0
Beynimde tek bir düşünce vardı, o da yardıma gitmek. Nasıl olursa olsun derhal yardıma gitmek. Göz gözü görecek şekilde gün ağarmış, merkezde hazır kıt’a istirahate çekilmiş. Alan bölüğüne gidiş yolu tek. Başka ulaşılacak yol da yok. Yolda pusu kurulduğu kesin. Mayın da döşenmiştir. Yardıma gitmek ile ölüm özdeş. Ama ölümü kim düşünür askeriniz ölesiye çatışırken. Giyinmek için odama geri döndüm. Şaşkın değilim aksine garip bir durgunluk tüm benliğimi sarmış. Öyle karmakarışık düşünceler yok, tek düşünce var yardıma gitmek!Bir yandan giyinirken telefonla tugay komutanı Utku Güney Paşayı aradım. Olayı anlatarak silahlı helikopterlerin acele Alan’a gönderilmesi talebinde bulundum. Haberciye zırhlı aracın hazırlanmasını ve ayakta olan yazıcı, çaycı, haberci kim varsa toplamasını söyledim.
Hemen bitişiğimizdeki komando taburuna haber verdikten sonra ben dahil yedi asker yardıma gitmek için zırhlı araçla yola çıktık. Şemdinli’de asfalt yol yoktur Yüksekova yolu hariç. Hemen hemen hepsi toprak stabilize olanı bile zor bulursunuz. Yollar hamdır, ham toprak atalarımız zamanından kaldığı gibi. Üstelik dardır iki araç yana yana zor geçer. Şemdinli’den çıkın hemen doğuda Hazneye gelin. Yol önce ikiye ayrılır; biri Mezargediğine diğeri ise Alan ve Kayalara doğru gider. Siz diğer yola dönün, bir müddet sonra yol tekrar ikiye ayrılır; biri Alan’a, diğer Kayalar’a. Alan Köyüne saptığınızda dere tabanını izleyen, bir yanı yani güneyi Çimen Dağına kuzeyi Beyaz Dağ uzantılarına dayanan dar bir yol karşılar sizi.
Dere tabanından geçmesi kötüdür zira ister sağdan ister soldan taş atsalar başınıza düşer. Bu yolun her noktası pusuya ve de mayın döşemeye elverişlidir. Sizin seçme şansınız yoktur, o yoldan geçmek zorundasınızdır. Bu yolu izlerken ‘’ mayına mı basacağım yoksa pusuya mı düşeceğim’’ diye düşünme şansınız da pek yoktur; o yolu geçiyorsanız, bölgede de teröristler varsa ve bu teröristler size eylem kararı almışsa mayına da basarsınız pusuya da düşersiniz. Elbet anlattığım kadar da çaresiz değiliz daha doğrusu değilmişiz ama bunu anlamak aylarımızı aldı. Ama biz Alan karakoluna yardıma giderken inanın çaresizdik zira bölgeye yeni gelmiş ne terörist tanıyorduk ne de arazi. Mecburen o yola çıktık.
Aradan yıllar geçti. Tek bir anını bile unutmadım bu olayın. Hep kendi kendimi sorguladım: Kaçakçılıkla etkin mücadele etmemiş olsaydım yine bu saldırı yapılır mıydı? Zira Alan olayından birkaç gün önce bir kaçakçı grubu ile karşılaşılmış ve açılan ateş sonucu bir düzine kadar katır vurulmuştu. Olaya anında ve çok az bir güçle müdahale etmek yerine, takviye kuvvetleri beklemiş olsaydım, sonuç değişir miydi? Cevabı buldum ve satırlar arasına gizledim. Bulmanız zor olmayacak.
Düşüncelerimi toparlayamıyordum karmakarışıktı ama sakin. Şu an dahi yedi askerle yardıma giderken neyi başarmaya çalışmış olduğumu düşünüyorum. Gerçek şuydu; teröristler bölüğe girmek üzere demek; tüm mevzilerde çatışma var, kimsenin kimseye yardıma gitmesi mümkün değil, tüm silahlar kullanılıyor ve gelen kalabalık terörist grubunu durduracak kuvvet yok demektir. Bu, aynı zamanda fazla dayanacak gücümüz yok demektir. Şemdinli-Alan arası normal şartlarda bir saattir. Aracı zorlarsanız bu mesafeyi yarım saatte alabilirsiniz. Çevredeki birliklere takviye emrinin verilmesi, birliklerin araziden intikali saatler alır. Hakkâri’de konuşlu helikopterlerin intikali de aynı süreyi bulur. O halde yapılacak tek şey, taburdan bir kuvvetin olay yerine derhal gitmesi.
Mazgal kapaklarından dışarıyı gözleyerek yedi kişiyle son sürat yardıma gidiyorduk. Epey mesafe katetmiştik. Kimse ne olacağını bilmiyordu. Bilmek bir tarafa kimse düşünmüyordu ne olabileceğini. Süratle gidiyorduk bir bilinmeze. Nihayeti ölümdü. Bir sigara paketi büyüklüğündeki mazgalın köşesinde sakin ama çok sakin bekliyordum. Araçta kimse konuşmuyordu, sessizlik vardı hem de derin. Bir şeyler olacağı kesindi. Beklediğimiz ise, bu ‘’bir şeyin’’ ne olacağıydı. işin garibi neyle karşılaşacağımız konusunda da bir fikrimiz yoktu. Bu gidişin sonunda bir umut olmadığını da biliyorduk geri dönebilmek için. Aslında bunu dahi düşündüğümüz yoktu. Ama gitmeliydik. Sizce bu bir sorumluluk duygusu mu yoksa mecburiyet mi? Ya da çaresizlik mi? Bilemiyorum. Savaşın içinde ölmekse askerinizle beraber ölmeyi istemek gibi bir şeydi bu diye düşünüyorum şimdi!
Tümünü Göster