civarında bir yere çağırdı. Kocasının mektupta söylediklerini yapacağını biliyordu. Kocasıyla buluşur buluşmaz, ona buluşma yerini gizli tutup tutmadığını sordu. Otomobilin önünde oturuyorlardı. Ben ise arkada gizliydim. Johnson, Peggy’nin sualine “Evet” cevabını verince, otomobilin anahtarıyla kafasını parçaladım. Ortalığı bürüyen sisten istifade ederek hiç görülmeden köpeğin mezarının olduğu yere kadar gidebildik. Johnson’u oraya gömdük. Polilerin aynı yeri iki kere kazacağını nerden bilelim? -
0
universitede cinayet
1849 yılının 23 Kasım gününe kadar, Bostonlular da, bütün diğer Amerikalılar gibi, altından başka bir şeyden bahsetmiyorlardı. Fakat o Cuma günü, Bostonlular, kendilerini daha yakından alakadar eden bir mesele buldular. Bostonlu Dr. George Parkman, güpegündüz ortalıktan kaybolmuştu. Parkman ailesine mensup bir ferdin, öyle iz bırakmadan kaybolması, Bostonlular’ı şaşırtmıştı.
Dr. Parkman’ı canlı bulana vâdedilen 3000 dolar ile ölü bulana vâdedilen 1000 dolarlık mükâfatlar polisle birlikte yüzlerce Bostonluyu harekete geçirdi .
Doktor o gün öğleye doğru evinden çıkmıştı. ilk evvela tacirlerin bankasına gitmişti. Oradan sebzeciye uğrayarak evi için sipariş vermişti. Daha sonra Harvard Tıp Mektebine doğru yürürken görülmüştü. Tıp Mektebinde veya buraya varmadan da sırra kadem basmıştı.
Yeni Tıp Fakültesinin üzerinde inşaa edildiği araziyi Harvard Üniversitesine hediye eden Dr. Parkman’dı. Esasen Parkman ailesi, Bostonlular arasında asaletiyle şöhret almıştı. Bir çok Parkman’lar Boston tarihinde, mümtaz bir mevki işgal etmişlerdi. Üstelik hepsi zengindi.
Büyük bir telaşa kapılan Boston polisi, bir çok kimseleri tevkif etti.
Harvard profesörlerinden John White Webster, kayıp adamın kardeşi Francis Parkman’ı ziyaret ederek Cuma günü öğleyin Dr. Parkman’la tıp fakültesinde görüştüğünü ve ona borçlu olduğu 483 doları ödediğini söyledi. Söylediğine göre Parkman, parayı aldıktan sonra, üniversite binasından ayrılmıştı. Harvard Tıp mektebinden mezun olan Webster, 20 yıldır bir üniversitede kimya dersleri veriyordu. 4 güzel kızı da olan Websterler’e 1200 dolarlık yıllık ücretin yetmediği rivayet ediliyordu. Profesörün Parkman’a para borçlu olduğu ve kaybolduğu gün, Parkman’ın Webster’den bu parayı almaya gittiği de pek çok kimse tarafından bilinmekle beraber prof. Websterden şüphelenmek hiç kimsenin aklına gelmiyordu. Harvard’ın bir profesöründen şüphe etmeye imkan var’mıydı? Bir çok kimseler, bir serserinin yolda Dr. Parman’ın önünü kestiğini ve Webster’in verdiği 483 doları aldıktan sonra, doktoru öldürdüğünü tahmin ediyorlardı.
Webster’den şüphelenen biricik insan Harvard Tıp Mektebinde Çalışan Ephraim Littlefield adlı asık suratlı bir hademeydi. Littlefield’ Webster’den şüphe etmeye sebep olan şey ise profesörün, Parkman’ın kaybolmasını takip eden Salı günü kendisine bir hindi hediye etmesiydi.
Bu hediye Littlefield’i çok düşündürüyordu. Üstelik sokakta halkın Dr. Parkman’ın cesedinin tıp mektebinin bir köşesinde gizli olacağına dair, fısıltışlatıları bütün merakını kamçılıyordu. Bu devirlerde, ortadan kaybolan adamların cesetlerinin, tıp mektepleri tarafından gizlice satın alındığı rivayet edilirdi.
Günün birinde, hademe kararını vererek, çekiç, matkap, keski, demir kol gibi aletlerini toparladı. Kendisine hayretle bakan karısına, Prof Webster’in laboratuvarının altındaki tuğla kemeri kazacağını söyledi. Bayan Littlefield donakalmıştı; Harvard’ın bir profesöründen şüphelenmek kendisi için dinsizlikten farksızdı.
Hademe karsına Dr. Parkman’ın kaybolmasından birkaç gün önce, kendisi profesöre laboratuvarında yardım ederken doktorun çıkageldiğini ve “Pr. Webster bu gece paralar hazırmı?” Diyerek bağırdığını anlattı. Webster para tedarik edemediğini söyleyince, Dr. Parman yumruklarını sallamış ve “yarına kadar mutlaka hazır olmalı” demişti.
Amerika’nın şükran gününde, hindi fırında pişerken hademe de kalın tuğlas duvsrı oymakla meşguldü. Öğleyin biraz yemek atıştırdıktan sonra işine devam etti. Duvarın delinmesi işi ancak geceleyin sona erdi. Elindeki kandille açılan oyuğun içini aydınlatan Littlefield, bir köşede bir adamın kalça ve bacak kemiklerini gördü. Bunun üzerine derhal polise müracaat etti. Çok geçmeden Webster tevkif edildi. Prof. Webster’in mahkemesine 18 Mart 1850 tarihinde başlandı. Başşahit Littlefield’in şahitliği profesörü çok müşkül duruma düşürdü. Profesörün müdafilleri onun cömert karakterli lekesiz mazisi üzerine dikkati çekmeye uğraştılar. Fakat Dr. Parkman’ın cesedini kesip biçen elin, cerrahi aletleri kullanmakta usta olduğunu itiraf etmek zorunda kaldılar.
Savcı duvarda ve laboratuvar sobasında bulunda bulunan ceset parçalarının Dr. Parkman’a ait olduğunu, profesörün müdafilleri ise ona ait olmadığını ispata çalışıyorlardı.
Muhakeme devam ettiği müddetçe, dışarda dolaşan binlerce Bostonlu’nun mahkeme salonuna alınması için , salon her 10 dakikada bir boşaltıldı.
Nihayet jüri Prof. Webster’in suçlu osduğunua karar verdi. Asılmasından bir müddet evvel, 30 Ağustos 1850’de Prof Webs’ter suçunu itiraf etti. Adı geçen Cuma günü Parkman, Profesör’ü şerefsizlikle itham ederek suratına yumruğu sallamıştı. Bunun üzerine kendini kaybeden Webster, elinin altında olan bir odun parçasını kaparak doktorun başına indirmişti. Parkman yere yuvarlanınca, Profesör laboratuvarın kapılarını kilitlemiş ve cesedi musluğun altına zütürerek oracıkta usta darbelerle doğrayıvermişti.
Bu hadisenin üzerinden geçen 100 yıl zarfında Prof. Webster’in şöhreti bir gün olsun sönmemiştir. Zira o profesörlüğü esnasında cinayet işleyen biricik Harvard profesörüdür. -
+1 -1
korkunclu hikaye toplusun
arkadaslar oncelikle belirtiyim bu hikaye alintidir. internette dolasirken gordum paylasmak istedim.
Başımdan geçen garip; ama gerçek olan bir olayı sizinle paylaşmak istiyorum. Henüz çocuktum. 12 yaşındaydım. Ablamla aynı odayı paylaşıyorduk. Büyük bir oda ve karşı, karşıya yataklarımız, bir de büyük bir penceremiz vardı. Bir gece uyurken, bir el beni dürtükledi. Ben de bilinçsiz, uykulu uykulu gözlerimi açıp, hemen pencereye doğru baktım ve siyah bir gölge şeklinde bir cisim gördüm uzun kulaklı. Ablamın ayağının ucunda oturmuş, dışarıyı seyrediyordu. Baktım ablam uyuyor. Aklıma bir şey gelmeden, korkumdan gözlerimi yumdum. Yorganı çektim, Kur’an okumaya başladım uyuyana kadar.
Sabah olup bitenleri anneme, babama, ablama anlattım. Annem, “cin, şeytan” diye çok korktu. “Hocaya zütürelim.” dedi. Ama babam, bana inanmadı ve, “Ağaç gölgesidir.” dedi. Halbuki, boş bir bahçeye bakıyor odamız ve ağaç falan da yok.
ikinci gün; ben, annem, ablam ve kundaktaki kardeşim Ozan, bizim odada yere yatak serdik ve uyuduk. Yine bir el beni dürtükledi ve benim gözlerim, yine cama gitti. Yine aynı şeyi gördüm ki, Ozan hemen ağladı ve ağlamasına annem gece lambasını açtı. Ama o, kaybolmuştu. Olaylar, büyümeye başladı.
Yatağımda uyuyorum. Uyandığımda kendimi bahçede, salonda, damda, annem’le babamın arasında buluyorum. Ama birgün uyandığımda, ağzım yamulmuştu!!!… Sanki yanağım, felç olmuştu. hissetmiyordum, oynatamıyordum. Yanağım ve ağzım resmen yamulmuştu ve benden korkmaya başladılar, “Seni cinler çarptı!” diye… Annem, beni doktora zütürdü. Doktor, çok şaşırdı. Yanağıma tam 15 gün, elektirik verdiler ki düzeldim. Eve geldim ve o gece yine beni uyandırdılar; ama bu defa lanetli cinler değil, aynı şekilde bir cisim. Ama nur gibi, ışık gibi. Ben, yine korktum.
Ertesi gün annem, beni babamdan habersiz bir hocaya zütürdü. Bütün bu olanları anlattım ve bana cinlerin iliştiğini, beni yanlarına almak, lanetlendirmek istediklerini söyledi. Başaramayınca (Kur’an okuduğum için) bana tokat vurduklarını; ama son gördüğüm şeyin beni koruması için Allah’ın gönderdiği bir melek olduğunu söyledi. Büyük bir Kur’an getirdi ve elini başımın üstüne koyarak okumaya başladı.O günden sonra da, hiçbir şey görmedim ve onların lanetinden kurtulduğum için mutluyum. Ayrıca Kur’an’ın, ayetlerin ne kadar önemli olduğunu da anlamış oldum. Şimdi, 19 yaşındayım ve ayet okumadan yatmam… - daha çok