+1
---fleşbek'e devam---
o fotoğrafta dedemin bana yıllarca sakladığı konuşması vardı… kin miydi, nefret mi bilmiyorum ama ben kendimden utanıyordum, ona ve ailesine yaptıklarımdan ötürü de vicdan azabı çekiyordum…
size sadece şunu söyleyeyim kahrolası benliğim ve bencilliğim o fotoğrafın her karesinde gizliydi…
ne mi vardı fotoğrafta; bir tarafında cennet, bir tarafında da cehennem, bense omzumda cehennem ateşi, cenneti ateşe vermeye gidiyordum…
yaptım mı, yaptım...
cenneti, cehenneme çevirdim mi, çevirdim...
yalnız şunu bilin ki, şu an bunları yazarken bile kendimden utanıyorum... ölüm çare değil ve biliyorum öyle kolay da olmayacak benim ölümüm...
elimde siyah beyaz bir fotoğraf… dedemin giderken bana bıraktığı miras…
fotoğrafa bakıyorum… dedem, babam, annem, sadık, elif ve ben…
ben dedemin elinden tutuyorum, elif babamın kucağında, sadık annemin elinden tutmuş gülümsüyoruz dedem hariç …
bir aile olarak çektirdiğimiz ilk ve son fotoğraftı bu, ki varlığından bile habersizdim o ana kadar… dedemin sakalları kısa ve siyah, başı dik ve başında kasketi, gömleğinin düğmeleri sonuna kadar ilikli, siyah yeleği, cep saatinin zinciri… bir eli, yeleğinin cebinde… diğer eliyle elimi avuçlamış , gözleri boncuk boncuk, yüzünde de ciddiyet hırkası…
hepimiz gülümserken bir o ciddi, bir o… güzel dedem, dedem…
elimde fotoğraf çekyatın yanına yaklaştım, dedeme baktım, fotoğraftaki ciddiyet yerini solgun bir yüze bırakmıştı, elleri göbeğinde bağlanmış, boncuk gözleri kapalıydı… çekyatın dibine yere oturdum… sakallarına dokundum dedemin, sakalları bile ölümün soğuk nefesini soluyor gibiydi… dedemi ilk kez böyle solgun görüyordum…
dedemin yüzüne dokunarak, güzel dedem böyle yığılacak mıydın dedem, böyle gidecek miydin?
yığılmıştı ve gitmişti artık...
şimdi uyansa da nefretini kussa diyordum ama o susuyordu... hep af dilemek istemiştim dedemden ama korkuyordum, konuyu açmaktan bile çekiniyordum... o da bunu biliyordu aslında bütün suçun ben de olmadığını biliyordu belki de bunun için susuyordu… biri oğlu, diğer torunu…
“affet beni dedem, affet”dedim ağlamayla karışık... sonra da sarıldım, öyle bir sarılıyorum ki hani daha çok sıkarsam belki kendine gelir de gözlerini açar diyordum… ama açmıyordu gözlerini, açmıyordu…
dedeme o sarılma anında kendime ettiğim lanetleri bir ben bilirim, ki hala da ediyorum ve ben dedemi çok ama çok özlüyorum… biliyorum beni hiçbir zaman affetmeyecek ki, hakkı da ama ben de affetmiyorum kendimi…
ben dedeme sarılı bir şekilde ağlarken bir elin omzumdan çekerek beni dedemden ayırmaya çalıştığını hissedince daha çok sarıldım, omzuma dokunan el sanki sarılma hissimi kırbaçlıyor gibiydi… daha sıkı çok sıkı sarıldım.. ben ne kadar sarılmamı güçlendirdiysem o el de beni dedemden ayırmaya kararlıydı…
gelen yunus amcaydı, elinde beyaz bir nevresim, “kalk evlat, kalk”… diyordu bana…
yunus amcanın evde olduğunu bile unutmuştum…
“yunus amca” dedim,
“dedem” dedim, ağladım…
dedemi yunus amcaya göstererek,
“dedem” bir kez daha… “dedem”
“dedem diyordum tıkanıyordum, yunus amcaya “dedem öldü” diyemedim… öldüğünü söylemekten bile korkuyordum, ki yakıştıramıyordum da… ne bileyim ölüm bana yakışırdı da dedeme hiç yakışmıyordu… o an ben ölseydim de dedem yaşasaydı diyordum ki hala da öyle diyorum…
yüzümle dedemi yunus amcaya göstererek,
“dedem” dedim bir kez daha…
dedemin sağ eli göbeğinden düşmüş, çekyatın kenarında hareketsiz duruyordu…
dedemin elini o halde görünce eline sarılarak öptüm, ağladım… öptüm ağladım… avuç içini, elini… parmaklarını öpüyordum… avuç içini yanağıma koydum, ağladım… yunus amca yanıma yaklaşınca dedemin elini diğer elinin üzerine koyarak sırtımı çekyata dayadım, başımı bacaklarımın arasına alarak lanet ettim kendime bir süre daha…
o sırada yunus amca dedemin üzerine beyaz nevresimi örtüyordu… kendi evinde kefenini giymişti dedem… kendi evinde kendi nevresimi ona kefen olmuştu…
yunus amca kolumdan tutup kaldırmaya çalışınca kalktım, kalktığım gibi sarıldım yunus amcaya… o da bana… omzuna başımı koyarak hıçkıra hıçkıra ağladım… ben ağladım, o sustu… ben ağladım o sustu…
saçlarımı okşayan eli sırtıma indi, avuç içiyle sırtıma vurdu birkaç kez…
“tamam evlat, tamam” dedi…
o tamam dedikçe ben sarıldım, ağladım…
“harap etme kendini”…
“ibrahim” dedi…
sustu…
“ibrahim” dedi bir kez daha…
“sahibine gitti ibrahim… ailesine gitti… ev dedi sustu… gözlerime baktı, evlat diyemeden ya da demeden gelinine dedi ve ekledi torunlarına gitti... "
"bırak artık evlat" dedi " bırak , huzurla uyusun"
"bırak da kavuşsun sevdiklerine…”
o bırak dedikçe ben gözlerimden akan yaşı durduramadım, sanki vanası bozuk bir musluk gibi akıyordu gözlerimden yaşlar…
başımı omzundan alıp yanaklarımı avuçlarının içine aldı…
göz göze geldik yunus amcayla, gözlerimi silmeye çalışsam da izin vermedi…
“bırak kalsın” dedi…
başımı eğerek yunus amca dedim…
yunus amca dedeme bakarak…
“yolu ışık olsun…” dedi…
ben de dedeme baktım…
üzerinde beyaz bir örtü… göbeğinin üzerinde de bir bıçak vardı, öylece uyuyordu…
...
masadan sigaramı alarak mutfağa gittim...
Tümünü Göster