0
-Sokak kızı Mary Ann
Her şeye omuz silken,
Ama, kilotunu çekerken…
Buck Mulligan ağzına tıkıştırdığı lokmayı çiğniyor, habire vırlıyordu.
içeriye giren bir siluet kapının girişini gölgeledi.
-Sütünüz, beyim.
-Gir içeri, teyze, dedi, Mulligan. Kinch, tencereyi getirsene. Yaşlı bir kadın yaklaşarak Stephen’ın yanında durdu.
-Ne güzel bir gün, beyim, dedi. Şükür Tanrı’ya.
-Kime? Diye sordu Mulligan, kadına şöyle bir bakıverip. Ha, elbet.
Stephen arkaya uzanıp, dolaptan süt tenceresini aldı.
-Adalılar, dedi Mulligan Haines’e fütursuzca, gulfe koleksiyoncusunu dillerinden düşürmüyorlar.
-Ne kadar, beyim? Diye sordu yaşlı kadın.
-Bir litre, dedi Stephen.
Kadının, kendisinin olmayan, mis gibi bembeyaz sütü ölçeğe sonra da tencereye döküşünü izledi. Kupkuru sarkık memeleri. Ardından bir ölçek dolusu daha ve biraz da cabası. O yaşlılığı ve gizemiyle bir sabah dünyasından gelmişti içeriye, belki de bir haberci. Sütün güzelliğini övüyordu, dökerek sunduğu. Şafak sökerken bitek bostanında çömelmiş, zehirli mantarının üzerinde bir cadı, kırış kırış parmaklarıyla hayvanın memelerinden ha babam süt fışkırtıyor. Bildikleri bu kadına değğindi böğrüşmeleri şebnemli atlas ineklerin. Çayır çimen incisi ve zavallı yaşlı kadın, ona eski zaman içinde. Yürük bir kocakarı, kendisini fethedene de, oyuna getiren sefihe de saçını süpürge etmiş, ikisinin de ortak avradı bir ilahenin kurumsuz sureti, sabah gizinin bir habercisi. Önünde eğilsin mi, horlasın mı yoksa? Bilemedi bir türlü: Ama onun lütfunu dilemek gelmedi içinden.
-Gerçekten öyle, hanımteyze, dedi Buck Mulligan, sütü fincanlarına dökerken.
-Bakın tadına, beyim, dedi kadın.
Mulligan kadının isteğini yerine getirdi.
-Şayet biz böyle sağlıklı gıdalarla beslenseydik, dedi kadına sesini hafifçe yükselterek, o zaman memleket çürük dişlilerle, kokuşmuş bağırsaklılarla dolmazdı. Yaşadığımız yer pis bir bataklık, yediğimiz şeyler çöpten farksız, sokaklarımız dize kadar tozla, at tersiyle, veremlilerin balgamlarıyla kaplı.
-Siz tıp öğrencisi misiniz, beyim? Diye sordu yaşlı kadın.
-Evet, teyze, diye yanıt verdi Buck Mulligan.
Stephen aşağısayıcı bir sessizlikle dinlemekteydi. Ak saçlı başını ona tepeden bakan herkesin – çıkıkçısının, otacısının önünde eğiverir: Beniyse önemsemez. Tanrı’nın suretinde değil de insan teninden halkedildiği, şeytanın kurbanı olduğu için kadınlığının günahkar karnı dışında, tüm bedenini yıkayıp günahlarını çıkararak onu mezara hazırlayacak olan kimsenin önünde de. Şu anda, gözlerinde karasız bir şaşkınlık, onu suskuya davet eden yüksek sesin önünde de.
-Söylediklerini anlıyor musun? Diye sordu Stephen.
-Fransızca mı konuştuğunuz, beyim? Dedi yaşlı kadın, Haines’e.
-irlanda dili, dedi Buck Mulligan. Galce bilir misin?
-irlandaca olduğunu anlamıştım, dedi kadın. Siz batılı mısınız, beyim?
-Ben ingilizim, yanıtını verdi Haines.
-ingiliz o, dedi Buck Mulligan, irlanda’da irlanda dilini konuşmamız gerektiği kanısında kendisi.
-Bence de doğrusu bu, dedi yaşlı kadın, ben kendim irlandaca bilmediğime utanıyorum. Çok güzel bir dilmiş bilenlerin söylediğine göre.
-Çok güzel de laf mı, dedi Buck Mulligan. Harika demek lazım. Çaylarımızı tazelesene, Kinch. Sen de ister misin, teyze?
-Hayır, teşekkür ederim beyim, dedi yaşlı kadın, süt güğümünün halkasını koluna geçirip gitmeye hazırlanırken.
Haines, kadına dedi ki:
-Hesabı çıkardın mı? Parasını ödesek, Mulligan, ne dersin?
Stephen üç fincanı yeniden doldurdu.
-Hesabınız, beyim? Dedi kadın, duraklayıp. Bakayım, yedi sabah yarımşar litre iki peniden yedi kere iki bir şilin iki peni bir de bu üç sabah ki litresi dört peniden üç litre diyelim bir şilin bir şilin iki peni daha eder iki iki, beyim.
Buck Mulligan derin bir soluk aldı ve iki yanını bolca tereyağladığı kızartılmış ekmeği ağzına tıkıştırdı; bacaklarını öne doğru uzatıp pantolonunun ceplerini aramaya başladı.
-Öde, ama surat asmadan, dedi ona Haines, gülümseyerek.
Stephen, fincanını üçüncü kez bu defa yağlı mis gibi sütle doldurdu, bir kaşık koyu çay ekleyip hafifçe renklendirdi.
-Bir mucize!
Parayı masanın üzerinden yaşlı kadına doğru kaydırırken dedi ki:
-Tatlım benden isteme bir şey daha.
Cebimde ne varsa verdim sana.
Stephen parayı kadının kararsız eline tutuşturdu.
-iki peni borçluyuz, dedi.
-Acelesi mi var, beyim? Dedi kadın parayı cebine koyarken. Acelesi mi var? Hoşça kalın, efendim.
Sütçü kadın boyun kırıp çıkınca, Buck Mulligan sevecen sesiyle bir şarkı tutturdu:
-Kalbimin kalbi, olsaydı daha
Sererdim dahasını ayaklarının altına.
Sonra, Stephen’a dönerek dedi ki:
-Vallahi, Dedalus, meteliksizim. Bi koşu okuluna git de biraz para getir bize. Zira bugün ozanların kafayı tütsüleyip ziyafet çekmeleri şart. irlanda bu günde herkesin görevini ifa etmesini bekliyor.
-Bu da, dedi Haines kalkarak, bugün sizin milli kütüphanenizi ziyaret etmem gerektiğini getiriyor aklıma.
-Önce yüzelim, dedi Buck Mulligan.
Stephen’a dönerek uysalca sordu:
-Bugün senin aylık banyonu yapma günün mü, Kinch?
Ardından Haines’e dedi ki:
-Bu cenabet ozanlar ayda bir yıkanmaya büyük özen gösterirler.
-Tüm irlanda Golfstrim’le yıkanır, dedi Stephen bir dilim ekmeğin üzerine azar azar bal damlatırken.
Haines, tişörtünün açık yakasına bir fuları gevşekçe bağladığı köşeden söze karıştı:
-izin verirseniz, sizin bu özlü sözlerinizi bir defterde derleyeceğim.
Bana söylemekteydi. Yıkanıyor, ovalanıyor, temizleniyorlar. Vicdan azabı. Bulunç. Gene de bir leke kalmış.
-Bir hizmetçi kadının çatlak aynası irlanda sanatının simgesi demiştin ya, çok tuttum bunu.
Buck Mulligan masanın altından Stephen’ın ayağını tekmelerken ılık bir sesle dedi ki:
-Sen onu bir de Hamlet’ten döktürürken dinlemelisin, Haines.
-Ciddi söylüyorum, diye sürdürdü Haines Stephen’la konuşmasını. O zavallı ihtiyar geldiğinde bunu düşünmekteydim tam.
-Para kazandırır mı bu bana? Diye sordu Stephen.
Haines yumuşak gri şapkasını hamağın kancasından alırken gülerek dedi ki:
-Bilemeyeceğim, vallahi.
Haines kapıya doğru birkaç adım attı. Buck Mulligan, Stephen’a doğru eğilerek hoyratçasına ürüdü:
-tak ettin bi çuval inciri. Ne diye öyle dedin ki?
-Ne yapayım? Dedi Stephen. Sorun, parayı bulmak. Kimden? Sütçü kadından ya da ondan. Ya yazı ya tura, hepsi bu.
-Ben onu işliyor, seni ayyuka çıkarıyorum, dedi Buck Mulligan, sonra sen o pis bilgiçliğinle, sıkıcı Cizvit şaklabanlığınla çıkıyorsun ortaya.
-Pek umudum yok, dedi Stephen, ne ondan ne de öbüründen.
Buck Mulligan acınası bir ah çekerek elini Stephen’ın koluna dayadı.
-Benden, Kinch, dedi.
Ansızın ses tonunu değiştirerek ekledi:
-Doğrusunu söylemek gerekirse sen haklısın. Canları cehenneme kerataların. Ben onlarla nasıl oynuyorsam sen de öyle yapsana. Canları cehenneme. Haydin gelin, çıkalım şu kodesten biraz.
Ropdöşambrının kuşağını çözerek soyunurken ayağa kalktı ve teslimiyetle duyurdu:
-Mulligan giysilerini çıkarmıştır.
Ceplerindekileri masanın üzerine yığdı.
-Bak senin sümükbezine, dedi.
Kolalı yakasıyla anarşist kravatını taktıktan sonra, onlarla ve saatinin sallanıp duran kösteğiyle konuştu, onları payladı. Temiz bir mendil aradığını söylerken, ellerini sandığın içine daldırmış her şeyi altüst ediyordu. Vicdan azabı. Tanrım, bu adamı giydirmek zorundayız. Yanık kahverengi eldivenlerle yeşil potin isterim. Çelişki. Ben kendimle mi çelişmekteyim? Pekala, çelişirsem çelişeyim. Tanrıların habercisi Malachi. Konuşan ellerinden siyah ve sölpük bir roket fırlayıverdi.
-işte senin Quartier Latin külahın.
Stephen, yerden aldığı şapkayı giydi. Haines, antreden onlara seslendi:
-Geliyor musunuz, delikanlılar?
-Ben hazırım, diye yanıtladı Buck Mulligan kapıya doğru yürüyerek. Haydi çık, Kinch. Bizden artan ne varsa, yemişsindir, garanti. Sonra boş verip ağır ağır söylenerek ve yürüyerek dışarıya çıktı; handıysa yaslı bir sesle dedi ki:
-Dışarıya çıkarken Butterly’ye rastladı.
Stephen, duvara dayalı duran dişbudak bastonunu aldı, ötekiler merdivenden inedursunlar, ağır demir kapıyı çekerek kilitledi ve onlara katıldı. Koskoca anahtarı iç cebine koydu.
Merdivenin dibinde Buck Mulligan sordu:
-Anahtarı aldın mı?
-Aldım, dedi Stephen, onların önüne geçip, yürüyerek ilerledi. Ardında, Buck Mulligan’ın kalın banyo havlusuyla eğreltiotlarının sürgünlerini, otların uçlarını kamçıladığını işitmekteydi.
Tümünü Göster