+2
-kelimeler aldatıcıydı; kelimeler, bizi gerçekten uzaklaştıran küçük tuzaklardı.
-beni anlayacak biri çıkar mı acaba?
-“sizi- anlıyorum-konuşmanıza ihtiyacım yok” ya da “siz-onlara-bakmayın-yalnız-gözlerime-inanın” bakışlarının çoğu aslında “bugünü-geçirmek-için-birine-ihtiyacım-var” kalıbından ibaretti.
-başkalarının ihtirasları, senin mum ışığını kirletmesin.
-düşünceler de insanları iyileştirebilir.
-sevgilisi olan bir arkadaş kadar çekilmez bir yaratık yoktur. hep bir esrar havası yaratırlar değil mi?
-ben adam olmam, ben tek başıma yaşamalıyım, başkalarını zehirlememeliyim.
-“kediler” dedi albay, “miyavlarlar.” hikmet gülümsedi; “sizi de bu mizah duygusu kurtarıyor albayım.” ellerini iki yana açtı: “ne yapalım? şehir kurtları da yer darlığı dolayısıyla dama çıkıyor, kendime engel olamıyorum: yanımda sıcak bir varlık bulunca bencil oluyorum. insan sevdiğini üzmek pahasını ondan yararlanmaya çalışıyor. bu arada benim gibi aşağılık durumlara düşüyor. çünkü neden? çünkü yalnızlık ve karanlık onu vahşileştiriyor. gün ışığına ve insana alışamıyor. derler ki kurt köpeklerini karanlık bir yere kapatırlarmış hırsızlara karşı yetiştirmek için; hayvan takımı bile başka türlü ısırmayı öğrenemezmiş.”
-insan anlatmak istiyor albayım; böyle budalaca bir özleme kapılmak istiyor. bir yandan da hiç konuşmak istemiyor. tıpkı oyunlardaki gibi çelişik duyguların altında eziliyor. fakat benim de sevmeye hakkım yok mu albayım? yok. peki albayım. ben de susarım o zaman. gecekondumda oturur, anlaşılmayı beklerim. fakat albayım, adresimi bilmeden beni nasıl bulup anlayacaklar? sorarım size: “nasıl?” kim bilecek benim insanlardan kaçtığımı? ben ölmek istiyorum sayın albayım, ölmek. bir yandan da göz ucuyla ölümümün nasıl karşılanacağını seyretmek istiyorum. tehlikeli oyunlar oynamak istiyor insan; bir yandan da kılına zarar gelsin istemiyor. küçük oyunlar istemiyorum albayım.
-oysa bütün ilişki bir can sıkıntısı yüzünden başlamıştı.
-insanlık öldü. belki de hiç yaşamamıştı. belki de benim insanlığım diye bir şey yoktu. ben hücremde yanlış hayallere sürüklenmiştim. korkaklığımı insanlık sanmıştım. yalnızlığı insanlık saymıştım. batıda böyle şeylere önem vermiyorlar albayım. biliyorlar bütün bunları: insanın ruhunu okuyorlar. fakat onlar da mutlu değil albayım. ne var ki, boş hayallere kapılmamayı biliyorlar. kaç asrın tecrübesi, kolay mı?
-benim gibi korkakları rüyalarında bile rahat bırakmıyorlar albayım.
-belki de, hiçbir şeyin sonuna katlanamadığım gibi, bu rüyanın sonuna da katlanamadım.
-hemen unuttum onu sevmediğimi, ben ilgi görünce hemen unuturum her şeyi albayım, biliyorsunuz.
-her fırsatta, küçük bir zayıflık sezdi mi mesele çıkaran, sonra üzerine yürününce de kendini acındırmak için sahte duyarlıklara başvuran zavallı “ben”i gördüm. kendine acındırmayı bir sanat haline getirmeye çalıştığımı anladım.
-“insanları yalnız iyi olduğu için sevmezler” dedi emekli albay.
-“oyunumuzu kanımızla yazalım. ıstırabımızı sanatımıza gömelim. sanat bizim için ekmek parası değil, sanat bizim için bir ustalık meselesi değil, sanat bizim için… sanat bizim için nedir albayım?” “eğer yazabilirsek iyi bir oyun” diye homurdandı emekli albay hüsamettin tambay.
-oynayalım albayım. tekrarlara düşmekten korkmadan oynayalım. asıl tekrarlara düşelim ki, içimizi kemiren şeytanı her fırsatta rezil edelim.
-hayata dayanamayan her insan gibi yapılır oyunda: mış gibi yapılır.
-“şunun şurasında kime zararım dokunuyor ki?” “kendine” dedi albay.
-“oyun içinde oyun olur mu?”
-heine: belki de haklısın. belki ben hayatımı bu büyük olaydan ayırmasını beceremiyorum. ama sen bu durumu anlarsın. ingiliz danışman albay mills gibi, sen de garip bir yaratık gibi görme beni.
hüsamettin bey “ingilizler de nerden çıktı?” diye sordu. “ingilizler her yerde çıkarlar albayım, her yerde bulunurlar.”
-kadınlar aptaldır albayım: sadece sezmesini ve beklemesini bilirler.
-“bizim de başka çaremiz yok da ondan, oğlum hikmet, biz bu dünyayı seyretmeye, hayran olmaya gelmişiz… bir insanın, iyi kötü, ortaya bir eser koyması ne kadar zor, ne kadar takdire şayan bir gayrettir, bilemezsin.”
-“ben ne koyuyorum ortaya albayım?” “kendini koyuyorsun evladım; daha ne koyacaksın?”
-heine bir yerde kaybetti, hroboviç kumarda hile yapmayı bilmediği için, mills de sustuğu için kazandı. schlick bile bir süre sonra monica’yı kazandı; ona resmen sahip oldu. heine’ye geride hiçbir şey kalmadı albayım; ölmekten başka, ölmekten başka…
-“hemen anlaşılmak da iyi değildir; ileriye matuf bir yatırım her zaman faydalıdır.” “ya ilerde de anlaşılmazsa, ya gerçek bir beceriksizse?” “zaten sen bilemeyeceksin bütün bunları, endişe etme oğlum hikmet.”
-susup beklemesini bilenler kazanır.
-“bugünlerde sözlerine inanacak yakın bir dost bulmakta güçlük çekiyormuş. içimdekileri anlatabilecek birini bulsaydım, belki de bu cinayetleri işlemek zorunda kalmazdım.” dedi. “yalnızlıktan bu duruma gelmiş.”
-çünkü efendim insan canî olunca kendisine olan saygısını kaybediyor; daha doğrusu, kendine saygısını kaybedince canî oluyor.
-“durum gittikçe karışıyor albayım. her geçen gün yeni suçlar öğreniyor insan. okudukça, düşündükçe, yeni insanlar tanıdıkça sadece günahlarının arttığını hissediyor.”
-“ne talimler yapmıştım: kendini unutma, kendini unutma, düşün, karşındakine kapılma, önce duymamış gibi yap, acelesi yok, bazı şeyler de bırak kaçsın, yeni bir ülkedesin fırsatı kaçırma. hayat talimlere benzemiyor albayım. gerçek mermiler insanı yaralıyor. ha-ha.”
-“bütün cephelerde yenilgiye uğrasaydım kolaydı albayım. beklemediğim yardımlar aldım albayım, yani ihanete uğradım.” “saçmalama hikmet. harp ilminin kaidelerini hiçe sayıyorsun oğlum. insan hayatı tek bir muharebenin neticelerine göre kıymetlendirilemez. evet sen kıymetlendirme safhasında hataya düşüyorsun.”
-fakat biliyorum ki, iyi bir tanıtma yapmadıkça kimse bu gösteriyi seyretmeye ve maddi-manevi çıkarı olmadıkça bir bilet almaya yanaşmayacaktır. büyük mantıkçılar ve apartman kapıcıları diyebilirler ki, eserini geleceğin akıntısına bırak. ne var ki albayım, oyuncular, hayatları içinde anlaşılmak ve beğenilmek ve büyük kütlenin ilgisini görmek zorundadırlar. hiçbir oyuncu, ömrünü tavan arasında geçiremez. beni de zaman zaman çileden çıkaran budur: halkın bana karşı gösterdiği ilgisizliktir.
-tanışamadığımız milyonlarca insan var acı çeken. hangisinin kaderini değiştirmek elimizde?
-insan mevcudiyetinin eşyaya ihtiyacı yoktur; fakat, eşyanın adem-î mevcudiyeti halinde, insan mevcudiyeti ve fikriyatı da tehlikeye giriyordu.
-başkalarını mühim bulmayanlar, bir gün kendilerini de mühim bulmayanlarla karşılaşacaklardır; fakat bu hakikat, onların mühim bulmamış olduklarının mühim olduğu manasına da gelmez.
-“herkes kendini korumasını biliyor, benden başka. sonunda hep ben kalıyorum ortada. bedelimi koymadan satılığa çıkarıyorum kendimi. satın alanlar hiçbir şey ödemeye yanaşmıyor bu yüzden. bir panayırda, eski ve soluk bir çadırın içinde gösterilen, büyüklüğünden başka bir meziyeti olmayan garip bir deniz canavarıyım. uzak ve soğuk denizlerde her nasılsa yakalanarak bu fakir çadırın, kötü havuzuna yerleştirilmişim. panayıra gelenler bütün hayvanlardan belli marifet bekliyorlar. benim bütün marifetim balık yemek. pos bıyıklarımın arasına fırlatılan balıkları çiğ olarak yutmasını becerebiliyorum ancak. bu nedenle çadıra giriş de ucuz aslında; kimsenin bütçesini sarsmayacak küçük bir ücret mukabilinde gösteriliyorum.”
-kimseyi bu kadar yanlış yollara sürüklemeye hakkın yok. kendini kurtarmak için ortalığı toz dumana katmak hususunda eşin yok.
-her hareketin bir anlamı var, insan benim gibi hareketten vazgeçerse bu anlamları daha iyi hissediyor. her hareketini önceden hesaplarsan hata yapmazsın; aynı zamanda, düşüncelerini hareketlerinden ayırırsın. ne yaptığını hatırlarsın; düşünceden harekete geçmek kolay olur böylece. düşünceler seni bırakınca, delirtici bir şaşkınlığa, gerçeğe alışmanın zorluğuna düşmezsin.
-benimle kimse başa çıkamaz, hesabını veremeyeceğim tek bir dakikam yok.
-oyunlar tek başına oynanmıyor evladım hikmet.
-isteklerle zenginleşilmiyor albayım, her şey birden bekleniyor.
-sanki işte bu, evet bu insan beni kurtaracak…
-beklemek önce cesaretini kırar, sonra cesaret gelir insana.
Tümünü Göster