• 1 / 14 / 23 entry
  • 0 başlık
  • 0.00 incipuan

diametrically is back dokununcu nesil silik

  • +1 -1
    sozluk formati
    1-içeriği görebilmek için entry girmeniz gerekmektedir
    2-içeriği görebilmek için entry girmeniz gerekmektedir
    3-içeriği görebilmek için entry girmeniz gerekmektedir
    4-içeriği görebilmek için entry girmeniz gerekmektedir
    5-içeriği görebilmek için entry girmeniz gerekmektedir
    6-içeriği görebilmek için entry girmeniz gerekmektedir
    7-içeriği görebilmek için entry girmeniz gerekmektedir
    8-içeriği görebilmek için entry girmeniz gerekmektedir
    9-içeriği görebilmek için entry girmeniz gerekmektedir
    10-içeriği görebilmek için entry girmeniz gerekmektedir

    nick6 + şukuları ekgib etmeyin binler
    ···
  • +1 -1
    ölen piçlerden zevk alıyorum
    evet beyler bizleri böyle siz yaptınız yeter artık amk normalde asosyal birisi değilim haftada 30 dk belki tv ye bakarım. ama artık herşeyden tiksinmeye başladım öncelikle apolitik birisiyim bunu bilesiniz başta mısır ile başladınız sonrasında suriye gezi parkı derken bu berkin çıktı piyasadan ulan bu ülkede şehit vermek o kadar normal duruma gelmiş ki dün daha polis şehitlerimiz oldu kimse umursamaz çoğu bilmez bile içim yanıyor içim.

    k.bakmayın ama hem mısırdakilerin hem suriyedekilerim hem gezi parkındakilerin hemde berkin ölmesinden zevk duydum amk bu duruma insanları siz getiriyorsunuz tamam duyarsız olun demiyoruz ama asıl yapmanız gereken şeyleri bırakıp saçma sapan şeylere yöneliyorsunuz dinci ve akpli kesimin bu kendini ezik göstermesi sürekli madur ayaklarına yatması solcu kesimin pireyi deve yapması beyler ben cidden yoruldum artık. yapmayın atatürkün bize emanet ettiği ülkeyi karanlığa sürüklemeyin kapımızda terör denilen illet var daha bitmedi ve daha kuvvetli şekilde gelirken biz hala nelerle uğraşıyoruz ah gençlik vah gençlik eğer bazı kesimlere tepki koymak istiyorsanız bunları sokaklara dökülüp ülkenin ekonomisini alt üst ederek değil ellerimiz kalem tutarak bugün o yolsuzluk yapan soysuz huur çocuklarını ve yandaşlarını gün geldiğinde bileğimizin hakkıyla ezmeliyiz.
    ···
  • 0
    göktürk zamanında incide açılacak başlıklar
    --spoiler--
    (bkz: )
    --spoiler--
    ···
  • 0
    şehit olan askeri anma salaklığı
    @1 bizimle sizin aranızdaki fark bu anlayamazsınız..

    bizimkiler ölünce şehit olur saygı duyarız sizinkiler ölünce leş olur dağda domuzlar kurtlar kuşlar yer.
    ···
  • 0
    övünün
    Şu hale bak…
    Ülkemizin şu içinde bulunduğu görüntüden, Türkiye düşmanlarından başka sevinen var mı acaba?
    Küçük Berkin, sonsuzluğa yürüdü.
    içimiz yandı…
    Küçücük, günahsız bir çocuğun böylesine dramatik ölümü ne yalan söyleyeyim ruh dünyamı alt üst etti.
    Ağzımda bir kuruluk, içimde garip duygular; ama derin bir hüzün var…
    Küçücük bir çocuğa nasıl kıydık?
    Bu kadar mı acımasız olduk? Bu kadar mı insanlıktan uzaklaştık? Berkin ve Berkin gibiler, hani bu ülkenin umudu ve yarını değil miydi?
    Devlet nerede, halk nerede?
    Polis bizim polisimiz; sokakta yürüyen insanlar bizim insanlarımız; ve her şeyi bir yana bırakalım; bu ne büyük nefrettir, ne büyük, acımasız, pis, insanın tenine yapışacak kadar iğrendiren bir duygudur?
    Polis de bizim, Berkin de…
    Sokaklarda Berkin için yürüyenler de…
    Polisi de bir Türk anası doğurdu; Berkin’i de…
    Ve Berkin için içi yanan ve onun için ayağa kalkanları da…
    Ancak duyarsızlığa bakar mısınız?
    Ortalık ayağa kalkmış; önemli televizyonlar olan biteni göstermiyor…
    Yönetenler, olan bitene kulaklarını tıkamışlar…
    Bu arada tam gaz siyaset dünyasında seçimlere doğru yürüyoruz…
    Yalan dolan; vurgun, soygun, yolsuzluk iddiaları gırla…
    Sen şöylesin?
    Yok, sen şöylesin?
    Devletin çivisi çıkmış…
    Türkiye yukarıdan aşağılara doğru hızla kayıyor…
    Hukuka, polise, devlete güven en aşağılarda…
    Yazık değil mi?
    Bu yitirilen, yerlerde sürünen güven duygularını yeniden nasıl kazanacağız?
    Gerçek yurt severlik, yurdu, ulusu sevmekle geçer… Ulus bireylerden oluştuğuna göre; bireylere dönük bu hıncın anlamı ne?
    Üzülmemek elde değil…
    Dünya bizi ne zamandır neler üzerinden konuşuyor.
    Ve sorumlu olan makamlar, etkili ve yetkili kişilikler, yürekleri serinletecek tek bir söz söylemedikleri gibi; sanki halkı bir cinnet anına, bir büyük nefret seline gittikçe, özellikle konuşmamak, ortalıkta görünmemek için karar almışlar gibi…
    Türkiye çok kırılgan, hassas bir noktadan geçiyor.
    Bu kırılgan olduğu gibi son derece de tehlikeli bir süreç bu…
    Nereye gider, nerede durur; hiç kimse bir şey bilmiyor.
    Belirsizlik çok kötü bir şey.
    Ve belirsizlik ortamında oraya buraya koşturan çaresiz kitleler, soluk çizgiler gibi sluetler oluşturuyor.
    Her şey, her şey gölgeleşiyor…
    içimiz yanıyor…
    Berkin uyudu; Türkiye ayakta…
    Dünya bütün bu olup biteni izliyor.
    Ve Türkiye’de ne insanlarımızı, ne dünyayı rahatlatacak, demokrat bir duruş, bir açıklama, bir görüş dile gelmiyor.
    Ortalıkta yalnız tomalar, gaz bombaları…
    Şiddet şiddeti, ve elbet şiddet nefreti körüklüyor
    Yaşadıklarımıza baktıkça tanıyamıyorum:
    Burası Türkiye mi?
    Türkiye, ses ver!
    ···
  • 0
    göktürk zamanında incide açılacak başlıklar
    tankutlu esirler yine ayaklandı beyler.
    ···
  • 0
    psikolojiden anlayan çabuk iki dakkalık sorcam
    @15 gibi kulakdan duyup buraya gelip yazanlara itimat etme

    pgibolojik bi olay ve kısaca uyku bozukluğu diyebiliriz basit bi depresyon da olabilir yaygın anksiyete bozukluğuda ama sadece bu dedğin için ellerde soğuk soğuk terleme sıkıntı stres hissi mide bulantısı dalgınlık bi gün çok enerjik olup ertesi gün vhiç halinin olmaması gibi etkenler varsa anksiyete bozukluğu denilebilir ama yoksa depresyonda olabilir.

    edit: şöyle şöyle demek çok saçma olur buradan klavyeden hasta tanısı koyulmaz en sağlıklısı git bi pgibiyatriye
    ···
  • 0
    mavi yazamayanlar boş entry gıremeyenler
    damsız girilmez beyler
    ···
  • 0
    psikolojiden anlayan çabuk iki dakkalık sorcam
    sadece bu mu ?
    ···
  • +1
    fethiyede yapılan saldırı
    @3 reduce basmış olamaz mı ?
    ···
  • +1
    inci yokken hangi sitelere takılıyordunuz lan
    Forumtr giber.
    ···
  • 0
    siyasi kültürümüz
    Türkiye'deki "siyasi kültür"ümüzün (political culture) demokrasisi gelişmiş başka ileri ülkelerin düzeyinde olmadığının en belirgin göstergesi, tek tek bireylerin ve toplumun ülke ve ulus çıkarlarını gözeterek değil, bir futbol takımını kör körüne tutar gibi, siyasi partilerden birine bağnaz yandaşlık yapmalarıdır...
    --- ileri demokrasiyle yönetilen ülkelerde, bireyler ve toplum siyasi partilere bağnazca bağlanmazlar, ancak tuttukları siyasi partilere kendi eleştiri ve isteklerini bildirirler...
    --- Yalnızca şu Facebook'taki arkadaşlarınızın sayfalarına şöyle bir göz atmanız yeterli: Arkadaşlarınızdan kaçı bir siyasi partiye bağnazca tutkun, kendi siyasi partisinin yanlışlıklarını görmezden gelerek tuttuğu partiyi apak, başka partileri ise kapkara anlatıyor?... Ya arkadaşlarınızdan kaç kişi kendi tuttuğu siyasi partiyi özgürce eleştirebiliyor?...
    --- Bizim siyasi kültürümüzdeki ikinci büyük ekgiblik, tuttuğumuz siyasi partinin başkanını bir "ilah", "kahraman", "kutsal" bir kişi olarak görmemizdir: O parti başkanı olmazsa, Türkiye batar, biz ölürüz, ondan başka kimse yoktur!...
    --- Şu söz gerçekten de doğru oluyor bizim örneğimizde: Bir ülkedeki bireyler diktatör olmaya yatkın kötü kişilerce yönetiliyorsa, bunun nedenini ilk önce kendilerinde, kendilerinin böyle kişilere bağnazca tutkunluklarında aramalılar: Önce kendilerini, neden tuttukları siyasi partinin kölesi olmak istediklerini sorgulamalılar!...
    --- Sonra da, ileri demokrasiyle yönetilen ülkelerde bireylerin nasıl sorumluluk yüklendiklerini örnek alarak bunu Türkiye'de uygulamalılar! Yoksa bugünkü siyasi kültürde, bizi daha çok ezecekler, bizleri yalnızca "sandıkta oy verecek" koyunlar olarak gören siyasi partilerin tümü...
    ···
  • 0
    sedat peker tahliye oluyor
    vay amk yine ortalık karışacak
    ···
  • +1
    atatürk bir gün gelecek
    (-Çünkü O Bir Beden Değil; Türk Ulusunun Özü, insanlığın Ortak Değerler Bütünüdür)…

    Ünlü Türk bilgesi, Oktay Akbal’ın kitaplarından birinin adıdır; “Atatürk Bir Gün Gelecek” sözü…
    Ancak bu sözü bana söyleten; bu kitap olmadı şu anda. Bilinç altımda bu etkili olmuş olabilir; ancak, Atatürkün tam da bugünlerde bizler için ne gerekli olduğunu kafamın içinde döndürken, birden... bu sözün, ünlü edebiyatçının kitabının adı olduğunu anımsadım son anda…
    Yıllar önceydi.
    Kitabı anımsamışken hemen bu kitabı zaten Ankara’da üniversitedeki yaşamımın daha ilk yılında, Zafer Çarşı’sındaki kitapçılardan birinden alıp, bir solukta okuduğumu anımsıyorum.
    Bu yalnızca bir anı; benim yaşamıma ilişkin bir kesit.
    Ancak; yürekten inanarak yineliyorum:
    “Atatürk Bir Gün Gelecek!”…
    “Gelecek” sözcüğünde bir inanış var; sözcüğün istek hali, zaten bu inanışa vurgu yapıyor.
    Daha radikal bir adım atayım, sözü değiştirerek:
    “Atatürk bir gün gelmeli…”
    Hatta, daha da katı bir adıma dönüştüreyim, izninizle:
    “Mutlaka gelmeli, mutlaka!”
    Yoksa; “Yandı gülüm keten helva!”
    “Keten helva” deyimi, katır kutur yediğimiz helvadan öte; bizim geleceğimizi, özgürlüklerimizi, var oluş nedenlerimizi anlatan bir algıya vurgu yapmak için bir benzetiş…
    Çünkü özgürlük, keten helvadan da değerli bir şey… Özgürlüklerimiz; bizi değerli kılan aydınlanma değerlerimiz; nefes aldığımız, içimize doldurduğumuz özgürlüğümüzü bize sağlayan cumhuriyetimiz; cumhuriyetimizi ayakta tutan laiklik, onu da tamamlayan ulusal egemenliğimiz, ulusçuluğumuz; ulus olmanın gereği olarak birey ve yurttaş olma kimliğimiz…
    Fark ettiniz mi?
    Nasıl da hepsi bir biriyle ilgili…
    Birini çek bunların içinden, al, öteki yana koy; öteki hepsinin, yani bütün öteki kavramların havada kaldığını göreceksiniz… Anlamsız, içi boşaltılmış, kaba-sapa, kof, ne olduğu anlaşılmaz kavramlar haline geliveriyor…
    Evet, gerçekten anlamsızlaşıyor…
    Bütün bunların toplamı ne anlama geliyor?
    Atatürkçülük demek değil mi bunlar?
    Neymiş, “Atatürkçülük çağ dışı bir ideoloji” imiş…
    Atatürkçülüğü biz; dar, kalıplaşmış, donmuş bir ideoloji olarak değil, bir çağdaşlaşma ideolojisi olarak anlıyoruz.
    Öncelikli olarak Atatürkçülük namuslu olmaktır. Çalmamak, çırpmamak; devleti dolandırmamak; yetimin ve kul olanın hakkını yememek; kendini paraya pula değil, ilkelere ve ideallere adamış olmaktır.
    Şu son günlerde bunlara o kadar gereksinimimiz var ki!
    Bütün mal varlığını ulusuna armağan ederken söylediği şu söze bakar mısınız?
    “Bütün mal varlığım, ulusuma verdiğim basit bir armağanımdır. Ancak en değerli armağanım olarak, günü geldiğinde ben ona canımı vereceğim!”
    Ne muhteşem bir söz değil mi?
    Bugünlerde kendimizi öksüz, sahipsiz; ortada kalmış; sığınacak bir damı, tutunacak bir dalı olmayan kişiler olarak hissetmiyor muyuz?
    Hukuk, güvenlik, adalet; devlet, hukuk, özgürlük; hak, eşitlik; yasaların üstünlüğü, kuvvetlerin ayrılığı…
    Bunlara ne kadar gereksinimimiz varmış meğher?
    Yediğimiz ekmek, içtiğimiz su; aldığımız ve verdiğimiz soluk kadar ne kadar değerli şeylermiş bunlar!
    Evet; artık görüyoruz…
    Atatürk bu ulus için ekmek kadar, su kadar, aldığımız nefes kadar; özgürlüklerimiz, barışımız, güvenliğimiz; hukukumuz ve bizi var eden bütün değerlerimizin toplamıymış meğer…
    O artık, yalnız etten ve kemikten yaratılmış bir varlık değildir. O bir ideal, ülkü; varlığımızı anlamlı kılan yaşam ilkelerimiz; insanlık değerlerimizmiş…
    Ulusal bütünlüğümüz; çağdaş dünyaya yürüyüşümüz; birlik ve bütünlüğümüzmüş… Ve biz onla ancak nefes alıp verebiliyormuşuz. O, azıcık aramızdan uzaklaşır gibi olsa; büyük bunalımlar, felaketler, yıkılış ve çözülüşler, hemen yanıbaşımızdan içimize doğru sızıveriyormuş… O yoksa, biz Ortaçağ, Ortadoğunun karanlıkları; despotizmi, diktalarıymışız. O varsa, karanlıktan sıyrılmanın heyecanı, aydınlığa görkemli bir yürüyüş, Ergenekon’daki kayalıklar arasından sıyrılıp çıkışmış…
    Aydınlığa yürüyüşmüş…
    Bunu anlamayanlar var hala aramızda.
    Var, doğru…
    Akıl ve iz’andan yoksunsa insan, bunu anlamamak doğal.
    Ama bu ülkenin her yurtsever kişiliği bu değerlere ve kavramlara değer verir. Bayrağını ve yurdunu seven kişilerin bu değerlerle bir sorunu olamaz.
    Olmamalı…
    Demokrasi mi diyoruz; özgürlüklerimiz önemlidir, biz bunda anlam buluyoruz ancak diye mi söylüyoruz; o zaman Atatürk içimizde…
    O, bir bedeni simgelemiyor ki!
    O insanlığın ortak değerleriyle Ortaçağın karanlıkları arasında çırpınan Türk Ulusu’na aydınlanmanın gür ışıklarını serpiştiren bir Aydınlanma önderidir.
    Aydınlanma kültürüne gereksinimiz var mı?
    Kesinlikle…
    Onlarda bir çözülüş varsa derhal bu çözülüşü ortadan kaldıracak refleksi göstermeliyiz.
    O nedenle Atatürk bir gün mutlaka gelecek…
    Çünkü karanlıkların içinde ne kadar çırpınacağız… Bir çırpınırız, iki çırpınırız; ondan sonra bu çırpınışların çare olmadığını, bir karanlıkta boğulup gitmek olduğunu nasılsa aklımız bize bir yerlerden fısıldar.
    Fısıldıyor da.
    O nedenle yineliyorum:
    Atatürk; yani insanlığın ortak değerleri ve kültürü bir gün mutlaka gelecek…
    Gelmek zorunda…
    Çünkü kurtuluşumuzun, özgürlüklerimizin tek güvencesi o…
    O bir beden değil; türk ulusunun özü, insanlığın ortak değerler bütünüdür…
    ···
  • +1 -1
    türk ulusu için tek sığınak atatürk tür
    Bu söz, bir anda çok çarpıcı gelebilir.
    Kimileri; “Bu kadar mı?” diye sorabilir…
    Evet, bu kadar…
    Bu kadar önemli, gerekli ve olmazsa olmaz koşuldur bu.
    Gayet açıkça ilan ediyorum:
    “Atatürk ve onun temel düşünceleri olmazsa; yaşama ve uygulama olanağı bulunmazsa, Türkiye olmaz…”
    Bu sözleri, belli bir bilinçle; yaptığım zihin egzersizleriyle; tarihten edindiğim deneyimlerle sezinliyorum da, ondan bu kadar açık konuşuyorum.
    Atatürk ne istiyordu? Onun düşünce dünyasında ve öğretisinde neler vardı? Bunların belli başlılarını ele alalım da; beni bu noktaya zütüren temel etkenleri daha yakından tanımaya çalışalım:
    Bilime karşı olabilir misiniz? Bilimsel düşünceye ve onu oluşturan temel yasalara?
    Atatürk, bilimi ve bilimsel düşünceyi en temel yol gösterici olarak kabul eder. Bilime önem vermeyen bir toplumun, günümüz dünyasında yaşama şansı olabilir mi? Uygar bir ulus olacaksak bilimi önemseyeceğiz. Ancak bu bilim aynı zamanda akılcı ve insanlığın ortak yararına olmalı. Bilimsel olan her şey akılcı olmayabilir. O nedenle Atatürk, “akıl” ve “bilim” sözcüklerini yan yana kullanmıştır.
    Bilimsel düşünce, laik ve seküler yönetim ve yaşam biçimlerinde gelişir. Bu gerçekliği yadsıyıp görmezden gelebilir misiniz?
    Atatürk’ün düşünce dünyasında laiklik ve seküler yaşam biçimi, en önemli noktalardan biridir. Laiklik, aklın ve bilimin önünü sonuna dek açan yasaları oluşturur. Değişik dinsel duygular ve dogmalar altında özgürce inandığını yaşayan insanları, grupları ve farklı düşüncede olanları birleştiren, bir araya getiren; ortak paydada buluşturan tek olgu, laikliktir. Üstelik laiklik, inançların da güvencesidir. Yasalar laik olmalıdır. Laik olmayan yasalar, dinsel hükümler içereceğine göre; onların ne çağdaş yasalar olduğu pozitif hukuk açısından söylenebilir ne de bu tür yasalar, toplumda pek çok farklı inançtan ve mezhepten insanlar ve kesimler olduğuna göre; onları eşitleyen ilkeleri getirebilir. Bütün bunları sağlayan, devletin laik sistemi ve toplumun seküler yapısıdır. Yoksa devlete, devletin işleyişine, gündelik yaşamın her alanına cemaatler, tarikatlar, mezhepler ve başka dinsel örgütlenmeler hakim olmaya çalışır ve toplum bir anarşinin içine yuvarlanır. Hukuk, modern ve pozitif hukuk olmaktan uzaklaşır ve bu yapıdan demokrasi çıkmaz.
    Atatürkçülük yurtseverliktir…
    Bunun tersi düşünülebilir mi?
    Hiçbir tarih bilinci ve bir millete bağlılık duygusu olan kişinin, yurtsever olmadığı düşünülemez. Yurt, yalnız üzerinde yaşadığımız toprak değil; bizi var eden en kutsal değerler bütünüdür. Yurdunu seven insan, onun değerini bilir ve onu yüceltmeye çalışır. Bu duygu, ulus kimliğini pekiştirir. Yayılmacı politikaların aleti olmuş imparatorluk duygusunun yerini ulus devlet duygusu alır. Ulusun tanımından doğan en temel kavramlar, bu yapıdan beslenir ve modern bireyi, ulusu ve ulusal egemenliği yaratır. Ulusal egemenlik ise modern demokrasinin olmazsa olmaz koşuludur. Üstelik pozitif hukuku yaratan en temel değerdir.
    3- Barışa, hümanizmaya ve evrensel etik değerlere karşı mısınız?
    Atatürk, yurtta olduğu gibi, dünyada da barışı savunur. Savaşların sona ermesini, ezenlerin ezilenler üzerindeki emperyalist duygularına son verilmesini ister. Hümanizmaya, yani insan sevgisine sonuna kadar düşünce dünyası açıktır. insanı sevmek, insanlığı sevmektir. Bu ise evrensel ahlaka, insani değerlere olan bağlılığı yanında getirir. Ulusal düşünceye sahip olmak, evrensel ilkelerle çelişmez. Çünkü ulus, modern dünyanın uygar bir toplumu olan; ancak tarihten ve yurt sevgisinden gıdasını alan bir yapı olarak görülür. Bu nedenle; kendi öz değerlerini yitirmeden, ancak onları daha da geliştirerek, insanlığın ortak değerlerine katkıyı öngörür…
    Ve Atatürk, birlik ve bütünlüğün güvencesidir. Çünkü O, Anadolu sathında yaşayan her kişiyi, aynı köke bağlı gür damarlar olarak görür. Onlar arasında ayrılıklar olduğunu ileri sürmek ve bunları körüklemeyi, geçmişte düşmanla işbirliği yapmış emperyalistlerin oyunlarından farklı görmez… Bu nedenle Türk Ulusu’na, emperyalizme karşı güçlü olabilmek için bu ilkeler çerçevesinde, ulusal birlik ve bütünlük duygusuna sonuna kadar bağlı kalmayı öğütler…
    Şimdi bir sonuca gelelim:
    Kuşkusuz, bu sayılanlara pek çok şey eklenebilir. O’nun halkçılığı, devletçiliği; cumhuriyetçiliği ve daha pek çok görüşü bu genel başlık içinde işlenebilir.
    Kimi zaman tarihe tersine bakmak, doğruları görmek için bizim için gerekli olabilir.
    Bir empati yapmayı, bir şeyin tersi yerine kendimizi koyarak, olana o cepheden bakmayı denemek, olumsuzlukları görmek için büyük ve somut kanıtlar ortaya sunar:
    Şöyle düşünelim?
    Atatürk ve onun temel düşünceleri uygulama olanağı bulmazsa ne olurdu?
    Bunu daha da somutlaştıralım:
    Atatürkçülük akılcı düşünce ve bilim, laik-seküler yaşam, ulus devlet ve ulusun egemenliğine dayanan cumhuriyet; yurda olan bağlılık, birlik ve bütünlük duygusu ve yurtseverlik; en aşağı yedi bin yıllık tarihe bağlılık duygusu; bireye bir kimlik, özgüven ve yurttaş olma yolunu açan bir aydınlanma hareketi olarak tanımlanabileceğine; ve onca şeyden sonra, bütün bu yapılanlara karşın, toplumsal olarak geldiğimiz yere bakarak; bir de bunlar olmasaydı; ne olurdu hiç düşündük mü?
    Kul olarak kalsaydık ve birey oluşumunu tamamlayamasaydık;
    Emperyalizme ulusal başkaldırışı gerçekleştiremeseydik;
    Laik yaşamı kurgulayıp uygulamaya koyamasaydık;
    Ulus kimliğini geliştiremeyip, ümmet ruhu içinde ulusal kimlikten uzak yaşasaydık;
    Kendi tarihimize, dilimize, bizi biz yapan temel değerlere sahip çıkamasaydık;
    Aklı öne alan, bilimi önemseyen açılımlar yapamasaydık;
    Yarım da kalsa, sonu getirilememiş olsa da; “Bir Türk Aydınlanması”nı hiç ama hiç tanımasaydık…
    Örneğin kadınlara haklarını vermeseydik, yazı devrimini gerçekleştiremeseydik; modern kurumları, meclisi ve yargı organlarını yaratamasaydık ve hala bir sultana kulluk görevini yerine getirir durumda kalıverseydik…
    Bütün bunlara karşın, bugün bile onca ağır sorunumuz varken, bir de bunlar olmasaydı, hiç düşündük mü?
    Atatürk, büyük adamdır.
    Türklerin tarihini, gittiği karanlık yoldan aydınlık yola çevirmiş önemli bir tarihsel kişiliktir.
    Emperyalizme karşı, ulusal kimlikle ilk başkaldırıştır.
    Geri kalmış bir toplumu aydınlanmanın değerleriyle birleştirmiş büyük bir aydınlanmacıdır.
    Yurtseverlik düşüncesini gönüllere işleyen büyük bir kahramandır.
    O olmazsa Türkiye olmaz…
    Artık bunu bir anlayabilsek!
    Bir inebilsek onun düşünce temellerine!
    Ve oradan almamız gereken gıdayı bir alabilsek…
    Ah, bir başarabilsek bunu…
    Ama her felaket, her kötülük, her kötüye gidiş, kişiye olduğu gibi toplumlara da iyi olanı yeniden tanıma olanağı sunar…
    Bugün; Türk Ulusu, Atatürk’ün tek ve en gerçek sığınak olduğunu anlamıştır.
    O, en sıkışık zamanlarımızda başımızı sokacağımız büyük yurt ve bayrak sevgisinin ta kendisidir de ondan.
    Atatürk’ten başka çözüm yolumuz yok.
    Bunu artık biliyor ve çok daha derinden ulusça hissediyoruz…
    ···
  • +2 -1
    bugün atatürk e her zamankinden çok muhtacız
    (-istiklal Mahkemeleri, Başbakan ismet Paşa’yı Tutuklamak istemişti)

    Evet, şu yaşadıklarımıza bakınız!
    Ülkemiz, bir yabancının yüzüne baktığımızda bizi utandıracak düzeyde kötü şeylere sahne oluyor…
    Her şey birbirinin içine girmiş…
    Yasama nerede, yürütme nerede; yargı ne durumda ne anlamak olanaklı ne bunun karmaşıklığı karşısında bugünden yarına kafamızda net bir şey var…
    Ne bu yaşananlar?
    Hukuk ne duruma düşürülmüş; nedeni kim olursa olsun…
    Gerçek bir demokraside yasama, yürütme ve yargının birbirinden kesin olarak birbirinden ayrı ve bağımsız olur…
    Anımsatalım:
    Hani o çok eleştirdikleri istiklal Mahkemeleri var ya!
    Yüzyılların en büyük kan dökücü çeteler gibi anlatıldı onlarca yıldır… Üç Aliler’den söz edilirken, istiklal Mahkemelerinin üç önemli başkanı Kılıç Ali, Ali Çetinkaya ve Necip Ali, ulusal savaşa verdikleri özverili destekler hiç görülmeden akıl almaz hakaretlere uğradılar.
    Bugünkü olanlara baktığınız zaman; o dönemin mazur görülecek yığınla yanı var:
    Bir kere ülke olağanüstü bir dönem yaşıyor. Yeni kurulmuş devlet, cumhuriyeti ilan etmiş; laikleşme yönünde adımlar atıyor; ve o yoksul Türkiye’de aydınlanma değerleri yaşanamadığı için, her yeni adıma kışkırtmaların da etkisiyle karşı çıkışlar kendini gösteriyor… Ayaklanmalar, halkı rejime karşı kışkırtıcı nitelikte yönlendirmeler; ve derken 1926 yılı Haziran ayında Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya karşı izmir’de bir suikast düzeneği açığa çıkarılmış… Olayların ele başıları yakalanmış… izmir Valisi Kazım Dirik, olağanüstü bir çabayla olayların üzerine gitmiş ve bu sinsi plan her yönüyle deşifre olmuş…
    Ve ardından da tutuklamalar, sorgulamalar; ardından yeniden tutuklamalar başlamış…
    Ve Ankara istiklal Mahkemesi kalkmış, izmir’e gelmiş; Elhamra’ya yerleşerek, olaya el atmış…
    Verilen ifadelerden hareketle, tutuklamalar önemli kimi adlara kada uzamış.
    Ve, ulusal kahramanlardan Kazım Karabekir Paşa bile istiklal Mahkemesi’nin isteğiyle tutuklanmış…
    işte Kazım Karabekir Paşa tutuklanınca ne oldu biliyor musunuz?
    Dönemin Başbakanı ismet Paşa derhal harekete geçti. Böylesine önemli bir adın tutuklanması, ismet Paşa’nın hassasiyetine neden olmuş; ve Paşa’nın tutuklanmasının kamuoyunda yaratacağı duyarlılığı düşünerek, onun bırakılması yönünde adımlar atmak istemiş. Bu nedenle Mahkeme Başkanlığı ile bir görüşme yapmayı bile denemiş…
    işte ne olduysa o zaman olmuş…
    Mahkeme Heyeti, mahkemeye başbakanın bile müdahale edemeyeceğini ileri sürerek, derhal bir tezkere hazırlayarak, Başvekil ismet Paşa’nın tutuklanması için harekete geçmiş…
    Olaya ancak Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın (Atatürk) el atması ve mahkemeden bu kararını bir kez daha gözden geçirmesi ricası ile ismet Paşa son anda tutuklanmaktan kurtulabilmiş…
    O dönemde bile o çok eleştirilen mahkemeler bu denli özgür ve bağımsızmış işte.
    Öyle başbakan istedi; o rica ediyor, aman bunu dikkate alalım; yoksa biz sağa sola sürülürüz korkusu falan yaşamamış…
    O ihtilal mahkemeleri bile bu denli özgür ve bağımsızmış demek istediğim…
    Uzatmayalım ve saadete gelelim:
    Yasama, Yürütme ve Yargı erkinin birbirinden ayrı ve bağımsız olması, demokrasiye geçiş yönünde en önemli adımdır. Siyaset biliminin en temel kuralı; devlet denilen siyasal örgütte, yasama yürütme ve yargının, çağdaş yapılanmada ayrı ve bağımsız oluşudur. Bu güçler ayrılığı yerine, güçler birliği kavramı gündeme gelirse; bu yapı demokratik özelliğini yitirerek, diktatörlüğe doğru gider. Birisi dikte eder, yargı da gereğini yerine getirir…
    Ülkemizde ne yazık ki; son düzenlemelerle birlikte, güçler ayrılığı kavramı ağır bir darbe almıştır.
    Şuna katılıyorum:
    Devlet içinde paralel bir yapı varsa, gerçek devlet elbette buna izin veremez.
    Vermişse; -ki anlıyoruz ki buna göz yummuş- yanlış zaten, burada başlamış. Bir demokratik devlet, kendi yasal güçlerin dışında ne yasamada, ne yargıda ne de yürütmede hiçbir başka güce egemenlik alanı açamaz. Açtığında bunu başka güçler elbette doldurur…
    Sorun; işte buradadır:
    Niçin böyle bir oluşum varsa, bu zamana dek bu yapının oluşumuna izin verilmiştir?
    Ne diyelim ki?
    Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete…
    Bütün yaşadıklarımıza baktığımda, Atatürk ve onun yaşadığı zorlukları bir kez daha aklıma getirerek, ne büyük zorluklara göğüs gerildiğini kafamda tartmaya çalışıyorum. Darmadağın bir yapıdan bir ulus yarat; o olusu kendi gücünün önemine inandır; ondan ulusal egemenlik yarat; sonra bunu cumhuriyete dönüştür; ardından da güçler ayrılığına adım adım geçerek, demokratik bir cumhuriyet yarat…
    Hem de aydınlanmayı yaşayamayan bir topluma, aydınlanmayı yaşatarak; demokratikleşme ve aydınlanma süreçlerini aynı anda gerçekleştir…
    işte o nedenle çok açıkça görünüyor ki; bu günlerde Atatürk’e, onun düşüncelerine, ilkelerine; üstün öngörü ve başarı gücüne hayran olmamak olanaklı değil…
    Şunu kesin olarak biliyorum:
    Ulusu geldiği bu noktadan birlik ve bütünlüğe ve çağdaş uygarlık düzeyine bizi yöneltecek olan, gene Atatürk’tür.
    Yani bugün, Atatürk’e her zamankinden daha muhtacız…
    ···
  • -1
    günah işleme özgürlüğü rus fahişelerin
    ağzına kadar düştü tövbe tövbe...
    Okuyunca hiç şaşırmadım:
    Yer, istanbul Şişli…
    Dört adet Rus hayat kadını…
    Ülkelerinde güzellik yarışmasında dereceye girmişler…
    Bakmışlar iş sorunu var, ver elini Türkiye…
    Ancak ne gezer?
    Ara tara iş yok.
    Onlar da Rus işadamlarına ara sıra rehberlik ve çevirmenlik yapmışlar; derken Şişli’de bir ev tutup, misafirlerini gece evlerinde ağırlamaya başlamışlar…
    Votka, müzik; dans vs. derken, doğal olarak komşuları rahatsız olmuş ve bir apartman sakini bu Rus kadınlarını; eve erkek aldıkları ve çoluk çocuğun olduğu apartmanın, bundan rahatsız olduğunu bildirmiş…
    Polis baskın yapmış tabiî ki:
    Operasyonun ne operasyonu olacağı anlaşılmayacak şey değil: “Fuhuş operasyonu”…
    Ve Rus kadınlarının ilk tepkisi şu olmuş:
    “Bu bizim günah işleme özgürlüğümüz. Başkasına ne? Bu özgürlüğümüzü nasıl elimizden alırsınız?”
    Bir ülkenin sayın vekili; “Günah işleme özgürlüğü”nden söz ederse; hatta bu özgürlüğe müdahale etmenin; Tanrının egemenlik alanına saygı göstermemek anlamında sözler söylese; malum kadınların bu yönde savunması normal değil mi?
    Hadi olay oldu, bu kadınlar da bu tür açıklama yaptı.
    Ama benim ağrıma giden şey şu:
    Öyle ya da böyle, meclis milletindir; yani hepimizin… Hepimizin derken, yalnız bugünkü bizlerin değil. Millet meclisi olduğuna göre ve millet de yalnız şu anda yaşayan Türkiye Cumhuriyeti halkını kapsamadığına; binlerce yıllık geçmişiyle geçmiş atalarımızı gelecekteki kuşakları da kapsayan muhteşem bir kavram olduğuna göre; ve “Günah işleme özgürlüğü” gibi bir kavramı da bir milletvekili ortaya attığına göre… Bu meclis benim, senin, onun; hepimizin meclisi olduğuna göre ve milletvekili de –kabul edelim ya da etmeyelim- hepimizin vekili olduğuna göre; beni, hepimizi, atalarımızı ve gelecek kuşaklarımızı temsil eden bir vekilin sözleri; Rus fahişelerin adında malum bir iş dolayısıyla kendilerini savunma biçimlerinin en temel gerekçesi olarak gösterilirse…
    Bu benim ağrıma gider.
    Sizin gitmez mi?
    Millet ayrı, halk ayrı…
    Millet bugünkü kuşakları, geçmiş ve gelecek kuşakları da kapsar.
    TürkHalkı da, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan ve TC kimliğini paylaşan insanlarımızdır.
    “Millet, millet” diyoruz; yetinmiyoruz, “Türk Milleti” diyoruz; köklerini ta Bilge Kağanlar’a, Alperenlere, sınır boylarındaki akıncılara; ahievrenlere, olmadı ta Ortaasya’daki başbuğlara dayandırıyoruz…
    Bu millet, kendisini temsil eden bir kişinin ağzından çıkan bu sözlerle incinmiş olmuyor mu?
    Ben çıkamadım işin içinden.
    Kendi içimi rahatlatacak bir yanıt bulamadım.
    Azap duydum…
    Hele Rus hayat kadınlarının bu sözü söylemesi, iyice ağrıma gitti.
    “Günah işleri özgürlüğü”ymüş…
    Bunun derin felsefesi varmış.
    Bu felsefeyi ve buna neden olan olayları felsefi yönüyle tartışmamışız…
    Off, off…
    Diyorum, hep diyorum:
    Biz eskiden böyle değildik.
    Ruh dünyamız, pgibolojimiz değişti.
    Birileri tepeden bir tutam toz attı; biz de “tozuttuk”…
    Aklın yolu bir:
    “Pgibolojik tedavi merkezlerine, ruh ve sinir hastalıkları uzmanlarına; yeteri kadar asabiyet ilaçlarına ve onlar da yetmezse derin narkoz etkisi yapacak başka ilaçlara acil ihtiyaç var.
    Az çok bunları düşünecek kadar halimiz varken, bir an önce bu ilaçları stoklamalı…
    Yoksa ülke, baştan aşağı deliler ülkesi olacak…
    Bir yerlerden tedaviye başlamalı…
    Aziz Nesin’in bir öyküsü var:
    “Deliler Boşaldı!”
    20’li yaşlarda okumuştum:
    Lakin bugün acilen yeniden okumaya ihtiyacım var…
    “Günah işleme özgürlüğü”ymüş…
    Dalga dalga, derin izler, felsefi etkiler yaparak yayılıyor…
    “Delilik Tarihi”nin en temel başlığı olmaya aday bir özgürlük hareketi…
    Tövbe, tövbe…
    ···
  • -1
    ülkemiz insanlarını anlayamıyorum
    -mesela bu vineci huur çocuklarını anlamıyorum gördüğüm an iç güdüsel olarak elim ayağım titriyor.

    memleket nereye gidiyor diyorum bazen saçma sapan anksiyöz hareketler ve buna gülen beğenen insanlar anlam veremiyorum.

    -mesela sürekli faşist diyen insanlarıda anlamıyorum.

    varsayalım ben türkçüyüm dediğimde hemen ay bu faşist diyorlar ve o kelimeyi söylerken fotoğraflarını çekmek istiyorum aynı iguanaya benziyorlar.

    -mesela komünistleri anlamıyorum sözde eşitliği savunuyorlar ayrımcılığa karşılar ama sadece komünistlerle bağlantı kuruyorlar diğer insanların nabızlarını dinlemiyorlar.

    -mesela ülkücüleri anlamıyorum.

    sözde vatan severler ama nerede vatana zarar verecek şeyler varsa onlar yapıyor.

    siyah takım elbiseyi üstüne giyince adam olduk sanıyorlar.

    hayat takım elbiseden ibaret değildir.

    eğer gerçekten milliyetçiysen önce devletine faydalı olmaya çalışacaksın.

    -mesela kemalistleri anlamıyorum.

    kemalizmi sadece içki içip kuranı kerima atıp tutmak sanıyorlar.

    atatürkün gerçek yaptığı icraatları görmüyorlar.

    dilimizi öz türkçeye çevirdi dediğimizde farklı tepkilerle karşılaşıyoruz.

    -mesela cemaatçileri dincileri anlamıyorum.

    islam hoşgörü dinidir diye öğretiyorlar.

    ama en çok insanları ayıranlar onlar.

    5 yaşındaki bir çocuğun içini yahudi nefreti ile dolduranlar hristiyanlara atıp tutanlar ateistleri öldürmekden bahsedenlerin hoş görüsünü anlayamıyorum.

    aslında eğlenceli bi ülkeyiz biz ama vatandaşı olmasak.
    ···
  • 0
    bu amk milleti her daim sikilmeye mahkum
    ne sanattan anlıyorsunuz nede siyasetten amk yobaz fakir huur çocukları sizi züttten bacaklı neidüğü belirsiz bi karının videosunu 9 milyon izlerken:
    http://www.youtube.com/watch?v=sAZrPAP80VU

    adam gibi adamların klipleri bu kadar izleniyorsa:
    http://www.youtube.com/watch?v=hxEtaxWgUCA

    gibeyim böyle insan topluluğunu.

    edit: beyler linke sövmeyin öyle çıkıyo amk
    ···
  • 0
    aligalip1
    yardım sever adamdı eğer olurda bigün bu yazıyı görürse ulaşsın bana meslektaşımdı.
    ···
  • 0
    siyasette kirlilik
    Siyaset, topluma hizmet etme sanatıdır.
    Bu nedenle, dünya tarihinde en kutsal uğraşılardan biri olarak algılanır.
    Ünlü düşünür Aristo, her meslek dalının bir okulu olduğunu belirtir ve ardından da ekler:
    “Siyasetçi, topluma hizmet ederek, en kutsal işi yapıyorlar… Öyleyse neden bu uğraşının bir okulu yok?”
    Bilge kişilerin uğraşıdır ona göre siyaset. Öyle olmalıdır. Bilgeden anlatmak istediği de; artık kendini dünyevi varlıktan soyutlayıp; topluma hizmet duygusuna kendini adayabilen; bundan da öte karar, eylem ve sözleriyle sıradan yurttaştan ayrılabilen ve olayları üstün sezgisiyle doğru olarak yorumlayabilen kişi olabilmekti.
    Bu etki altında kalmış olan ünlü hukukçu Virgine Rossel de şunu söylüyordu:
    “Devlet adamı yoksul ölmelidir. O, topluma kendini adadığı için, onun dünyasında en büyük ödül, topluma hizmettir. Devlet adamı yoksul ölmeyi başarabilsin ki; onun yönettiği toplum varlık ve zenginlik içinde olabilsin… Eğer devlet adamı, varlıklı olmayı hedeflemişse; bu kez kural tanımaz; topluma ait olanı kendi çıkarı için kullanır ve kendi zenginleşirken, toplum yoksullaşır”…
    Bu özlü yaklaşımlardan alınacak o kadar çok ders var ki!
    Bize baktığınız zaman da; şunu görüyorsunuz:
    Bal tutan parmağını yalıyor ve siyaset, topluma hizmet etme aracından çok; siyasetçi için kendi çıkarlarını öne almak, zengin olmak için uğraşıyor.
    Oysa topluma hizmet etmek, gerçek bir siyasetçi için en üst duygudur.
    Ne kadar yoksunuz artık bu erdemli duruşlardan…
    Gündelik siyasete kafa yormaya gerek yok…
    Her şey ayan beyan toplumun gözleri önünde televizyon ekranlarından dökülüp duruyor.
    Herkesin bildiği bir örnek:
    Hz. Ömer adaleti…
    Beytülmala ait olana en büyük “günah” olarak gören bu erdemli ve tutarlı duruşlar, sanki bizim kültürümüzün bir parçası değilmiş gibi…
    Themes, adalet tanrıçasının adıdır.
    Bir elinde terazi, öteki elinde kılıç vardır.
    Terazi, doğru tartmadığında, yani hakkın yerini hırsızlık, uğursuzluk, çalıp çırpmak aldığında bu kez, toplumun kılıcı, bunu yapanın karşısına dikilir.
    Bu kılıç modern toplumlarda hukuktur.
    Hukuk dedik, hukuk…
    Guguk değil, hukuk bu…
    Ve bizden o kadar uzak ki!
    Fatih Sultan Mehmet, haksız yere bileklerini kestirdiği Mimar Sinanettin’in sultanı kadıya şikayet etmesi üzerine; kadı Fatih’i çağırıp sorguya çekti; sonra da hükmünü verdi:
    “Sultan, bu işte haksızdır. Bu nedenle bileklerini kestiği kişiye tazminat ödemek zorundadır. Bunu ise devletin hazinesinden yapamaz. Ancak, kendi özel hazinesinden ödeyebilir”.
    Dönemin tevarihlerinin yazdığına göre, Sultan Fatih, bu tazminatı ödemiş ve bunun karşılığı olarak, Mimar Sinanettin’le helalleşmiştir.
    Büyük devlet adamlarına bakın:
    Hepsi hukukun üstünlüğüne önem verir; adaletten şaşmaz…
    Ya şu olup bitenler ne?
    Zavallı ülkem…
    Adalet çürümüşse; adaletin içine bile hile girmişse; senin için gelecek olabilir mi?
    Ne demiş ulu kişiliklerimiz:
    “Adalet mülkün temelidir!”
    Mülk, yani devlet…
    Ya adalet?
    O nerede?
    Hemen bir tekerleme söyleyelim:
    “Şeytan aldı zütürdü, bulamadan getirdi!”
    ···
  • 0
    din yolu ile insanları sömürenleri anlamıyorum
    mesela sözde dinci allah yolunda geçinip insanları bu solcu bu alevi diye ayrım yapanları anlamıyorum.

    dinimiz bize güzel ahlak ve eylem emreder. cemaatlere baktığımızda kendi cemaatinden olanları kutsal diğerlerini sıradan kişi sayanları anlamıyorum.

    osmanlıya kutsal devlet diyenleri anlamıyorum.

    israiloğlullarına kin ve nefret besleyenleri anlamıyorum.

    milliyetçiliği haram kılıp araplara hayranlık duyanları anlamıyorum.

    cennetin dili arapça diyenleri diğer indirilen kutsal kitapların arapça olmadığını anlamıyorum.

    risalei nurun kuranı kerim kadar sevabı var diyenleri anlamıyorum.

    bu ülke yok olsada olur ben kürdistandada yaşarım yada ingilizler ülkeyi ele geçirseydi daha rahat ibadet ederdik diyen islamcı ve milli görüşçü kesimleri anlamıyorum.

    doğru düzgün türkçe konuşamayan ana dili kadar ingilizce bilen ve kendine türküm diyen şıhları anlamıyorum.

    suriyedeki öldürülen filistindeki katledilen insanlara acıyıp ağlayıp doğu türkistanı görmezden gelenleri anlamıyorum.

    kısacası dinimiz çıkar dini olmaya başladı ve ben artık çoğu şeye mantığımla yaklaşamıyorum.
    ···
  • 0
    diametrically is back
    daha önceki hesaplarım silindiği için bundan devam edicem:
    - yildirim hizi
    - diametrically
    ···