1. 1.
    0
    Bunu yeterli bulup, başını salladı ve o anda baraj kapakları açılıverdi.
    “Bir gün ofise dönerken sayım yapıyordum ve bacağı dizinin altından kesilmiş bir adamın yanından geçtim. Çotuğunu bir çorapla kapatmış , koltuk değneğiyle yürüyordu. Kahverengi bir ayakkabı giyiyor olsaydı sorun olmayacaktı. Çünkü ben dönüş yolundaydım(ofisten eve) , ama ayakkabısı siyahtı. Bu olay benim bütün günümü mahvetti ve o gece hiç uyuyamadım. Çünkü tek sayılar uğursuzluktur.” Başının kenarına vurdu.”En azından burada uğursuzluktur. Beynimin akılcı yanı bunun saçmalık olduğunun farkında, ama diğer yanıkesinlikle öyle olmadığını biliyor ve hakim olan taraf da orası.

    Ogün otuzsekiz yerine otuz yedi ayakkabı saymıştım; dünyanın sonu gelmeyince beynimin o takıntılı yanı, bunun nedeni olarak otuzdan fazla ayakkabı saydığımı söyledi. Hatta otuzun çok üstünde saymıştım.
    Bunları yapmazsanız dünyanın düzeni bozulur herhalde dedim.
    “Dünyanın düzeni zaten bozulmuş. Geçen yaz Ackerman Tarlası na gittiğim zaman o düzeni ben bozdum. Ama bilmiyordum. O zaman bilmiyordum.”
    Ama şimdi biliyorsunuz, diye sordum.
    “Evet. Herşeyi değil ama yeterince”
    Ona bozulan şeyleri düzeltmeye mi, yoksa durumun daha kötüye gitmesini önlemeye mi çalıştığını sordum.

    “Düzeltemem” dedi fısıltı halinde bir sesle.”Ama o şeylerin daha çok bozulmasına engel olabilirim. Evet. Zaten oluyordum.”

    Yine o yolların ayrıldığı noktalardan birine geldim. Ona geçen yaz herhalde ağustos ayıydı Ackerman Tarlası nda ne olduğunu sorabildim, ama sonra bunun için çok erken olduğunu düşündüm. Bu apseli dişin köklerini biraz daha gevşetmek daha iyi olurdu. Üstelik bu iltihaplanmanın bu kadar yakın bir geçmişte başlamış olabileceğinden de kuşkuluydum. Büyük ihtimalle geçen yaz yaşadığı şey ateşlemiş olmalıydı.
    “Benim sizin ifadenizle, belirtilerim, kümeler halindedir.” Şimdi tekrar tavana baktı. “Bu kümelerden üç tane var. içimden dışarı çıkıyor. Mantıklı tarafımdan. Kayalar gibi… of Tanrım… o iğrenç tarladaki taktan kayalar gibi…”
    Gözyaşları yanaklarından aşağıya süzüldü.Önce bunun farkında değildi; elleri kenetli, gözleri hala tavana dikilmişti. Ama sonra yanındaki sehpada sekreterim Sandy nin hiç ekgib etmediği kağıt mendil kutusuna uzandı.Üç tane küme var diye anlatmaya devam etti titrek bir sesle.”Birincisi saymak.Önemli sayılır, ama dokunmak kadar önemli değildi. Dokunmam gereken önemli şeyler vardı. Örneğin, gazodacıkları… sabah evden çıkmadan veya gece yatmadan önce kapalı olduklarını, düğmelerin hepsinin dik vaziyette olduklarından kesinlikle emin olmak için onlara dokunmam gerekiyordu. Ve tabi fırının ön kapağı. Sonra evden veya ofisten çıkmadan önce elektrik düğmelerine dokunmaya başladım. Hızla ve iki kere dokunuyordum. Otomobilime binmeden önce tepesine dört kere vuruyordum.

    Başka şeylerede dokunuyormusunuz, diye sordum. Cevabını bildiğim halde sordum. Bu meslekte geçirdiğim beş yıl boyunca N ninki gibi birçok vakayla karşılaştım. Bazen bu şanssız insanları, yırtıcı kuşlartarafından ölene kadar gagalanan kadınlara ve erkeklere benzetiyordum. Bu kuşlar gözle görünmezler(en azından hem iyi hemde şanslıbir pgibiyatr onların üstüne ışık tutana kadar)ama yine de gerçektirler. işin şaşılacak yanı, birçok OKB hastasının bu durumlarına ragmen hiçbir şey yokmuşçasına üretken bir hayat sürdürebilmeleri, sinemaya giderler, sevgilileriyle veya eşleriyle sevişirler ve oncazaman o kuşlar hep oradadır, üstlerine tünemiş, minik parçalar halinde etlerini koparırlar.

    Saymak önemli, dedim, ama dokunmak daha önemli. Dokunmaktan daha önemli ne var?
    “Yerleştirme” dedi ve aniden titremeye başladı, yağmurda ve soğukta kalmış bir kopek gibi.
    Belli etmeden saatime bakıyordum. Zaman dolmuş, bir gün için epey yol almıştık.
    “Sihirli bir tedavi yani, değil mi?” diye sordu. Bu kez gülümsemesi insanın içini acıtıyordu.
    “Sanırım haklısınız Doktor, sorunun kökündeki nedeni hiç konuşmadık. Ne olduğunu biliyorum… “

    Gelecek hafta o konuyla ilgili konuşacağız dedim.
    Sıradan bir konudan bahsediyormuşuz gibi intihar eğilimi olup olmadığını sordum.
    “Bunu aklımdan geçirmedim değil, ama yapmam gereken çok şey vardı.”
    Bu cevap ilginç olduğu kadar da endişe vericiydi.

    Ona kartımı verip, eğer intihar fikri cazip gelmeye başlarsa hemen beni aramasını söyledim, zamanın hiç de önemli olmadığını belirttim.
    Peki, dedi.

    Paxil mi vereyim?, yoksa Prozac mı? ama bu ilginç hastamı daha yakından tanıyana kadar ikisini de vermeyeceğim…
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster