• 3 / 3 / 14 entry
  • 0 başlık
  • 0.00 incipuan

batus107t6 yemişinci nesil normal

  • 0
    beyler komşum yüxek sesle müzik dinliyor
    Git rencide et en iyisi o. Abicim sen yüksek sesle müzik dinliyorsun biz burada öğrenci adamız ders çalışamıyoruz. Sessiz dinlersen mutlu olurum falan de. Nazikçe uyar ki altında kalsın bin. Başından kara sular dökülsün. Yoksa diğer türlü kendini haklı sanar zütveren.
    ···
  • 0
    absurd hikaye seven panpalar
    Nasreddin Hoca asırlar önce Dünya’nın merkezini hesaplamış ve işaretlemişti. Sizin de fark edebileceğiniz gibi Hoca fıkralarda hep yaşlı halindedir. Çünkü gençliğinde dünyayı dolaşıp kendi geliştirdiği algoritmalarıyla merkezi hesaplamıştır. Nasreddin Hoca ve birkaç çağının ötesindeki Türk bilgini bize sır olarak aktarılmak için fıkra olarak anlatılmıştır.
    Akşehir’e vardığımızda kötü planın başladığını yerin sallanmasından fark edebiliyorduk. Yerel halk buna aldırış etmiyordu, bir yerlerde maden çöktüğünü falan düşünüyorlardı. Operasyon için hiçbir yardım talep edemiyorduk çünkü bu aşırı gizli stratejik öneme sahip ve bilinmesi ile büyük spekülasyonlara sebep olacak bir operasyondu. Jetten indik. Ben koşarak Merkez’e doğru gidiyordum. Spiderman beni durdurdu. “Ne yapıyorsun? Biz ortağız ve birlikte gideceğiz.” dedi. “Senin zaten bir görevin var, jeti al ve ben seni çağırdığım zaman hemen 'merkez'e(Dünyanın) gel.” dedim. Kabul etti.
    “Merkez”e gittiğimde Dr. ve Kurukafacı oradalardı. Beni gördüklerine şaşırmamışlardı. “Batuhan, Batuhan... ” dedi Kurukafacı. “Gerçekten benim isteğim dışı bilgisayarıma girebileceğinizi düşünüyor muydunuz? Hepsi planımın bir parçasıydı. Buraya şeytani planıma tanıklık etmen için gelmeni sağladım. Şimdi sen ve bu dünyadaki herkes ölecek.”
    istifimi bozmadan beremi çıkardım. Saçımı düzelttim. “Kurukafacı.” dedim. “Hocanın son fıkrasını bilir misin? Ölüm döşeğindeyken söylediklerini?”. “Hayır.” dedi. Anlattım:
    “Hoca ölüm döşeğindeyken çocuklarından dönemin Bey’ini çağırmalarını ister. Hoca önemli bir adam olduğu ve zaten başkent olan Konya’da yaşadığı için Bey onun isteğini yerine getirir. Ölüm günü gelir. Bey de yanındadır. Hoca der ki ‘Bey, yaptıklarım karşılığında buranın bağını senden istediğimde bana devlet kurallarına uymadığını söylemiştin. Ama 2 yıl sonra kardeşinin oğullarına vermiştin hatırlıyor musun?’ Bey başıyla onaylar ve yaşlı Hoca’nın onu affettiğini düşünür. Gözleri dolar. Duygusallaşır. Hoca devam eder “ işte Bey. Bütün bu bağlar, bahçeler bana yâr olmadı. işte bunların hepsi senin zütüne girsin huur çocuğu..” der. Daha da küfür edecektir ama ömrü yetmemiştir ve ölmüştür. Bey de işittiği hakaretler karşısında bir şey yapamaz çünkü Hoca artık zaten ölüdür.”
    Kurukafacı sordu: “E bütün bunların ne alakası var benim yaptığım işle?”. Gözlerimi kıstım “Sen Nasreddin Hoca değilsin.” dedim. Elime aldığım bir top süt tozunu Kurukafacı’ya fırlattım. Bu onun tek zayıf noktasıydı. Ama ona gelmeden önce Dr. Oetker ona siper olmuştu. “Aptal.” dedi doktor. “Süt tozu onun aksine bana hiçbir şey yapmaz.” . Güldüm. “Süt tozu değil o lanet olası!” dedim. “Un o!”. “Olamaz, hayır!” diyerek çığlıklarla koşuşturuyordu ve en sonunda kabarıp patladı. Artık Kurukafacı ile başbaşaydık. Ortama kahve tozu enjekte etti. “Artık yardım isteyecek kimsen kalmadı.” dedi. Zar zor nefes alıyordum. Ama yardımın geleceğinden emindim.
    O sırada kapılar kırıldı ve polisler geldi. Tabii ki Kurukafacı’nın asıl planını bilmiyorlardı. Kurukafacı’yı “Devlet Büyüklerine Hakaret” suçundan 6 aylığına hapsediyorlardı. Giderken yüzüme baktı “Ben kazandım.” dedi. “Nasıl?” dedim. “Gerisayım hala sürüyor 3 dakika sonra kıyamet gelecek!” dedi. Hemen koşarak geri sayımın iptali için kırmızı butona bastım. Ama parola istiyordu ve soru “LMAE?” idi. Düşünmek için 2 dakikam kalmıştı. Olayın bu kısmını hesaplayamamıştım. Pratik zekamı çalıştırmalıydım. Bu bir kısaltma mıydı, soru muydu, neydi? Sonra dank etti. Parolaya “göznuru” yazdım. Ve kabul etti. Dünyayı kurtarmıştım. “L.M.A.E. (el em e i) göz nuru” . Parola buydu. Zaten Kurukafacı’nın mizah seviyesi bu kadarını karşılardı en fazla.
    Spidey’e haber verdim. Jeti derhal getirdi. Hemen bindim. Kahve ishalimi azdırdığı için jete ihtiyacım vardı. Çünkü içinde özel tuvaletim vardı ve ben de artık mutlu mutlu sıçabiliyordum.
    Yol boyunca Spiderman bütün bunları nasıl yaptığımı sordu. “Açıklayacağım.” dedim. Obama ve Kim Yon ile buluştuğumuzda planımın nasıl işlediğini açıkladım:
    Bizim ülkede artık bir devlet büyüğüne sanal ortamda küfrederseniz hakkınızda soruşturma açılabilinip hapis istemi uygulanabiliyor. Kim Yon bilgisayarı sözde hacklediği zaman ben tam olarak nelerle karşılaşacağımızı kestirebiliyordum ve yardıma ihtiyacımız olabileceğini düşündüm. Top Secret olan projelerde de yanımıza destek birlik alamayacağımız için Kurukafacı’nın twitter hesabından hükümet hakkında ileri geri konuştum. Bu polisin gözünden kaçamazdı. Hele Konya gibi bir ilde böyle atılan tweetler az sayıda olduğu için kolayca göze batabilirdi. Böylece destek gücünü kendi tarafımıza haberleri olmadan çekebildik. Artık Kurukafacı da hapiste olduğuna göre biraz kafamızı dinleyebiliriz.
    Beni ayakta alkışladılar. Üç kişiydiler ama bu bile yeterliydi. Artık benim de eve dönme vaktim gelmişti. Hepsiyle vedalaştıktan sonra evime, şömineme ve üzümlerime dönmüştüm.
    Görüşmek üzere...
    ···
  • 0
    absurd hikaye seven panpalar
    Beyler böyle hikayeler yazıyorum blog linklerini de attım. Yorumlarsanız sevinirim. Eğlenek aq işte.

    Şöminenin yanına uzanmış salkım üzümlerimi teker teker dişliyordum. Vücudumun üst tarafı çıplak, masküler vücudum kartalları bile kör edebilecek kadar güzel. Altımda ise deri pantolon ile ciksenlerin metal havasını yakalamış gibiyim. Kaplan postunun üzerinde olduğumdan bahsetmeme gerek yok. Manzara aşağı yukarı böyle. Ankara’nın havası belli olmaz diye yanan şömineye bir parça daha odun atıp anın tadını çıkarmaya çalışıyorum. O sırada telefon çalıyor. “Batuhan, Kurukafacı elimizden kaçtı.”. Elimdeki üzümü yavaşça meyve tabağına bırakıp büyük bir endişeyle “Lanet olsun.” diyorum. “Mal mısınız oğlum nasıl kaçar?” diye çıkışıyorum Obama’ya. “Oeteyun Kerbal bize ihanet etti. Senin sözünü dinlemeliydik. Ona güvenmek akıl işi değildi zaten.” dedi başkan. Sesinden zaten yeteri kadar derdi olduğunu anlayabiliyordum. Daha fazla üstüne gitmedim o yüzden. “Batuhan, dünya daha önce hiç olmadığı kadar tehlikede şu an. Kurukafacı’yı durdurmalısın. Çoktan özel bir jet oraya doğru yola çıktı bile. istediğin gibi içinde taharret musluklu tuvalet de var.” diye devam etti. Pek keyfim yoktu o an ama insanlığa olan sorumluluklarım daha büyüktü, bu yüzden gitmeliydim. Zamanında dediğim gibi “Büyük güç bu yükün altından kalkabilene büyük sorumluluk getirir.” Bu lafı ben Spidey’e söylemiştim, yaymış herkese. Neyse... O da buluşma noktamızda olur muhtemelen.
    Jetle 6 saatlik yolculuk sonunda Washington’a vardım. Spiderman ve Obama beni karşılamaya gelmişlerdi. “Neden dünyayı ilgilendiren bir kriz olunca Amerika’ya geliyoruz?” dedim. “Mazot ucuz.” dedi. Haklıydı. O kadar jet, özel ekipmanlar falan bayağı bi’ masraf olurdu bizim orada. Durumu bana tekrar açıkladı. Bu arada Spidey de bizimleydi. “Batuhan abi hoş geldin, dünya tehlikede olmasa yüzünü göreceğimiz yok.” dedi. “Sen gel bi kere de.” dedim. Sonra saçma muhabbeti kestik. Obama bana durumu açıkladıktan sonra Spidey ile hemen çalışmalara koyulduk. Ona öğreteceğim çok şey vardı. Operasyon kıyafetlerim olan Adidas eşofman takımımı üstüme geçirdim ve yola çıktıkk. Kurukafacı’yı bulmamız için gizliliğimizi korumamız lazımdı. Bunun için ben Erasmus öğrencisi gibi davranıyordum ve Spidey’in apartman dairesinde kalıyorduk. Arabamız bile yoktu. Otobüsle yolculuk ediyorduk.
    Eve vardığımızda Amuga(maskesiz olduğu sahnelerde Amuga diyeceğim çünkü gerçek hayatta adı Peter değil Amuga) bana bütün bu Kurukafacı olayını sordu. Ben de onu bir kenara oturttum, eline bir kalem ve bir kağıt alıp beni iyi dinlemesini istedim. Kalem ve kağıtlık bir işimiz yoktu ama anlattıklarımı daha gösterişli kılıyordu. Ve anlatmaya başladım:
    Hiç fark ettin mi bilmiyorum Amuga. Şimdi insan yaşdıbını bir oyun olarak düşün. Ve bu yaşamın zorluk basamakları olsun. Kuzey Avrupa’dan başlayalım. isveç misal. Milli gelirleri yüksek, hatunları güzel, savaş dertleri falan yok. Ama aşağılara inelim; Almanya, italya'da biraz daha zorlaşıyor sonra Akdeniz’i geçelim Tunus, Libya, Nijerya, Kamerun... Oyun gittikçe taklaşıyor gördüğün gibi. Ne hatun ne para kaldı. Şifresiz GTA oldu Amuga. Bunun nedeni ne peki? işte Kurukafacı’nın sırrı burada. Bildiğin gibi dünyada kahvenin çoğu Afrika’nın oralarında yani oyunun zorlaştığı yerlerde üretiliyor. Bu bir tesadüf mü? Hayır hakikatin ta kendisi Amuga. Hakikat; Kurukafacı Mehmet Efendi. Bu suç manyağı Dünyayı yok etmeye and içmiş bir pgibopat. Hiç uyumuyor, günde 1,5 kilogram kahve tüketiyor ve her saniye suç imparatorluğunu genişletiyor. Başkanın söylediklerine göre artık yeni bir ortağı varmış: Dr. Oeteyun Kerbal. Senin bildiğin adıyla Dr. Oetker. Artık daha dikkatli olmalıyız.

    Okula gittik. Derslerde uykumuzu aldıktan sonra otobüsle tekrar gizli üsse gidip araştırmamızı derinleştirmeye çalışacaktık. Durakta Amuga kızların zütüne baka baka bir hal oldu. Yaşam tecrübelerimden faydalanarak yeni taktikler öğretmem lazımdı ona. “ Hiç öyle löm löm züte bakılır mı Amuga?” dedim. “Biraz akıllı ol, biraz sivri zeka ol, biraz Türk ol.” dedim. “Bak şimdi şöyle yapacaksın; hiçbir zaman zütün önemini unutma. züt bizim için güneş gibidir. Biri dışımızı biri içimizi ısıtır. Ama ikisine de çıplak gözle bakmamalıyız. ilk önce bir züt seç. Bizim güneşimiz gibi yörüngesinde olacağımız bir züt olsun. Sonra zütün gideceği yönü hesaplayıp beş saniye kadar önceden gideceği yere odaklan. Beş saniye sonra züt kendiliğinden gözlerine gözükecektir. Ve senin hiçbir suç veya sorumluluğun olmayacaktır. Bu işte geliştikçe saniye miktarını arttırabilirsin. Hayatta her zaman böyle yenilikçi ve ileri görüşlü ol.” diyerek gence kendimden bir şeyler kattım. Teşekkür etti. Gözleri de doldu biraz. Otobüsümüze bindik. Pentagar’a doğru yola çıktık.
    Üsse geldiğimizde başkan ve bir Çinli ilginç bir sohbete imza atıyorlardı. Obama “Ağzına vermemelisin, çok tehlikeli o işler.” gibisinden bir şey diyordu Çinli de onaylıyordu. Önceki başkanlardan edindiği bir tecrübe sandım ilk önce. Sonradan öğrendim silahta merminin namlu ağzına verilmemesi gerektiğini söylüyormuş. Şeytan doldurur mazallah, haklı adam. Neyse... Başkan bize yardımcı olması için Kim Yon adlı Çinli bir bilimaddıbını çağırmıştı. Beraber Kurukafacı'nın yerini saptamayı umuyorduk. O sırada Spidey’e sordum “Oğlum bu naylon yakmıyor mu seni? Çeksene bi Adidas sen de.”. “Yok abi içi yün bunun, su geçirmesin diye dışı naylon.” dedi. Baktım. Gerçekten de öyleymiş. Helal olsun gence iyi düşünmüş valla.
    ***
    Kim Yon, Kurukafacı’nın bilgisayarını hacklemeyi başardı ve insanı dehşete düşüren planını öğrendi. Ve bize planı anlatıyordu: Kurukafacı Dünya’nın tam orta noktasından özel bir karışımı magmaya enjekte ederek magmayı kahveye dönüştürecekti. Bununla birlikte Dünya’nın manyetik alanı bozulacaktı ve insanların kıyameti gelecekti. istediği iki şeyi de elde edecekti. Sınırsız kahve ve kıyamet. O sırada hacklenen bilgisayardan küfürlü tweet atıyordum. Bir anda herkesin bana baktığını fark ettim. Kim Yon planı öğrenmişti ama nerede gerçekleşeceğini öğrenememişti. Bu yüzden herkes benden bunu çözmemi istiyordu. Ama ben zaten bunu çözmüştüm. Onlara doğru döndüm, elimdeki rubik küpün çözümünü tamamladım ve karizmatik bir ses tonuyla “Ne duruyorsunuz Akşehir’e gidiyoruz!” dedim.
    Devamı gelecek... (geliyor)
    ···
  • 0
    evleneceğimiz kızın bacakları capsli ve riskli
    Kudur durur
    ···
  • 0
    beyler sevgilimin boşamalık capsini atıyorum
    Yolla panpa nick6
    ···
  • 0
    evrim teorisinin bilinmeyenlerini açıklıyorum
    Haksız mıyım binler?
    ···
  • 0
    evrim teorisinin bilinmeyenlerini açıklıyorum
    @3 onlar bayan mı amk
    edit: onlardan hoşlananlar bayan mı?
    ···
  • +1 -1
    evrim teorisinin bilinmeyenlerini açıklıyorum
    Evrim Teorisinin bilinmeyen yönleri
    Uyarıyorum bunlar tamamen bilimsel açıklamalardır. Erkekler kalçası güzel bayanlardan hoşlanır bunun nedeni o bayanların daha doğurgan bir yapıya sahip olmasıdır. Binlerce yıl önce düz kalçalı hatunlarla ilişkiye giren erkekler soylarının tükendiğini fark ettiklerinde ilgilerini güzel kalçalılara çevirmişlerdir. Kısaca bu o kadar uzun zaman boyunca istenmiş bir özelliktir ki DNAlara işlenmiştir. Keza bebeklere daha fazla süt verebilecek meme büyüklüğü de erkeklere o yüzden hoş gelir.
    Bayanlardaki durumu ise büyük bilim insanı Newton açıklamıştır. Onlar güçlü, kaslı yani kuvvetli erkeklerden hoşlanırlar. Nedenini Newton şöyle açıklamıştır:
    Kuvvet F ile gösterilir çünkü kuvvetin ingilizcesi Force'un baş harfi "F"dir.
    Kuvvetli adamın F'si vardır.
    F=a.m olduğu için...
    Kuvvetli adam "a.m" ı elde eder.
    Kısaca güçlü erkekler bayanlara daha cazip gelir.
    ···
  • 0
    x men batuhan kompleksi
    Uyandığımda saat 4:40'tı. Her filmde kahramanın yatağının yanındaki dijital saatlerden yoktu bende. Kalkıp telefondan baktım. Önümde bayağı iri bir adam. Ellerinden bir şey çıkıyor. Pençeler... Evet, pençeler. Dedim böyle rüyanın ben... Ama hayır... Kanlı canlı karşımdaydı. Bağırmak istiyordum ama korkudan yutkunamıyordum bile.

    -Selam.
    ???
    -Ben Logan.
    (Hani şu bildiğimiz Logan. Wolverine olan Logan.)
    (-Ya de gibtir gece gece!) diyemedim tabii ki.
    -Ne?
    Sadece bu kadar: "Ne?" Olanlara anlam veremiyordum. Herkes biliyor onların hayal ürünü olduğunu. Yazarların yazdığı, Hugh Jackman'ın oynadığı...
    -Ne işin var burada?
    -Tek değilim.
    Gecenin bir vaktinde hayali bir süper kahraman tarafından uyandırılıyorum. Onun tek olmadığını öğreniyorum. Ama öyle bir abazanım ki yanındaki kişinin büyük memeli bir mutant olmasını umuyorum.
    -Kim var?
    (-Ben varım!)
    Ne olduğunu anlayamadan tekrar Logan'a dönüyorum.
    -Sen varsın biliyorum diğeri kim?
    (-Ben! Buradayım. Kafanın içinde.)
    Anladım ki Profesör X de gelmiş. Kafasını gibtiğim... Neyse... X hazretleri de odaya girdi ve her şeyi anlatmaya başladı.
    - Seni gecenin bir yarısında almak zorunda olduğumuz için üzgünüz Batuhan. Ama sana acilen ihtiyacımız var.
    Ben bir süper kahraman değilim. Süper basketbol oynamak dışında hiçbir ekstra gücüm yok. Ne bir mutantım ne de telepat. Benden ne istediklerini sormama gerek kalmadan aklımı okuyan X anlatmaya devam ediyor.
    - Şu an anlayamayacağın bir görev için seni zütürmemiz lazım.
    - Peki ailem, onlara ne olacak?
    - Unuttuysan ben bir telepatım. Seni kampta ya da başka bir yerde düşünmelerini sağlayabilirim biliyorsun.
    - Yani kafalarına bu düşünceyi koyabilir misin?
    - Annene koyarım da baban bana göre değil.
    Ne olduğunu şaşırdım. Aklıma girince adeta süper über mükemmel espri yeteneğimden nasibini almış gibiydi. Ama lafı ben yediğim için Logan'a serzenişte bulundum.
    - Bilge dediğiniz Profesör X bu mu?
    Logan:
    - Buraya geldiğinden beri garip davranıyor. Kendinde değilmiş gibi.
    Aklımda yüzlerce soru vardı. ilki neden Türkçe konuştuklarıydı. Sordum. Aldığım cevap daha şaşırtıcı oldu.
    "Çünkü sen de Türkçe konuşuyorsun."
    Bu kadar güçlü insanüstü varlıkların arasında ne gibi bir önemim olabilirdi ki? "X-Men" dedim. "Gerçekten var mı?"
    "Senin bildiğin anlamda yok. Bir tane malikanede yaşayan onlarca mutant sana da gülünç gelmiyor mu?Devlete karşı çıktıkları zaman bile oluyor. Sana soruyorum. Böylesine özellikleri olan kişiler toplansa neden devleti karşılarına alsınlar ki? Biz zaten devletin kendisiyiz. Söyle bu kadar üstünken neden diğer insanları yönetmeyelim ki?"
    Keltoşun aksine Logan aklı başında biri gibiydi. Ama hemen cevap verdim. "Demokrasi. Eşitlik. Yöneticiyi halkın seçmesi?"
    "insanlar kendilerini yönetecek insanları seçmeliler tabii ki. Ancak onlardan üstün olduğumuz için onlarla eşit olmuyoruz. Bu durumda bizim yönetmemiz gerekmez mi?"
    Adamın dedikleri mantıklıydı. Gece gece de uğraşamazdım zaten.
    - Hadi gidelim. Jetle mi helikopterle mi gideceğiz?
    Birden bire güldüler. Ne olduğunu anlamadım. Sonra karşıda kapıları açılan Renault Clio'yu gördüm. Hayallerim yıkıldı. Profesör X:
    -Dikkat çekmek istemeyiz değil mi?
    Kel her konuştuğunda ağzını yüzünü gibesim geliyordu. Sonra sakinleşiyordum.Yolculuğumuz öğlene kadar devam etti. Süper insanlarla yolculuk yapıyordum ama kırmızı ışıkta bile duruyorduk. Klima çarpıyordu. NTV radyo açıktı. Sokayım böyle süperliğe. Sokayım böyle süper lige.
    Saat 2 gibi bir arazide durduk. Ardından yeraltına indik.
    Sonunda biraz ilginç şeyler görmeye başlamıştım. Buradaki çoğu kişi çizgi romanlardakilere benziyordu. işin garibi küçük detaylar farklıydı. Mesela bu oluşumu Profesör X yönetmiyordu. Apocalipse yönetiyordu. Aslında onu bize kötü tanıtmışlar. Adamın yanına gittiğimde bana Batuhan Bey dedi. TTnet'i telefonda aradığımda bana Batuhan Bey dediklerinden beri kimse bana böyle hitap etmemişti. Bu arada Apocalipse öyle çirkin bir şey değildi.
    Apo'ya neler olduğunu sorduğumda diğer dallamalar gibi lafı gevelemedi direk anlattı.
    "10 milyon kilometre uzaklıkta bir uzaylı türüne rastladık. Onlar da bizim gibi gelişmişlerdi. Bizim onları fark etmemizle birlikte onlar da bizi fark etti ve şu an istila etmek için geliyorlar. Kehanet de bunu doğruluyor. Ama onları durduracak birinin olduğunu söylüyor. O sensin. Bilmeceyi çözüp onları durdurman gerekli. Bilmece şu: 'Kikal çaan anda.' "
    Ben:
    - Ne demek şimdi bu, hem beni Kehanet'le ne zaman tanıştıracaksın?
    - Kafeteryada mola veriyor.
    Böyle süper kahramanlığın... Adamlar dünyayı kurtarırken arada kantinden sucuklu tost yiyorlardı.
    Kehanet'i ilk başta antik Mısır'da söylenmiş bir söz sanmıştım ama o da başka bir mutantmış. Kehanet diye mutant mı olurmuş? Neyse... Bu dalyarak bilmeceyi kendisi uyduruyorsa cevabını da biliyordur mutlaka. Neden söylemiyor ki o zaman? Aklıma böyle düşünceler geldikçe kuduruyordum.
    Kehanet'in yanına gittim. iyi ki de gitmişim. Hayatımda gördüğüm en ilik hatundu. işte bana bunlarla gelin demek istiyordum içimden. Yanına oturdum.
    - Hey, sen kehanet olmalısın.
    - Evet sen de Batuhan değil mi?
    -Bugünlerde de herkes adımı biliyor canım!
    işte bir insan bu kadar pekekentçe konuşabilirdi. Konuşmamı düzelteyim derken daha da berbat ettim.
    - Adın Kehanet ama o kadar da net değilsin değil mi?
    - !!!
    - Hani Kehanet, net ?
    Sıçtım sıvıyorum.
    - Yani demek istediğim madem bilmeceyi sen soruyorsun cevabını da versen de insan ırkı kurtulsa. Gerçi sen bu dünyadan olamayacak kadar güzelsin o yüzden bizleri önemsemiyor da olabilirsin
    Bak bak bak. Laflara bak.
    - Hayır, neden bu kadar garip konuşuyorsun anlamıyorum ama yine de cevap vereyim. Ben sadece bilmeceleri bilebiliyorum. Bir nevi evrensel bilinç. Dünyadaki en saçma bağıntıları kuran adam olduğun için bunu sen çözmelisin.
    Kız gayet güzel konuştu ama verdiğim cevaba bakın.
    - Evrensel bilinç demişsin ama sen tam bir evrensel piliçsin bebeğim.
    Kız kala kaldı. "Noluyor amk?" bakışı vardı suratında. Ben de beynime oksijenin az gittiğini anlayıp oradan uzaklaştım zaten.
    Sırada bilmecenin çözümü vardı. Bu arada uzaylılar Dünya'ya ulaşmak üzereydi ve 5 dakikam vardı. Bilinmeyen teknolojileri sayesinde ışıktan da hızlı gidiyorlardı.Bu da tüm planları alt üst etmişti.
    ---
    Uzaylı Prens gelmişti. Yanında da Kraliçe vardı. "Dünyanızı ele geçireceğiz. Bu anlaşmayı imzalayın."diyorlardı. Tüm mutantlar endişe içindeydi. Uzaylılarla Dünya'nın 1000 kilometre uzağında iletişim kurmuştuk. Çok büyük kayıplar verebilirdik. Ama ben rahattım. Çünkü bilmeceyi çözmüştüm. Herkesin son umuduydum. Uzaylılar da Türkçe konuşuyordu. Neden yadırgadığımı anlamıyordum. Her filmde her oyunda her yerde ingilizce konuştuklarında sıkıntı yok da Dünya'nın en eski dillerinden Türkçe'yi konuştuklarında mı var?
    Herkesin önünde Prens'in karşısına çıktım. Bulmacanın cevabını benden başkası bilmiyordu. Bir gözümle de Kehanet'in memelerini kesiyordum. Offff... Neyse... Başladım konuşmaya:
    -Hey çokoPrens. Bu Dünya'yı ele geçirmek istiyorsan önce beni geçmelisin.
    Neden böyle konuşuyorum anlam veremiyordum.Sonra bilmecenin cevabının içinde olduğu cümleyi kurdum.
    - Beni geçemezsin çünküü annenin kıçı kocaman!
    Herkes bana bakıyordu. Yüzlerinde utanç ifadesi... Ama uzun sürmedi. Çünkü prens dehşete düştü.
    - Hayatımda böyle kötü bir şey duymadım. Böyle kötülük dolu sözlerin kaynağı olan Dünya'yı işgal etmeyi bırakın adımımı bile atamam.
    Anlaşılan Prens nonoştu.Ve zayıf yanı annesiydi.
    Bu arada herkes şaşırmıştı. Kimse buna anlam veremiyordu. Veremezlerdi zaten. Anlam vermek benim işimdi. Benim süper gücüm...
    -Dinleyin millet. Herkes merak ediyor, neler olduğunu analatayım:
    "Bilmece 'Kika lçaan anda.' idi. Geniş düşünün ve mantık aramayın, Kehanet öyle diyor. (bu arada kıza göz kırpıyorum) . Herkesin Türkçe konuşması tesadüf olamazdı. Anahtar şey Türkçem olmalıydı. Ben de kelimeleri düşündüm. Ve çözdüm. SON DAKiKA. Evet son dakika. Aslında orjinali "SONDA KiKA" idi. Ve bilmecede Kika'yı sona atınca... Lçaan anda kika oluyordu. Türkçede iki sessiz başta yan yana olamayacağı için "lça" yı da sona atıyorduk. Cevap "Anandaki kalça" oluyordu. Ne alaka diyebilirsiniz. Ne diyon amk diyebilirsiniz. Ama söylemeliyim. Benim işim bu!"

    Böyle mükemmel bir konuşmadan sonra herkes beni ayakta alkışladı. Ve Kehanet bana verdi.

    Gelecek uzaylı istilasına kadar görüşmek üzere...

    (-Hey Batuhan.
    -Efendim Profesör X.
    -Bilmece "Anandaki kalça"ydı ya.
    -Evet.
    -Aynen.
    -giberim ecdadını gel lan buraya.)

    Daha saçma şeyler için :
    http://absurdsiirdenemeleri.blogspot.com
    ···
  • 0
    kızı evinde sikerken annesi
    Elinle evlensen nolcak amk
    ···
  • 0
    amk prenses ve yedi cüceler
    up up up up
    ···
  • 0
    amk prenses ve yedi cüceler
    ilk hikaye denemem panpalar...
    Sordu kraliçe aynaya. Ayna ayna söyle bana benden güzel var mı dünyada? Ayna bu soruyu yanıtlayacağını söyler ama tek bir şartla, kraliçe aynanın alt tarafını pamuklu bir bezle ovalayacaktı. Kabul etti kraliçe bunu. Zaman ayna için hemen geçmişti. Zevkin doruklarına varmıştı artık. Özgür kalan bir köle, evrende yeni parlayan bir ışık gibiydi.
    Aslında cevabı kendisi de bilmiyordu. Bu orta yaşlı kaltak neyi ispatlamaya çalışıyor onu da anlamamıştı zaten. Aralarında geçen konuşmada kraliçeye onun en güzel olduğunu söyledi. Ta ki o güne kadar. Kraliçe menopoza girmişti. Zaten kralın da hortumundan su gelmiyordu artık. Kraliçenin ona özel muamele yapmasına rağmen artık dayanamamıştı. "Değilsin!" dedi. En güzel değilsin... Durdu kraliçe. Kim olabilirdi ki ondan güzeli? Menopoza girmiş olmasına rağmen her insanın milf hayallerini süslüyordu. Kim olabilirdi ondan güzel? Sordu kraliçe aynaya: "Kim bu onun bunun çocuğu?". Ayna düşündü. Sadece 2 dişi gördüğü bu dünyada kimi örnek gösterebilirdi ki? Tabii ki ikinci kişiyi. Tek cevabı olmasına rağmen "Kim bu onun bunun çocuğu?" sorusuna verilecek en güzel cevaplardan birini verdi. Senin... Bilinenin aksine küçük prenses onun evlatlık çocuğu değildi. Kafayı üşütmüş kaltak öyle sanıyordu. Başka bir şeftaliye katlanamıyordu çünkü. Adı Alexis Mery Kleo idi küçük prensesin. Ve herkes onu AMK prenses diye çağırırdı. Kuzey Avrupa ve Rusya'nın klagib hatun genini aldığı için taşın tekiydi amk prenses. Ama bu kadar büyümesine rağmen hala "Adın ne?" dediklerinde amk diyerek gülüyordu.
    Bu cevap karşısında şaşırmıştı gib meraklısı kraliçe. Tekrar güzel olabilmem için onu zehirlemem gerekiyor dedi. Kendi öz kızını... Bunda hiçbir sakınca görmüyordu. Odasına uykusu sırasında onu zehirlemek için gitti. Ama o hala uyanıktı. Diğer günkü in(da)kılap sınavına çalışıyordu. Onu ormana zütürüp öldürmesini söyledi adamlarından birine.
    Avcı genç kızı ormana zütürdü. Bunlar olduğu sırada kralın ne yaptığını nedense kimse bilmiyordu. Kendi kızı ölebilirdi. Avcı kızı tam öldürecekti ki bunun çok güzel bir kız olduğunun farkına vardı. Görüntüsüne zarar vererek öldürürse cesedine tecavüz ederken rahat olamaz diye kızı boğarak öldürmek istedi. Amk prenses huur olduğu kadar akıllıydı da. Avcının ne yapacağını anlamıştı. Böylece avcıyla bir anlaşma yaptı. Bir saksoya kaşılık serbest kalacaktı. Avcı işini bitirdi ve onu serbest bıraktı.
    Artık eve gidemezdi genç prenses. Ormanda yürürken 7 küçük çocukla karşılaştı. Hayır. Bunlar çocuk falan değildi. Bunlar düpedüz adam idilerdi. Amk prensesin ününü onlar da duymuştu. Ama onun rızası olmadıkça dokunmayacaklardı.Ama dokunmayacaklardı fakat züte dokunabilirlerdi. Siz cüce misiniz dedi onlara göre daha genç ve daha uzun olan prenses. Hayır dediler. Bilinenin aksine onlar cüce değillerdi. Aynı anda doğmuş 7 kardeşlerdi. Bilindiği üzere aynı anda doğan çocuk sayısı arttıkça boyutları da küçülüyordu. Onlar da öyleydi. "Aletleriniz umarım boyutlarınıza göre daha uzundur!" dedi "kaşar" sarısı tenindeki güzel kız. Kardeşlerde bir kıpırdanma oldu, onun ününü duymuşlardı ama bu kadarını da beklemiyorlardı. "Ne?" dedi aralarından biri. "Eteğim yırtıldı çalıların arasındayken. Büyük bir makasa ihtiyacım var." dedi prenses. Onlar da artık sakinlerdi. Genç kız bundan sonra onların misafirleriydi.
    Pamuk prenses o evde yaşadığından bu yana kardeşler tuvalette daha çok vakit geçirmeye başladılar. Nedendir bilinmez...
    Bir gün evde hiç kimse yokken kapı çaldı. Uzun boylu yakışıklı bir adam. Elleriyle bel hizasında tuttuğu silindiri gösteriyordu. Amk prenses tahrik olmuştu. Onu iyice süzdü. Uzun zamandır gördüğü en uzun adamdı. Adam da onu istiyordu. Kapıda bekleyeli çok olmuştu. Onu alıp gitmek istiyordu. Damacanayı uzattı ve onu yani on lirasını aldı. Üstü kalsın dedi amk prenses. Bi' tak yapmıştı sanki. 9.50 lik damacanaya 10 lira vermişti ama havalara girmişti. Bunun nedeni artık saray kızı olmayışı idi. Maddi anlamda sıkıntılar çekiyordu.
    Damacanacı herhangi bir adam değildi. Kraliçenin yolladığı bir adamdı. Damacanayı musluk suyundan doldurmuştu. Bu amk pransesi ishal yapacaktı ve hasta edecekti. Böylece en güzel kadın kraliçe olacaktı. Dediği de oldu. Prenses hasta oldu. Cüceler üzüntüye boğuldu. Onu cam bir tabuta koydular. Genç kızı yoldan geçerken gören bir prens bu güzelliğe aşık oldu. Prensesi en iyi doktorlara zütürdü. iyileştirdi. Ve sonra sabahtan akşama kadar posta atmaya başladı. Attığı postaların ardı arkası kesilmiyordu. Prenses de yorulmuştu bu durumdan. Düğün davetiyesi yazmaktan bıkmıştı artık. O yazıyordu prens de postaya veriyordu. Çünkü yakında düğünleri vardı. Ve o gün geldi.
    Düğüne kral ve kraliçe de katılmıştı. Takı töreninden sonra amk prenses her şeyi babasına anlatmıştı. Babası bunu çözeceğine söz vermişti.
    Kraliçe uyandı. Kapı çalıyordu. Açtı kapıyı ve önünde yedi cüceyi gördü. Artık herkes mutluydu. Alan da veren de. 7 kardeş sabahtan akşama kraliçeyi beceriyorlardı ve o da bundan zevk alıyordu.
    Amk prenses ise 2 yıl sonra aidsten öldü.

    Daha fazlası ve taktan şeyler için = http://absurdsiirdenemeleri.blogspot.com
    ···
  • 0
    sinirden yazdığım şiir
    up up up up
    ···
  • +1
    sinirden yazdığım şiir
    Direnç

    Uyanıyor Türk halkı, Tayyip Efendi Hazretleri
    Nereden gelir bu yankı, tutuşuyordu zütleri
    Ne yapacaksınız sanki, büyük Zâtıdevletleri
    Büyük nefretleri var ki, bilinmiyor hadleri

    Bugün ağacı keserler, öbür günler nefesi
    Panzerlerle ezerler, sanarlar çıkmaz sesi
    Vatandaşı döverler, bilir budur çaresi
    Yalan yanlış yazarlar, diren sen ey Gezi

    Sabrı taştı milletin, bir oldu vatandaşlar
    Hükümeti titretin, olmasın akan yaşlar
    Halkın gücünü hissedin, yeni bir devir başlar
    Köpeklere emredin, çıkar ise savaşlar

    Medyanın o patronları, kuduz birer köpekler
    Gelecektir sonları, birleşince tüm renkler
    Yenecek halk onları, doğru vakiti bekler
    Unutma bu anları, öğrensin tüm bebekler

    "Beyceğiz"gün gelecek, ölecek, yok olacaksın
    irade seni yenecek, bir köşeye sokulacaksın
    Soyun sopun eriyecek, tarihte boş kalacaksın
    Daha fazla isteyecek, gibimin ucunu alacaksın

    daha komikimgibimsonikler: http://absurdsiirdenemeleri.blogspot.com/
    ···