1. 901.
    +3
    Her neyse beyler, Gökçe yatıyordu evde, ben dışarlarda geziyordum. O dünyamdı benim, onun yanında değilken gerçeklik de yoktu benim için. Zaman akıyordu, kol saatime her baktığımda saat ileri gidiyordu, saniyeler tüm direncime rağmen durmuyordu, her şey değişiyordu, gidiyordu zaman beyler. Süzülüyordu hayatımın anlamı da o saniyelerle beraber üstümden. Doldurulması gereken o saniyelerimin her biri bomboş bir şekilde geçiyordu önümden. Gittiğim her yerde, gördüğüm her şeyde, duyduğum her seste bir parça bırakıyordum kendimden. Yok oluyordum kendi kendime, banklarda bile uyudum ben o gecelerde beyler. Bilemezsiniz neler çektiğimi kolay kolay, ettiğim her kötülüğün cezasını fazlasıyla çektim, burnumdan geldi bütün hayatım. Ama ben haketmiştim bunu, isyan etmiyordum. Zaten isyan edecek gücüm de yoktu ki beyler, hem neye isyan edecektim, kendimden başka. Bu hayat benim oyunumdu , oynayan bendim. Oynuyordum evet , ama başrol oyuncularının kalemimi elimden alıp yazdıkları bir hayatı oynuyordum, benim kontrolümde değildi çoğu şey. Ben kararlar verdim, ama benim elimde değildi. Anlatamıyorum bunu belki anlayanınız vardır beni. Kendi hayatımda rol oyuncusu oldum ben, kendi yönetmenim olamadım ben. Küçükken en azından başkasının hayatında bir başroldüm, annemin hayatında. Ben ölürsem biterdi o oyun, o yüzden ölemezdim o oyunda beyler. Onun rahatlığı vardı, annemin oyununda ben ölmeyecektim. Bir gün geldi, o oyun bitti. Kendi oyunum başladı, o zaman başrol de değildim artık beyler. Benim başrolüm Beste idi, Gökçe idi, Eray idi. ilk Eray terketti sahneyi, yüküm arttı beyler. Oyunumda aldığım sürem arttı, sroumluluğum arttı. Beste kaldı, gitti, kaldı, gitti. Gökçe hiç gitmedi, ama ben gönderdim. Oynayamadım doğru düzgün, kurtaramadım işte kendimi. Çekip çıkaramadım bataklıktan, çırpındım, çırpındıkça dibe battım. Kurtarmaya gelenleri de kendimle bataklığa çektim. Her şeyi mahvettim. Günlerce haftalarca telefonumu açmadım, yolda kimsenin yüzüne bakmadım. Doğru düzgün bir şey yemedim. Ölsem de bitse diyordum bu hayat, madem tablom hep siyah kalacak, beni de yutsun o siyah diyordum. Siyah olayım diyordum. Hani uzun süre karanlıkta kalınca gözünüze gelen ışık rahatsız eder ya, artık o aradaki küçük umut ışıkları rahatsız ediyordu beni beyler. Tam olarak aydınlatıp alışmama izin vermiyordu, yok oluyordu sürekli. Ne karanlıkta kaybolabiliyordum, ne güneşe çıkabiliyordum. Dağılmıştım. Yatıyorum bir gün evimde. Kapı çaldı, haftalar sonra. Açasım gelmedi, satıcıdır dedim. Bir tek onlar kalmıştı beni gibleyen belki de, tekrar çaldı. Israrla çaldı. Açmak için kalktım, darmadağındım, halim bile yoktu. Açtım, araladım kapıyı, geleni gördüm. Gökçe. Belki de beni sonsuza kadar aydınlatabilecek tek ışık, tek çıkış kapısı, kapımda duruyordu. Tek kurtarıcım, aldığım her nefes, duyduğum her ses, gördüğüm her şeyin içinde Gökçe'den bir şeyler vardı. Kısacık şu hayatımda, kimselerin sahip olamayacağına emin olduğum tek şey Gökçe'mdi. Onsuz kocaman bir sıfırdım ben, onla sonsuzdum. Süzdü beni, gözleri doldu. "Seni seviyorum." dedi, "Ben de." dedim. "Beni affet." dedim. "Ben seninim." dedim, "Senim." dedim. "Sana ihtiyacım var." dedim. Başka da bir şey diyemedim, susturdu. içeri geldi, öptü. Çok içten öptü. işte o zaman aydınlandım beyler, işte o zaman boyayacak beyaz bir tablom vardı beyler. Kendime yemin ettim, bir daha üzmeyeceğime dair. Gözümüzden yaşlar aktı, ama gülümsedik de. "Bir daha seni bırakmayacağım." dedim, "Sıkıyorsa bırak." dedi, yine güldük. Yine öpüştük. Hakediyor muyum bilmiyorum ama beyler, başıma gelebilecek en mutlu son'u elde ettim ben. Hala da onunum, hep de onun kalacağım.
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster