1. 76.
    0
    Otobüsün orta kısmında bulunan bir koltukta oturuyordum. işe yetişmem gerekiyordu ve daha şimdiden 9 dakika geç kalmıştım. iş yeri ise 45 dakikalık bir mesafede bulunuyordu. Kaba bir hesapla işe 60 dakika geç kalacaktım ve sevgili patronumd
    an saatte 60 kilometre hızla 60 türlü azar işitecektim. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, otobüs şoförü her zaman gittiğim güzergahı değiştirip başka bir yola sapmıştı. Şoförün virajı alırken yaktığı sinyaller aynı zamanda işe daha da geç kalacağımın sinyalini veriyordu.

    Çok geçmeden otobüs bir durakta durup yolcu indirmeye başladı. Aynı anda aramıza çiçeği burnunda yolcular katıldı. O kalabalık arasında bir tek kişi dikkatimi çekti. Yalnızca bir tek kişi. Kızıl saçları olan güneş yüzlü bir kadın! Afet-i Devran dediğimiz bir türden.
    Kafamdan türlü türlü senaryolar geçiyordu: “Şimdi bu kadın benim yanıma oturur. Bakışırız, hoşlaşırız. Sonra bam! Ver elini Maldivler.”

    Tabii bunlar heyecandan peryalize olmuş bir beynin hayal ürünüydü.
    Ama absürt senaryomun bir bölümü gerçekleşmişti. Kızıl saçlı afet tam karşıma oturdu. Otobüsteki tersli düzlü koltukları bilirsiniz. Biri düz giderken diğeri ters gider. O ters gidiyordu, ben düz. O gayet sakin gözüküyordu, ben onun karşında ters düz olmuştum.

    Suratıma “karizmatik olduğum kadar sempatiğim güzel bayan,”der gibi bir ifade yerleştirdim. James Stewart tarzı bir bakış attım.
    Baktım.
    Baktım.
    Baktım.
    Sonra midem bulandı.
    Eğer otobüste uzunca süre bir şeye odaklanırsam midem bulanıyor.

    Bu güzel ama yorucu yolculuk iki durak sürdü. Çünkü bu gezegenden olamayacak kadar güzel olan isimsiz yolcu, yolculuğunu tamamlamıştı.
    Bense yarım kalmıştım. Kalbim, yüreğim, aklım; o iki durak arasında sıkışıp kalmıştı.

    iş yerine vardım. Sandığım gibi olmadı. Patronum ortalıkta gözükmüyordu. Çünkü bu saygıdeğer huur çocuğu, işe benden daha geç gelecekti. Patronlar politikacılarla aynı karakteristik özelliklere sahiptir. Her ikisi de emir kipleri kullanır, empatiden yoksundurlar ve paha biçilemez birer yalancıdırlar. Eğer canınız sıkılacak olursa açın Meclis Tv izleyin. Sahtekarlık konusunda pratik bilgiler edinirsiniz.
    Neyse, konumuz bu değil.

    Bütün gün iş yerinde onu düşündüm. Sıkıntıdan kendimi falım marka sakızlara verdim. Hatta birinin kağıdında şöyle yazıyordu:
    “Gittiyse temelli gitmedi, sana karşı bir şeyler hissetti / mum alevi değil ki sönsün, devamı var canım bitmedi.”
    içim ferahlamıştı. O gün, dünya üzerinde fala en çok inanan insan bendim. Hatta şirketin çaycısı Nilüfer teyzeye bugün bana kahve yapmasını ve ardından falıma bakmasını rica ettim. Kabul etti. Sonuç, hemen hemen aynıydı.

    Ertesi gün yine şirkete gitmek için otobüse bindim. Yine o kızıl saçları olan güneş yüzlü kadın aynı durakta bindi. Ve inanmayacaksınız, yine tam karşıma oturdu! Hipnotize olmuş gibi gözlerine daldım.

    “Merhaba.”

    Evet. Az özce benimle konuştu. Yutkunup cevap verdim.

    “Size de merhaba.”

    “Bir sorunmu var?”

    “Ne gibi?”

    “Yaklaşık 5 dakikadır kıpırdamadan bana bakıyorsunuz. Suratımda bir şey mi var?”

    “Yo yo hayır, bir şey yok.” Sadece çok güzelsin.

    Cevap vermek yerine utangaç biçimde boynunu büktü. Sonra başını kaldırıp Rose McGowan tarzı bir bakış attı.
    Baktı.
    Baktı.
    Baktı.
    Sonra “midem bulanıyor,” dedi.

    “Eğer otobüste uzunca süre bir şeye odaklanırsanız mideniz bulanır,” dedim.

    “Biliyorum,” dedi. “ Ama ben hamileyim.”

    An itibariyle, dünyası başına yıkılan her üç kişiden biriydim.
    Sonuç itibariyle, otobüs aşkı hüsranla biten kişiler listesine adımı altın harflerle yazdırmıştım.
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster