0
DiN, PAPALIK VE ATEiZM
Gerçekten Ateizm’in kaynağının bizzat Roma Kilisesi olduğunu söylesem şaşardınız, değil mi? Nasıl olur da Tanrı’dan başka güç tanımayan ve onun adına kurulduğu ve hareket etmekte olduğu varsayılan bir kurum, Kilise, Tanrıtanımazlığın kaynağı olur? Ama olmuştur. Özellikle de son 400 yılın ilk öncü Hıristiyan kökenli Ateistleri hep bu kiliseden çıkmışlardır. Özellikle de 15. ve 16. yüzyıllarda papazlık eğitimi görmüş, yıllarca Hıristiyanlığın “Tanrısı” için çalışmış fakat hayatlarının belli bir dönemine gelince Ateizm’e geçmiş ve bu kez de aynı Tanrı’ya karşı amansızca mücadele etmeye başlamış sayısız papaz vardı. işte sizlere bunlardan adı gündelik hayatta geçirilmeyen, sadece Vatikan kayıtlarında bulunan ve 34 yaşındayken 1619’da Ateizm suçlamasıyla yakılarak idam edilmiş olan böyle bir papazın kısa öyküsü. Avrupa’da Ateizm’in tarihini belgeleyen araştırmacı Nicholas Davidson’un Vatikan kaynaklarından çıkarttığı Giulio Cesare Vanini 1585’de doğmuştu. Ailesi onu küçük yaşında Cizvitler’in yönettiği okullara göndermiş sonra da yine aynı tarikatın yönettiği Napoli Üniversitesi’ne sokmuştu. 1603’de Vanini, çok sofu ve oldukça gizemli bir tarikat olan “Karmelitler”e kabul edilmişti. 1606’da Vanini Karmelit keşişi olarak hukuk doktoru olmuştu. 1608’de Padua’ya, buradaki üstün başarısından dolayı da 1611’de Venedik’e atanmıştı. Ama ne olduysa bundan sonra olmuştu. 1612’de Karmelitler’le bozuşan genç adam ingiltere’ye kaçmak zorunda kalmıştı. Fikir ve din suçlusu sayılan Vanini burada Hıristiyanlığın Tanrısı’nı (isa) kabul etmediğini ilan etmiş ve bu görüşlerini yaymak için Hollanda’ya, Liyon’a ve Paris’e gitmişti. Bu arada iki kitap yazmış ve bunlar 1615–16’da yayınlanmıştı. Özellikle ikinci kitabı, De admirandes’de öne sürdüğü fikirler günümüzde kendisini keskin Ateist sanan bir çok tatlısu entellektüelinin dudaklarını uçuklatacak mahiyetteki fikirlerle doludur. Vanini, aynen, kendisi madde olmayan bir Tanrı nasıl olur da maddi bir dünya yaratmış olabilir ki diye sözüne başlamış ve eklemişti: “Sonsuz olan Maddedir, Ruh değildir” Benzer şekilde cin, peri ve şeytanın bizzat Kilise tarafından uydurulmuş gerçekte varolmayan yaratıklar olduklarını söylemişti. Vanini, “Beleş” yaşamak isteyen papazların halkı korkutmak amacıyla böyle yalanlar söylediklerini göstermişti. Kutsal Kitap’ta yer alan “Doğuş” olayıyla alay eden Vanini, kendi görüşünü şöyle özetlemişti: “insan hayvandan gelmedir, onun ileri bir aşamasıdır, temizidir. Sizler de Doğa’dan başka hiç bir güce sakın tapmayın. En büyük ve tek güç madde ve doğadır.” Vanini görüşlerini anlattıktan sonra vargücüyle Hıristiyanları “Dinsizleştirmeye” adamıştı kendisini. Söz konusu kitabı bugün bile Vatikan’ın yasak kitapları listesindedir, hem de aradan 380 yıl geçmiş olmasına rağmen. Papazlıktan dönme Ateist Vanini bunları yazdığı zaman (1614) ne Darvin’in vardı evrim kurdıbını geliştiren, ne Karl Marx vardı Madde’ye felsefi sonsuzluk kazandıran, ne de günümüzün modası “Doğa Tapıcısı” yeşiller ve çevreciler... ilginçtir ki günümüzde kendisini keskin Ateist sanan biri, futbolcu Maradona’yı veya baldır–bacak şöhreti Madonna’yı daha fazla tanımak için onlarla ilgili her yazıyı okuyabilir ama Vanini’nin hayatını merak edip okumak isteyeceğini hiç sanmam.
KiLiSE iLE MANASTIR KAVGASI
Katolik Kilisesi (Roma) ile ona bağlı olan manastırlar daima birbirlerine zor tahammül eden kuruluşlardır. Dolayısıyla Katolik Hıristiyanlık’ta alttan alta ve konunun dışındakilerce bilinmeyen bir Kilise–Manastır çatışması yaşanmaktadır. Katolik aleminde, Türkiye’deki okurlara anlatabilmek için bir ayrım yaparak söylersek, Papazlar ile Keşişler (Monks) arasında çatışma vardır, diyebiliriz. Kilise’de, yaptığımız bu kaba hatlı ayrıma göre iki tip din adamı vardır. Bunlardan çoğunlukla “Priset=Papaz” diye bilinenlere “SEKÜLER” denilir. Bunlar Kiliseler’de görevlidirler ve insanların gündelik işleriyle uğraşırlar. Ana hatlarıyla söylersek bu papazların ilk hedefi dünyayı ellerinden geldiğince “insancıllaştırmak” tır. Dolayısıyla gündelik siyasetle, sendika hareketleriyle, işçi–öğrenci eylemleriyle, bankacılıkla, teknolojiyle vd. ilgilenmek zorundadırlar. Çünkü bunları bilmeden Kiliseleri’ne gelen Katoliklere yardımcı olamazlar. Bu bakımdan, örneğin futbol maçına gidip amigoluk yapan papazlarla, diskoteklerde şarkı söyleyen rahibelere sıkça rastlanılır.Ama keşişler böyle değildirler. Onlar, kendilerini kapattıkları manastırlarından çıkmayı pek sevmezler. Gündelik basını bile çok ender izlerler. Dış dünyayla olabilecek en az şekilde ilgilenirler. Hatta bir çok manastır, kendi yiyeceğini, kendi giyeceğini kendisi üretir, dışardan almaz. Televizyon gibi, bilgisayar gibi “modern” teknolojiyle pek ilgilenmezler. işte biraz genelleştirerek tanımladığımız bu din adamlarına da “Regulars” (Müdavimler, Daimiler) denilir. Bunlar günlerini yoğun ibadetle geçirirken, örneğin Miami’deki bir Katolik papaz aynı saatlerini bir beyzbol karşılaşmasında etrafına topladığı güzel kızlarla amigoluk yaparak geçiriyor olabilir.
KÖYLÜLERi AYAKLANDIRAN KEŞiŞLER
Özellikle 11. ve 12. yüzyıllarda Papa seçimlerinde işte bu iki ayrı gurup arasında çok yoğun mücadeleler geçmiştir. Roma Kilisesi’ne karşı en ağır eleştirileri manastırlarda kalan keşişler başlatmışlardır. Onlara göre her geçen gün zulmünü arttıran ve zenginleşmeye doymayan Kilise ve onun Papaları Hıristiyanlığı yozlaştırıyorlardı. Avrupa’daki ilk köylü ayaklanmalarını kışkırtanlar ve yönlendirenler keşişler olmuştu. Köylüleri Kilise yıkmaya ve yakmaya çağıran keşişler Papa’nın tartışılmaz otoritesini sarsmışlardı. 13. ve 14. yüzyıllarda ilk kez feodal prenslere ve krallara sığınarak onları, artık diktatörleşmiş olan Papalara karşı örgütlemişlerdi. 15. ve 16. yüzyıllarda Avrupa keşişler tarafından kışkırtılmış, Papalar ve onlara bağlı Prensler tarafından soyulmuş köylülerin isyanlarıyla doluydu.18. yüzyıla gelindiğinde Fransa’da patlayan ihtilal, Kilise/Manastır çekişmesini de Kilise lehine sona erdirmişti. Fransa’da “Laiklik” işte ilk kez resmen Kilise/Manastır çekişmesine son vermişti. Kilise, Fransız Laisizmi’nin esasını teşkil eden din adamı düşmanlığı (Anti–Klerikalizm) konusunda Manastırları ve daima asi davranmış olan Keşişleri ihtilalcilerin önüne itmişti. Böylelikle binlerce keşiş öldürülmüş ve manastırlara ait tüm malvarlıkları Devlet’e devir edilmişti. Daha sonra Kilise bunların bir kısmını yine kendi malları arasına katmakta gecikmemişti. Sonuçta özellikle Fransa’da ve diğer Katolik ülkelerde manastırların etkileri zayıflamış ve yoksullaşarak bir çoğu kapanmak zorunda kalmışlardı.
---
TÜRKiYE’Yi BEKLEYEN GELiŞMELER
Türkiye’yi bekleyenlere gelince. Almanlar için önemli olan tıpkı tarihte kendilerinin yaptıkları gibi Türkiye’de islamiyet’in lokalleşmesini istemekte ve bu yönde çalışmalar yapmaktadırlar. Fransa ise Türkiye’deki Laikliğin bekçisidir. Dolayısıyla Devletçi Laisizm’in her ne pahasına olursa olsun korunmasından yanadır. ingiltere bu iki görüşe karşıdır ve Türkiye’nin önderliğinde yeniden bir Hilafet kurulmasına sıcak bakmaktadır. Amerika ise, Türkiye’de artık Devlet’in değil, Liberalleşmiş bir Anayasa’nın en üst değer olarak tanınmasını ve bu anayasanın sınırlarını çizdiği insan Hakları çerçevesinde, Fransızlarınkinden daha özgür ve özerk bir “Din ve Vicdan Özgürlüğü”nü yerleştirmek istemektedir. Türkiye önümüzdeki yıllarda işte Batı’dan gelecek olan bu “islam”la daha çok tanışacaktır...
Tümünü Göster