0
ateizmi ahlak bir açıdan yerle bir ettiğimi düşünüyorum. lütfen üşenmeyin okuyun.
felsefe öğrencisiyim...
eğer gerçekten varoluş, özü önceliyorsa, insan, olduğu şeyden sorumludur. bu şekilde, varoluşçuluğun ilk girişimi, her insanı olduğu şeyin sahibi olma haline getirmektir ve varoluşunun tüm sorumluluğunu kendine dayandırtmaktır. ve,insan kendinden sorumludur dediğimiz zaman, insanın yalnızca kendinden değil, tüm insanlardan sorumlu olduğunu söylemek istiyoruz... amaç olarak hiçbir şekilde kötülüğün düzeltimi, örneği, onarımı olmayan bir adalet türü vardır. bu adalet yalnızca, kötü bir eylemin günahını ödeme için belirli bir tatmini isteyen tutarlılığa dayanmaktadır. sosinyen'ler hobbes ve diğer başkaları, öz olarak intikamcı olan ve tann'nın kendine sakladığı, diğerlerini yönetme hakkına sahip kişilere iletilmesine izin vermediği ve tutkuyla değil akılla davranmaları koşuluyla onlann araçlanyla yerine getirdiği bu cezalandırıcı adaleti hiçbir şekilde kabul etmiyorlar.
aslında, olmak istediğimiz insanı yaratırken aynı zamanda insanın olması gerektiğini umduğumuz şekildeki bir imgesini de yaratmayan hiçbir eylemimiz yoktur. şunu veya bunu olmayı seçmek, aynı zamanda seçtiğimizin değerini de doğrulamak demektir, çünkü hiçbir zaman kötülüğü seçemeyiz; seçtiğimiz her zaman iyiliktir ve hiçbir şey herkes için iyi olmadan bizim için iyi olamaz. diğer taraftan eğer varoluş özü önceliyorsa ve imgemizi biçimlendirdiğimiz anda varolmak istiyorsak, bu imge hem herkes için, hem de tüm dönemimiz için geçerlidir. sosinyen'ler bu cezalandırıcı adaletin temeli olmadığına inanmaktadırlar; ama bu adalet, yalnızca zedelenmiş olanı değil aynı zamanda onu güzel bir müzik olarak gören bilgeleri, iyi bir yapının iyi yetişmiş kafalan tatmin etmesi gibi tatmin eden bir tutarlılık ilişkisine dayanmaktadır. cezanın hiç kimseyi düzeltmeye yaramadığı zaman bile, gözdağı veren ve bu şekilde bir cezanın olacağını haber veren yasakoyucu bilgenin, eylemi tamamen cezasız bırakmaması onun direşme gücünden ileri gelmektedir. ama bilge birşeyin olması konusunda bir söz vermediği zaman, bilge yalnızca tutarlı olan şey için söz vermesi nedeniyle onu bu sözü tutmaya zütüren bir tutarlılığın varlığı yeterlidir. ve eğer ceza, düzeni oluşturmaya katkıda bulunmazsa, burada düzensizliğin zarar vereceği, zihnin belirli bir ödünlenmesinin varolduğunu söyleyebiliriz. böylece sorumluluğumuz, onu var-sayabileceğimizden çok daha büyüktür, çünkü tüm insanlığı kapsamaktadır. eğer işçiysem ve komünist olmak yerine hıristiyan bir sendikaya katılmak istiyorsam, bu katılımla boyuneğmenin temelde insana uygun gelen bir çözüm olduğunu, insanın krallığının yeryüzünde olmadığını belirtmek istiyorsam yalnızca kendi durumumu ortaya koymuyorum: herkes için boyuneğmiş olmak istiyorum, böylece tutumum insanlığın tümünü bağlamıştır.
hukuk, belirli bir ahlaksal güçtür ve ödev, ahlaksal bir baskıdır. ahlaklar'dan anladığım, dürüst insanda doğa yasalarına denk olan yasalardır: çünkü romalı hukukçunun çok güzel bir biçimde söylediği gibi iyi geleneklere aykırı olan şeyi yapmaya gücümüz olacağına inanmamalıyız. dürüst insan, aklın izin verdiği ölçüde tüm hemcinslerini seven kişidir. ... din, ahlaksal tanrılardan vazgeçebilir; bu olguyu yeteri kadar göstermiştir; ahlaksız tanrılara katlanamayan ve dini, ilkelerine ister istemez teolojik bir destek vermek için tinselleşmeye zorlayan ahlaktır. dini, içinde gizemsel yaşamın saranp solduğu veya kuruduğu uzlaşmalara zorlayan ahlaktır. ve ahlak bu ilişkiden kurtulmayı isteyeceği zaman, din buna, tanrılara ahlaklı olmalannı bu kadar kesin bir biçimde buyurduktan sonra vesayetlerinden o kadar kolaylıkla vazgeçilemeyeceği sekinde yanıt verecektir. ahlak, kendisine yabancı tanrılara katlanmıyordu: böylece kendisine yakın olabilecek tannlara gereksinim duydu.
iyilikseverlik, evrensel bir iyiyürekliliktir ve iyiyüreklilik aşk veya duygulanım durumudur. sevmek veya duygulanmak başkasının mutluluğuna sevinmektir veya aynı anlama gelen başkasının muüuluğunu kendisininkinin içine sokmaktır. bu şekilde, tannbilim'de çok önemli bir zorluk çözümlenmiş oluyor; her umuddan, her kaygıdan, çıkarla ilgili herşeyden kurtulmuş çıkardışı bir sevginin nasıl varolacağını bilme konusu. çözüm, başkalarının mutluluğu bizi sevindirdiği zaman, onların mutluluğunun kendi mutluluğumuzun içine girmesidir, çünkü bizi sevindiren şey kendi için aranır. felsefe, sanat, bilim, çeşitli nedenlerden dolayı ahlaka sağlam destekler veremez. ahlaka kalan sadece dindir ve ruhun tamamen farklı bir alanında oluşmuş bir disiplin için dinin şaşırtıcı bir biçimde uyum sağlamış bir desteği getirdiğini kabul etmeliyiz. kuşkusuz bu, öncelikle en uç güçsüzlüğüne uyum sağlamış olağanüstü güçtür, ama aynı zamanda bu birbirlerine tamamen özdeş öğretilerin mucizevi uyumudur.
oysa bu, tam da ahlakın kaçınılmaz bir biçimde dış desteğe gereksinimi olduğu noktadır. ahlak bu desteği gizemcilikte aramış ve insan üzerinde etkili olamadığından tann'ya inandırmak görevini üstlenmiştir. bu ilk tanrı yalnızca güçlüydü; tanrı'yi aralıksız kutsallaştırdı; kendine doğaüstü bir güç sağlamak için dini ahlaksal hale gelmeye zorlamıştır. bu zorlamanın anlamı açıktır: bu zorlama, açıkça, tann'nın yardımı ile basit özlemlerin tatmininin dayandığı bir koşulu her zaman hissedecek bir etkinliğin zayıflığını gösterir.
bu gereksinim, ilk kaynağını kuralların metafıziksel biçimde doğrulanmaları gereksiniminde bulması için her türlü biçimiyle, bilince çok fazla bağımlı, çok popüler ve çok tutulamazdır. bu gereksinim ancak, kendi güçlerine indirgenmiş ahlakın güçsüzlüğü duygusundan doğabilir. dinin dışında hiçbir şey özüyle yeteri kadar uyum içindeki ahlakın bu güçsüzlüğüne bir çare bulamaz görünmektedir. kamusal güç yalnızca, eğilimi dayatmadan eylemi dayatan kaba bir yaptırımdan başka bir şey değildir. bu güç, adaletten nefret edenleri adalet yolunda kullanır ve zaten bu gücün ahlaksal gereksinimlerin yalnızca dar bir bölümüyle ilgisi vardır. kuşkusuz erdemi mahkum etmeyen kamuoyu onu fazla da desteklemez ve hatta erdemi durdurduğu da olur.
zaten materyalist modern algılayış konformist bir fenomenin diktesiyle kodlanarak insan zihnine yerleşir ve bu da insan varoluşunun hedonik (çıkarcı) bir düzlemdeki oluşumunu yansıtır.