- 37 / 37 / 37 entry
- 0 başlık
- 0.00 incipuan
alamutfenasisi dokununcu nesil silik
-
0
kavga edecek adam arıyorum kadıköydeyim gelin
Bak evladım. Ben 38 yaşında, 2 çocuk babası, evinin geçiminde orta kıvam bir adamım. Askerliğimi Diyarbakır Lice 2. iç güvenlik tugayına bağlı olarak 13 ay dağların başında yaptım. Epeyi bir çatışmaya girdim. Bayağı bir leş edindim. Her tür evrişememiş maymun gördüm lakin sen numunelik çıktın. Aklın sıra atar yapmış, inci sözlük gibi güzide bir delikanlı mekanında, cesaretinle gibiştirdiğin aptallığın ile kendini ifşa etme gafletinde bulunmuşsun. Vaktim olsa sırf zevk için istanbul'a bir bilet alır, oraya gelir, önce seni tokatlaya tokatlaya kadıköy'de martılara simit saçtırır, sonra akmarın girişine kadar mesnetsiz sıfatını yollara sürttürerek zütürüp pasajın girişinde askerden kalma palaskamla tenine "belki şurada karlı bir tepe vardır" edasıyla resimler cıbartır, küskümün kalanını da meydanda halk müşahitliğinde onayına sunardım. Gel gör ki işimdeyim, gücümdeyim. Gücüne gitmesin ama, giderin var. Elbet bir incici genç kardeşim ihtiyaç duyduğun marazı sana gümüş tepside sunacaktır. Esen kal. -
0
beyler kıza yazılcak ii küfürler
Ben seni doğuran ananı dölleyen babanın geldiği portakalın kasasını taşıyan trenin makinistinin ölen anasının gözlerine inen perdenin kornişini gibeyim. -
0
kürdüz ve sizden daha akıllı ve bilinçliyiz
@2 kuranı rahleden düşürdüm amk senin yüzünden çarpıldım. Ayak parmaklarımla yazıyorum şimdi. -
0
rahlesizler
fitne - ikinci cüz
fedailer dört nala koşturuyorlardı atlarını. elan'dan navisar şah'a giden yolda sadece bir kez nefeslendiler. imama sadakatleri onları dinç tutuyordu. her ne kadar görev aşkı ile meftun olsalar da acelelerinin başka bir sebebi daha vardı. birbirlerine bile itiraf edemedikleri bir sebep: "zimmet" onları rahatsız ediyordu.
bir kitap. üç ciltten birincisi. adını duyduklarında; ne olduğunu bilmedikleri halde ruhlarının derinlerinde hissettikleri o korkunun kaynağı. nam salmış cesaretlerinin, içten içe hasar aldığını düşünmek bile yormuştu bu fani bedenlerini. o yüzdendir ki imamı tesbih ediyordu dudakları. uyurken bile.
navisar şah'a ulaştıklarında, yerleşkenin dışında şadır serdiler. bulundukları noktadan her yöne hakimdiler. beşi de birbirlerine sırtlarını dönerek oturdular. hepsinin sırtında aynı heybeden vardı. dört heybenin içinde cildin ağırlığında tomar; birisinde cilt vardı. beş fedai de zimmeti hangisinin taşıdığını bilmiyordu. yük eşit, külfet eşit, korku eşit, hak eşitti. hepsi de imama hizmet edecek ve hepsi de cennet ile ödüllendirilecekti.
heybelerin hemen altında bellerine bağlı ahşap kaideleri açtılar. bu onların oturur durumda kalmalarını sağlıyor ve uyumalarını engelliyordu. günbatımını beklediler. sessizce.
ahud diğer dört fedai için su dolaştırdı. hepsi atlarına bindiler. navisar şah'dan elemut'a kısa bir yolları kalmıştı. yola koyuldular. ahud'un sırtı acıyordu. diğer dördü yanyana giderlerken ahud geri kalmaya başladı. şehzar yanına geldi. göz göze geldiler. ahud "iyiyim!" dedi. şehzar kaşlarını çattı. "az kaldı" dedi. "güneş doğarken kalede olacağız, dayan!"
ahud gözlerini kısarak başıyla onayladı ve diğerlerine katıldılar.
saatler sonra kaleye ulaştıklarında hepsi çocuklar gibi şendi. beşi de avluda diğer fedailer tarafından karşılandılar. çöl kumunun ciğerlerine verdiği zarar için hekime görüneceklerdi. ama önce hazretlerine zimmetlerini vermeleri gerekiyordu. avluda yere çöküp beklemeye koyuldular.
sabbah avluya açılan kapıda belirdiğinde beşi de nefeslerini tutmuş, imamın vakur bir eda ile kendilerine bakışını izliyorlardı. öylece kapıda duruyordu. neden gelmiyordu yanlarına? fedailer birbirlerine baktılar. imamın bir el hareketi ile surlardan avluya ok yağmaya başladı. şehzar ve diğerleri elleri ve kollarını kendilerine siper etmeye çalışıyorlardı. atılan tüm oklar ahuda isabet etmişti dört fedai şaşkınlık içerisinde ve surlardan sakınarak ahudun etrafından ayrıldılar.
imam ağır adımlarla ahud`un cansız bedenine doğru ilerledi.
belinden çıkardığı kaması ile fedainin sırtındaki heybenin askısını kesti ve heybeyi kenara fırlattı.
yüzüstü yatan ahud`un yanına çömelerek ensesine kamasını sapladı. bir süre öylece bekledi. daha sonra kamasını çekip kınına soktu. kenarda duran heybeyi alıp kapıdan içeri, kalenin gölgelerine karıştı.
şehzar arkadaşının cansız bedenini kaldırmak için yanına gidip eğildiğinde gözlerine inanamadı; Ahud'un yüzü yok olmuştu.
- devam edecek - -
0
rahlesizler
birinci cilt
fitne
m.s. 1113 - elemut
imamın avdan dönmesine az kalmıştı. ulak, telaşlı bir biçimde sabbah'ın odasını arşınlıyor arada odanın mahlazından kalenin avlusuna bakıyordu. elinde bakır bir zula vardı. avuçları terlediğinden bir elinden diğerine geçirip duruyordu. kapı açıldığında irkildi. içeri giren fedai sabbah'ın kendisini kütüphanede beklediğini söyledi. ulak gözlerini kapatıp bir şey mırıldandı ve fedainin peşinden odadan çıktı.
imam kütüphanede büyük mermer masanın başında ayakta bekliyordu. arkası dönüktü. ulak içeri gidiğinde mağrur bir hareketle döndü. yüz yüzeydiler. sabbah " konuş!" dedi. ulak, korkudan ağzı kuruduğu için önce yutkundu. boğazı acımıştı. sonra derin bir nefes alıp "buldular hazretim." dedi. "bunu size yolladılar."
bakır zulayı iki eliyle göbek deliğinin hemen üzerinden öne doğru uzattı. sabbah kaşlarını devirip "sen aç!" dedi. ulak neye uğradığını şaşırmıştı. telaşesini gizleyemediği bakışlarını kaçırarak "hazretim, giz bana yasak!" dedi. "kulunuzun kefareti var, ben nasıl... " "aç!" diyerek sözünü kesti ulağın. bakışları daha kızgın, delici bir hal almıştı.
ulak çaresizce uzattığı zulayı sol avcuna yatırdı. sade, gösterişsiz, yassı bir kutuydu. sağ eliyle kutunun üzerinde, tam ortasında yer alan yeşil bir çıkıntıya bastırdı. aynı anda acı ile elini çekti. şahadet parmağında iğne ucu kadar bir delik kanamaya başlamıştı. kutudan bir fısıltı duyuldu ve kapağı ani hareketle aralandı.
ulak endişeli gözlerini imama çevirdi. "devam et!" dedi sabbah. aralanan kapağı yavaşça açtı ulak. içerisinde yer alan ve dörde katlanmış parşömeni çıkarıp sabbah'a uzattı.
sabbah parşömeni alıp açtı. çatık kaşları altından parlak ela gözleri hızlıca gezindi satırları. bakışlarını parşömenden ayırmadan "yol al!" buyurdu. "dön ve kefaretini öde!"
ulak afalladı. sonra yüzüne yerleşen neşe ve huzurla sabbah'ın ayaklarına çöküp ceketinin derisine yüz sürdü. "hazretim, lütfettiniz." dedi. sabbah belli belirsiz gülümseyerek bir eli ile kapıyı gösterdi. ulak heyecanla ayağa kalkıp gerisin geri yollandı. sabbah parşömeni mermer masanın üzerine bıraktı.
parşömende "rahlesiz fedailerine zimmet. fitne sana geliyor. allah yoluna har, düşmanına şer koysun." yazıyordu.
kütüphaneden avluya çıkan imam, ulak'ın yerde yatan cansız bedenini başına gelip elini kalbinin üzerine koydu. bütün fedailer başlarını önlerine eğdiler. sabbahın dudakları kimsenin duymadığı dilde konuştu.
kalenin surlarının ardında güneş batıyordu. -
0
rahlesizler
m.s. 1256 - elemut
hülagü han'ın la'hası çadırdan çıkmıştı. "zifret yakılacak!" buyurdu eradına. kazılan tünellere ilerledi tahkimler. kapkara petrol doluydu arklar. ellerinde meşalelerle kaleye giden dört büyük arkın her birinin başında hazır durdular. la'ha son bir kez baktı kaleye. "yakın!" dedi.
kalenin bulunduğu tepenin altına tüneller kazılmış ve bu tünellerin de içlerinde petrol havuzları oluşturulmuştu.
meşalelerin harladığı arklardan korkunç bir alev güruhu yürüdü kaleye doğru. kazılan tüneller boyunca ve hızla ilerledi yangın. elemut'un sarp yamaçlarına ulaştığında bir an için gözden kayboldu alevler. ardından korkunç bir patlama geldi.
surların üstünde yay tutmuş yedi fedainin aşağı doğru göçen duvarlarla beraber düşüşlerini izlediler.
ordu kaleye doğru yol aldı.
yangın sarmıştı kaleyi. hülagü han çadırından çıktı. yanında cüveyni vardı. katip, han'ın rızasını almıştı. yanında iki asker ile birlikte at bindi ve yanan kaleye doğru üzengi vurdu.
kalenin girişi tarumar olmuş; iki yanında yer alan kalın sütunlardan yalnızca birisi ayakta kalmış halde girdiler surlardan. yangın iyice yayılmıştı. cüveyni ve iki eri, avludan kütüphaneye kadar olan yolu at üstünde aldı. alevler ilerliyordu. kütüphanenin bir kapısı açıktı. bir asker kapıda saf tutarken diğeri cüveyni'nin acele adımlarını takip etti.
cüveyni geniş kütüphaneye girdiğinde önce iki büyük masa ve üzerlerine serilmiş büyük parşömenler, bir kaç kitap ve bir okka gördü. hızlıca göz atıp ilerledi. çepeçevre ve yüksek tavana kadar ulaşan raflar dolusu kitapların sardığı salonun sonundan bir kemer ile daha dar bir bölüme geçiliyordu .
askere elindeki listeyi verip raflardaki kitaplardan bulmasını isteyerek kemerli geçide doğru yürüdü. buraya asıl geliş amacına odaklanmalıydı. onları almadan buradan gitmemeliydi.
rahlesizleri. -
0
film isimlerine kürt ekliyoruz
Kürt gibi geçti
Malta kürdü
Robinson kruzo ve kürt
Kürdistanlı lawrence - daha çok