0
Pikapla ilk kez ne zaman tanıştığımı hatırlamıyorum. Hafızamın o kısmı pek silik. Ama ilkokul yıllarında okul ödevlerimde yardımcı olan kuzinimin ders sonlarında bana dinlettiği plakları dün gibi hatırlarım. Pikap küçüktü, bir de plaklarını koyduğu bir çantası vardı. Bahçesinde beslediği kedisi de arasıra bize arkadaşlık ederdi. Kuzinimin müzik tutkusu kediye de bulaşmıştı sanki. Ajda Pekkan’ın kadife sesini ilk kez o kutudan tanıdım.
Bizim evimizde pikap yoktu. Sadece babamın bir şekilde satın aldığı büyük bantlı Grundig marka teyp vardı. Yaklaşık 10-12 kg. ağırlığındaydı. Onu kaldırmak o yaşta bana o kadar güç gelirdi ki kullanamazdım. Zaten ağabeyim de buna pek izin vermezdi, çünkü çoktan teybin ikinci sahibi olmuştu.
Bir gün ağabeyim, onun dinlediği müzikleri yaşdıbına katmak için Grundig teyp ve kayıt mikrofonuyla kuzinime gitti. Teyple pikap arasında kayıt yapacak ara kablo olmadığından sessiz bir odada teybin mikrofonunu pikabın kolonuna dayayarak acemice bir kayıt yaptı. Bant daha sonra bizim evde uzun bir dönem dinlendi durdu.
1970’li yıllara geldiğimizde ağabeyimin yakın ve samimi arkadaşı Victor’un evine pek girip çıkar olmuştuk. Onda dönemin en iyilerinden olan DUAL marka bir pikap ve bir dolap dolusu plak vardı. Sırf müzik dinlemek için onun evinde emrivaki partiler yapılırdı. Victor plaklarını büyük bir dikkatle korurdu. Plakların ömrünü kısaltan şeyin üzerlerinin çizilmesi olduğunu, bu yüzden plakların dikkatle tutulması gerektiğini ondan öğrenmiştim.
Babamıza uyguladığımız aşırı baskı sonucu 70’li yılların ortasında plak ve pikap tutkumuzun önüne geçemeyeceğimizi anlayan babam nihayet, eve bu şenlik aracının girmesine karar verdi. ithalat komisyonculuğu yaptığı için, bu işi bir ithalatçı müşterisiyle çözümledi. Döviz dar boğazının yaşandığı yıllardı.
Bir gün eve kocaman bir koli geldi. Üstünde büyük harflerle DUAL HS53 ve bir sürü Almanca yazı vardı. Açılıp kurulması için Victor’u bekledik. iki gün sonra geldi. Abimle pür dikkat pikabın kurulmasını izledik. Oysa bugün düşündündüğümde; bir bilgisayarı kurmaktan bile daha kolay, çocuk oyuncağı gibi bir işti. Onu koyacak, koruyacak, belki de sergileyecek, ama asıl önemlisi yaşantımızın bir parçası olmasını sağlayacak bir yer arandı. Başta televizyon sehpasının alt rafı düşünüldü. Ama tekerlekli sehpa onun baş düşmanı idi. Sonunda onun ayrı bir yeri oldu, yanında plaklarla birlikte. Çok güzel sürgülü bir kapağı vardı. Tozlanmaması için üstünü dantelsiz bir masa örtüsüyle kapatmayı da ihmal etmedik.
O gün elimizde iki plak vardı. Atatürk Kültür Merkezi’nin açılış hatırası için alınmış ‘Damdaki Kemancı’ ve beşinci sınıfta abimin anneme aldığı “Une mamam” 45’liği, oldukça hüzünlü, insanı ağlatan bir müzik… Bundan sonra abim ve ben, harçlıklarımızı plaklara yatırmağa başladık. Hürriyet’in Kelebek Plak Kulübü, Tünel’deki Papa Georg (Corc), Osmanbey’deki Odeon ve Unkapanında iMC 6. Blok bizim ara sıra keyifle ziyaret ettiğimiz mekanlar oldu. Yabancı plaklar diğerlerinden daha pahalı idi.
Yıllardır evimizin eğlence aleti olan Dual HS53’ü evlenirken kendi evime zütürdüm, tabii plaklarla birlikte. Artık onu dinlemiyorum, doğrusunu söylemek gerekirse. Hatta bir ara elden çıkartmayı bile düşünmüştüm. Eşim engelledi. Ne de olsa geçmiş dönem hep benim yaşantımın bir parçası olmuştu. Onu elden çıkarmak, sadece bu nesneye değil kendime de büyük bir haksızlık olurdu.
Pikaplar kullanım amaçlarına göre türlü türlüydü. En çekici ve pahalı olanları evlerin mobilyalarından sayılırdı. Möbleli ahşap dolapların içinde radyoyla birlikte yer alırdı, büyük kalonları olurdu, bir de plakların dizileceği rafları… Küçük pikaplar okul çantalarına benzerdi. Kapaklarının içinde hoparlörler bulunurdu. Daha sonra pikniklerde kullanılmak üzere küçük pikaplar da üretildi. Bir de plakların saklanması ve taşınması için yapılmış çantalar vardı.
Çocukluk yıllarımda Büyükada’nın Lunapark eğlence mekanında bir müzik kutusu vardı. içine atılan metal 25 kuruşlukla çalışırdı. Camlı dolabın içindeki birçok popüler şarkıdan birini seçerdik.