1. 51.
    +1
    trt’nin radyolarından birinde geçen gün bir müzik sohbeti dinledim.
    sohbetin konusu safiye ayla, amatör bir üstad da konuk idi.
    amatör üstad önce lûtfetti, safiye hanım’ın çok büyük bir icracı olduğunu söyledi; safiye ayla’nın sanat hayatının ilk dönemindeki taş plaklarının sonraki senelerdeki kayıtlarına göre daha büyük önem taşıdığından falan bahsetti ve nihayet baklayı ağzından çıkardı: safiye hanım, bazı parçaları “eserin ruhunu hissettirmeden” okumuştu, hattâ arada bir falso perdeler bile basmıştı! çok sonraki dönemlerde yaşamış olan bazı icracıların 1970’lerden sonraki kayıtlarındaki duygu yoğunluğu, safiye hanım’da maalesef yoktu!
    canım benim! senin kulağına ve zevkine kurban olsunlar!
    müzik meraklısı bir kişinin, amatör bile olsa, “safiye ayla’nın icrasında ruh ekgibliği vardır” demesinin sanat anlayışıyla yahut zevk meselesiyle değil, sadece bilgi ile alâkası vardır ve bilginin bu seviyesine türkçe’de kısaca “cehalet” denir. amatör üstadın programda mükemmel icraya örnek olarak gösterdiği isimlerle safiye ayla arasında değerlendirme yapmaya kalkışmak ise, sadece ve sadece kulağın işitme gücündeki çok önemli bir azalma ile alâkalıdır, bu duruma da “sağırlık” derler.
    sözünü ettiğim programda sarfedilen bu tuhaf ifadeler, türkiye’de estetik konularda 12 eylül sonrasında yaşanan değişikliklerin ve bu değişikliklere bağlı olarak zevkteki ucuzlaşmanın tam bir örneği idi.

    tezhi̇pte gülün i̇şi̇ ne?

    bazı uhrevî kavramların 12 eylül sonrasında günlük hayatta daha fazla etkili olmaya başlaması toplumda inanç, davranış ve estetik alanlarda değişiklikler yarattı. i̇mparatorluk döneminin mirası olan i̇slâmî yorumlar yerini kıt’a arabistanı’ndan ithal edilmiş dinî anlayışa bırakırken, ezanın ve kur’an’ın tavrı yavaş yavaş değişti. daha önce de yazmıştım, i̇stanbul üslûbunun yerini “ayın”ları çatlatma ve “e”leri “a”ya çevirme çabası içerisinde bir arap gırtlağı taklidi işgale başladı.
    değişimden geleneksel sanatlar da nasibini aldı. geçmişte sadece cild kapaklarında ve tezyinatta kullanılan ebru bile ilâhi bir kimliğe büründü ve duvarlara asılır oldu. klagib tezhipte alışılmış tonlardan uzaklaşıldı, işin içine kâbe ve gül çizimleri ile beraber pembelerle, yeşillerle dolu bu zamana kadar hiç görülmemiş tuhaflıklar girdi.

    hamamdan gelen uğultu

    müzikteki çöküş ise, çok daha derin oldu. diğer klagib sanatlar arabeskleştiği sırada, aslında gayet dinamik olan klagib müziğimiz mistikleşti! ritm ağırlaştı, bu ağırlaşma pest seslerden okuma gayretkeşliğini ve melodi yerine perdeye hâkim olma çabası gibisinden tuhaflıkları getirdi ve bir zamanların gümbür gümbür olan mugibisi, hamam kubbesinden aksedercesine bol ekolu, ağır ve dinleyeni bıktıran bir mıymıntı nağmeler silsilesi halini aldı. kedi miyavlaması gibisinden bir tavır, bugünlerin ciddî icrası oldu.
    i̇şin çok daha vahim tarafı, ciddî çalıştırmaya ihtiyaç bırakmayan bu kolay, ucuz, zevksiz ve icranın artık gerçek üslûp zannedilmesiydi.
    bugün eskinin icralarını “ruhsuz” bulup safiye ayla’nın, hattâ münir nureddin’in tavrına dudak bükenler, kültürde son 30 sene içerisinde yaşanan bu çöküntünün altında kalan ve şimdinin enkazını “sanat” zanneden zevâttan ibarettir. asırlar boyunca mükemmel şekilde icra edilmiş olan eski mugibiyi ya hiç dinlememiş, yahut estetik sınırlarının darlığından dolayı, vaktiyle dinlediklerini de çoktan unutmuşlardır.
    ama, meselenin bir de edep tarafı var: safiye ayla hakkında “eserin ruhunu hissettirmiyor” yahut “arada bir falso yapıyor” gibisinden hezeyanlar, hayâ ve utanç sınırlarının bile çok ötesind
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster