+5
ortaokul dönemlerindeyiz o zamanlar. sınıfta kırk kişi bir arada, üçer kişi bir sırada ders görmekteyiz. askının hemen yanında onun iki sıra arkasında oturmaktayım. hava soğuk. kar, yağmur bir arada eskişehir de. yağmurdan sırılsıklam olmuşum, ama gocukumu çıkarmıyorum, oysa annem bilse ne kadar kızar. nasıl çıkarabilirim o daha gelmemişti. önce o kabanını askıya asacak sonra ben üzerine... her gün böleydi çünkü. gün bitiminde "al serkan seninki" diye bana uzatılan gocoğumu onun elinden alırken belki iki saniyeliğine eline değebilirdi elim. senin montun ıslanmamış değil mi? diye sorabilmeliydim, oda hafifçe tebessüm etmeliydi bana. ortaokulu bu şekilde bitirmiş ve söyleyememiştim ona. yurtdışına gitmiş, lise bittiğinde geri gelmiş ve beni aramıştı. şaşırmıştım, buluşmak istiyor, görüşelim diyordu. ben ise bütün acemiliğimle adalar migrosun önünde randevu vermiştim. randevu yerine bak. buluştuktan sonra bir kafede oturup konuşmaya başladık. sabrım kalmamıştı, iri kıyım garsonun siparişleri bırakıp masayı terketmesini izlerken seni seviyorum deyiverdim ve bir oh çektim. eskiden olduğu gibi hafifçe güldü. "bende seni" dedi. bir yıl hayatımın en güzel yılını yaşattı bana. sonra uzaklaştı benden, soğudu ve tekrar ve sonsuza kadar çıktı hayatımdan. dört yıl geçti üzerinden ve onun bir fedakarlık için beni terkettiğini öğrendim. geçti artık evet, geri gelmezdi, ayrıldıktan dokuz ay sonra hayata gözlerini kapamıştı. söylememişti belki hasta olduğunu bana ama bilmediği bir şey vardı. beni yağmurlu havalarda ıslak gocuğumla üşümeye mahkum etmişti.