+2
yunus amcanın ağzından çıkaran "ibrahim"'den sonra oturduğum yerden kalktım... ama öyle bir kalkış ki hani ayağında nasırı olan bir adamın nasırlı ayağına bir basar da ayağını çeker ya aynen öyle...
oda üstüme, çekyata başıma yıkıldı sanki...
çekyata bakıyorum sonra yunus amcaya bakıyorum...
---fleşbek---
18 eylül 2003…
akşam saat 7 gibi… işten çıkmış eve dönüyordum, kucağımda bir ekmek, bir de onun çok sevdiği karpuz… kapıyı çaldım, açan yok… oysa bu saatlerde dedem bahçendeki çekyatta uzanmış beni bekliyor olurdu… o akşam yoktu, bahçede görmeyince haberleri izliyordur diye düşündüm…
kapıyı çaldım, açan yok… seslendim “dedeee” diye, ses yok… tepki de yok…
sesimin sessiz kalması beni fazlasıyla ürkütmüştü… karpuzu yere bırakarak cebimden anahtarı çıkararak kapıyı açtım, içeri koştum…
konuşacak diyordum bir gün, yüzüme vuracak… aşağılayacak da diyordum, ki hakkı da...
iki torununun ve gelinin ölümüne sebep olan bu aşağılık adamı yerden yere vursa da hakkıdır ama oğlunun yaptıkları karşısında torunun yaptığı hiçbir şeydi belki de bu yüzden konuşmuyor, susmayı yeğliyordu ve fakat yine de bir gün konuşacağını biliyordum ama bu kadarını da beklemiyordum…
elimde ekmek, içimde korku dedeme sesleniyorum ama öyle bir sesleniş ki, hani taş olsa sesimin çığlığından ikiye ayrılırdı… sesim kapıya, oradan duvarlara çarparak tekrar kulaklarımdan beynimin çeperlerine değiyor ve orada o da susuyordu…
mavi demirli kapıyı açar açmaz içeri koştum, kapıyı öyle hızlı açmışım ki, kapı önce duvara sonra omzuma çarparak durabilmişti... o an omzuma çarpan kapının farkında bile değildim ama günler sonra omzumdaki acıyı fark edecektim...
duvarlara çarpa çarpa eve girdim; evin girişinde hemen sol tarafta mutfağımız vardı ki hala da var, önce acaba mutfakta mı diye baktım, orada da kimse yoktu… mutfakta göremeyince bir kez daha bağırdım orada "dedeeee" diye yine sesimden başka hiçbir ses yoktu işin taktan tarafı da bir kere içine korku girince artık kulaklarına çarpan sesinin yankısından bile ürküyorsun…. evin salonuna koştum... evet oradaydı dedem, başı eğik bir vaziyette çekyatta oturuyordu... üzerinde siyah ceketi, başında da kasketi vardı; öylece oturuyordu ama gelişimden haberi bile yok gibiydi...
dedemi orada öyle görünce korkuyla karışık yaklaştım... tekrar "dedeee" diye bağırdım ama bu sefer kısık bir ses tonuyla... uyuyorsa uyanmasın, uykusu bozulmasın diye…
yine de kötü giden bir şeylerin varlığı dedemin hareketsizliğinde gizliydi, ne bir hareket ne de ses vardı... duymuyor muydu beni, görmüyor muydu, bilmiyordum ama bilmek istediğim sadece uyuyor olmasıydı... elimdeki ekmeği dedemin yanına bıraktım, dedemin önünde eğilerek elini tuttum... işte o an, dedemin elinin tuttuğum an ölümün soğuk yüzüyle tanıştım... parmakları buz kesmişti sanki... hayır dedim kendi kendime, hayır dedim, hayır... olamaz, olmamalı da... şu hayatta, yaşadığım onca acıya rağmen beni bir dakika olsun ekgib bırakmayan bu dağ gibi adam, bugün de beni ekgib bırakmaz, bırakmamalı da...
"dede" diye bağırıyorum, "dedeem, dedem" diye ama sadece dediğimle kalıyordum, hiçbir hareket yoktu, yaşamsal belirti de... elini öperek sol tarafına oturdum... sakallarına dokundum, sarıldım... dedemin eğik başı, omzuma düşünce bütün ev üzerime yıkıldı, tutamadım kendimi,… “dede” diye ağlamaya başladım... daha sıkı sarılarak beyaz sakallarına avuç içimle dokundum… aç dedim dede, gözlerini aç, dede aç gözlerini, gözlerini aç... ben geldim dede, ben, hayırsızın... soğuk eli dudaklarımda, öylece yığıldım dedemin kucağına... öylece, ekgib yarım ve artık bir hiç olarak yığıldım…
şimdi ne yapacaktım ki? artık olmayacak mıydı? gömecek miydim dedemi, toprak mı olacaktı… olmamalıydı ama olacaktı… ve yine her zamanki gibi yapacak hiçbir şeyim yoktu… soranlara öyle diyecektim ki, hala öyle diyorum; ama aslında yapacak çok şeyim vardı… kendimden bile gizlediğim gerçekler…
ve evet, yapacak hiçbir şeyim yoktu, dedemi gömecektim hem de kendi ellerimle…
dedemin dizlerinde ne kadar kaldığımı hatırlamıyorum, kendime geldiğimde ilk iş yunus amcayı aramak oldu, yunus amca dedemin ahretlik dediği arkadaşıydı…
telefonumu elime aldım, yunus amcayı arayacaktım… telefon rehberini baştan sonra tarıyordum ama yunus amcayı bir türlü bulamıyordum… yunus amca kayıtlıydı eminim ama ben bir türlü bulamıyordum…
birkaç denemeden sonra yunus amcayı aradım, telefonun çalma sesi yerini yunus amcanın “alo” sesine bırakınca istemsizce ağlamaya başladım…
dedem, diyorum… ağlıyorum… dedem diyorum ağlıyorum, allah kimseye yaşatmasın o anı… bir türlü konduramıyorsun ölümü, yakıştıramıyorsun da…
yunus amca, benim ağlamayla karışık dedem sözlerinden sonra telefonu kapattı o telefonu kapatınca ben de salonun ortasına yığıldım…
iki elimle telefonu sıkıyorum ağlıyorum, dedeme bakıyorum ağlıyorum… dedemin başı sol omzunda… dedemi o halde görünce yanına gidip başını omzuma koydum, ben de başımı onun başına yasladım… orada bir kez daha elini öptüm… beyaz sakallarına dokundum… yüzüne baktım ağladım, elini öptüm ağladım… bilmiyorum an için ölümü kabullensen de yarın dedenle kahvaltı yapamayacağını, ya da dut ağacının altında onun köy anılarını anlatırken ki el hareketlerini, mimiklerini göremeyeceğini düşünemiyorsun… çok geçmeden yunus amca girdi içeri…
yunus amcayı görünce daha şiddetli ağlamaya başladım, yunus amcamın o anki hali hiç aklımdan gitmiyor…
dedeme bakıyor, yüzünü çeviriyor… dedeme bakıyor yüzünü çeviriyor o da konduramadı belli ki… gitmekle kalmak arasında sabukluyordu…
yunus amca diyorum, dedem diyorum ağlamayla karışık, o hâla sessiz… dedeme yaklaştı, tek bir cümle çıktı ağzından…
ibrahim dedi…
“gittin ha”
o gittin kelimesi benim ağlama şiddetimi ve dedeme sarılma halimi kırbaçlamış gibiydi, daha şiddetli ağlıyor ve daha şiddetli sarılıyordum…
elimi dedemin sakallarından çekti, dedemi çekyata yatırmaya çalıştı ben öylece bakıyordum…
yunus amca dedemi çekyata yatırırken, çekyatın kenarından bir fotoğraf düştü…
---
keşke düşmeseydi ve keşke görmeseydim...
Tümünü Göster