alintidir!!!
ve ilel ardı keyfe sutıhat.
"yeryüzüne bakmıyorlar mı, nasıl yayılmıştır!" gâşiye:20 diyanet çevirisi
yirmi küsûr meal inceledim.
gâşiye:20 de geçen 'sutıhat' kelimesi, 'yayıp-döşedi' şeklinde çevrilmiş.
halbuki, kelimenin türkçe anlamı ' satıh yapılmış, düzleştirilmiş" şeklinde.
http://www.kurancasozluk.com/
bu siteye girip ilgili alana 'sutihat' yazarak, kendiniz de kontrol edebilirsiniz.
kuranmeali.org adlı sitede, âyette bulunan kelimelerin türkçe karşılıkları da şöyle.
1. ve ilâ el ardı : ve arza, yeryüzüne
2. keyfe : nasıl
3. sutıhat : satıh yapılmış, düzleştirilmiş
aynı âyet kurantefsir.org adlı sitede aşağıdaki şekilde kıvırmadan çevrilmiş
88 / gaşi̇ye - 20
ve ilel ardı keyfe sutıhat.
ve yeryüzüne, nasıl düzleştirilmiş (bakmıyorlar mı)?
sutıhat kelimesinini türkçe anlamı 'satıh yapımış/düzleştirilmiş' olarak veriliyor.
arapça satıh kelimesi;
1- düz. bir şeyin dış yüzü, üstü.
2- evin damı.
3- yayıp döşemek.
4- genişlik.
o zaman neden yirmi küsûr mealde ilgili kelime 'yayıp-döşedi' diye verilir ?
bakınız nâziat 30 şöyle der.
"bundan sonra da yeryüzünü döşedi."
1. ve el arda : ve arz, yeryüzü
2. ba'de : sonra
3. zâlike : bu
4. dehâ-hâ : onu yayıp döşedi
görüleceği üzere 'dehâ-ha' kelimesi 'yayıp-döşemek' olarak çevriliyor.
yâni ilgili kelimenin ilk/esas anlamı bu.
'sutıhat' ise 'düzleştirmek' mânâsında.
i̇slâm, 'cahiliye' araplarının elleriyle yaptıkları putlara tapmaları sebebiyle onları eleştirmiyor mu ?
ey mealciler; siz dünyayı yaratan 'alemlerin rabbı allah'dan fazla mı biliyorsunuz ki, o'nun 'düzleştirdi' dediği yeri 'yayıp döşedi' diye çeviri cambazlığı ile farklı anlamlandırıyorsunuz.
mâlûm kur'an'ın yazıldığı dönem ortaçağdır ve o dönemde insanlar dünyayı düz olarak biliyorlar.
eğer bu telâşınız bir 'açık kapama' ameliyesi ise, kur'andaki hatâları kapatmaya çabalarken; mantık olarak elleriyle put yapıp sonra da bu putlara tapan müşriklerle aynı şeyi yapmış olmuyor musunuz ?
yıllar önce samanyolu tv de izlediğim bir programda konuşan akademisyen, 'i̇slam ulemâsı, ortaçağın hâkim kültürü nedeniyle, dünya'nın düz olduğuna dâir, kur'andan delil getirme çabası içindeydiler' demişti. muhtemelen bu âyeti 'delil' olarak gösteriyorlardı.
i̇slam peygamberinden sadır olmayan ve müşrikler,
"sen de ancak bizim gibi bir beşersin. eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bize bir âyet (mucize) getir." şuara:154
deyince kur'anın,
" bizi mucize göndermekten alıkoyan, ancak, öncekilerin onları yalanlamış olmalarıdır... " i̇sra:59
diyerek, mûcize gösterilmeyeceğine dâir kesin ve net beyânına rağmen; arapçada bir kelimenin dört-beş farklı anlamından bil-istifâde, teknolojik gelişmelere göre vaziyet alıp âyetleri hâlden hâle sokarak, 'bak gördünüz mü, kur'an bunu 1400 sene evvel söylemiş' şeklindeki 'mûcize' üretme çabaları, acaba hangi sâikle arz-ı endâm eyliyor olabilir ?
bakınız elmalılı hamdi yazir, zâriyat: 47'yi nasıl çevirmiş!
"biz göğü kudretimizle bina ettik. hiç şüphesiz biz, çok genişlik ve kudret sahibiyiz."
fakat daha sonra uzayın oluşumuna dâir araştırmalarda 'bing-bang' teorisi ön plâna çıkınca, aynı âyet şöyle çevrilir.
"göğü gücümüzle biz kurduk ve onu biz genişletmekteyiz." zâriyat: 47; edip yüksel çevirisi
benim kutsal kitap mantığı ile alâkalı düşüncen şudur.
eğer herşeyin sâhibi, bir kâdir-i mutlak güç varsa ve bize akıl verip yaratmışsa; biz, o akılla zaten dünyayı da uzayı da inceliyor/anlayabiliyoruz. 1400 sene önce kimselerin anlayamayacağı; ancak teknolojik gelişmle şimdi anlaşılabilen cümlelerin kitapta yer almasının mantığı ne olabilir ?
tüm mükevvenâtın sahibinin bir 'gövde gösterisi'ne ihtiyâcı mı var ?
diyelimki biz, şimdiki imkânlarla bunları gördük, mutmain olduk.
1400 sene öncekiler de peygamberi görüp iman etti.
e, arada kalanlar ?
bir ressam bile, yaptığı her resmin başında durup, 'bakın ben bu resmi şöyle yaptım/böyle yaptım' diye ahkâm kesmez. kendi reklâmını yapmaz. açtığı sergiye gelenlerin, yapılanları algılamasını/kavramasını bekler.