1. 426.
    +25
    sıcak bunaltıyordu 1994 yılının baharında, henüz yaz gelmemişken, henüz vantilatör kurmayı düşünmüyorken oturma odalarına ve ben, geceleri uyumakta zorlanan ben sıcak ve burnumdaki geniz eti sebebiyle daha bir nefes daralması daha bir buhran yaşıyordum o günlerde...

    orta okulumun en yaman dönemi..1993-1994... yaman çünkü bir yandan okulda oynayacağımız tiyatro(ki başroldeydim) diğer yandan da sınıf arkadaşım cihan'la giriştiğim takdir-teşekkür yarışı beni iyiden iyiye bunaltmış patlatma noktasına getirmişti...
    günlerce süren provalar, okulun konferans salonunda yankılanan seslere, derslerimdeki başarılı gidişat istemeden de olan ihmalime kurban gitmeye karıştı karışacak bir haldeydi...
    ve ben tüm bunların ortasında zihnimin en açık dönemlerini yaşamakta, adeta dünyanın merkezindeydim... bir sürü insan geliyor gidiyor karşıma, bir sürü insan arkamdan konuşuyor("torpilli bu, tiyatro oyunu ayağına paso derslerden kaçıyor ve hiç bir öğretmen yoklama almıyor bundan" diye), bir sürü insan da bana manevi destek veriyor...
    tüm bu hengamenin ortasında gün sonunda eve geldiğimde açlıktan ölmüş bitap düşmüş olarak dolabın başında buluyordum kendimi... keza o kadar popüler olmama karşılık cebimde beş kuruş olmadan günlerimi geçiriyorum, kuliste ağlayan palyaço misali gözyaşlarımı gece yattığım yastığa saklıyordum, serde güçlü olmak ve herşeyin üstesinden gelmek vardı bir kere...
    gözümün birşey göremediği o günlerde her ne hikmetse kafamı kaldırıp koridordaki panoya bakışım ve panodaki "askeri liselere giriş sınavı için acele edin, son başvuru tarihi 15 nisan" ilanını görüşüm enteresan bir noktadır bu döngü içinde...
    bir anda hep özendiğim subay veya doktor kıyafetine bir ucundan girme fırsatının ayağıma geldiğini düşündüm ve heyecanlanıp neşeyle müdürün odasına yöneldim... gerekli bilgi ve belgeleri aldıktan sonra postane yoluyla yapılacak ödeme için gittiğim postanede o günün fahiş fiyatı olan bir posta/pul bedeli olduğunu öğrenip kıçıma baka baka eve döndüğümü hatırlıyorum... günlerce tek kelime konuşmadım bizimkilerle... onlarda benle.. yoğun olduğum için ses çıkarmıyorlardı bu durgunluğuma, zaten babamla aramızda yıllardır bir soğukluk bir uzaklık vardı, böyle zamanlarda benim için "beter ol" dediğini hissediyordum... zevk alıyordu eminim bu halimden...
    sürenin bitmesine 1 hafta kala almanya'daki amcamdan bir mektup geldi eve... her yıl olduğu gibi yazın gelecek vik vik kafa şişirip, övünüp gidecek onun haberini veriyor herhalde dediğim mektupta amcam, benim askeri sınavlara girişim için gerekli olan tüm bedelleri iki gün içinde babamın hesabına yatırabileceğini belirtmiş ve otobüs paramıza kadar(bursa ışıklar askeri lisesi'ne giriş sınavıydı benimkisi) tüm masrafı ayarladığını yazmıştı... ev halkı bayram ettik adeta, bense okuldaki parlak durumuma bakıp kesin subay olurum düşüncesiyle heyecan ve mutlulukla yatmaya gittim ama uyuyamıyordum... dediğim gibi burnumdaki geniz eti nefes darlığı yapıyor, sıcak bunaltıyor ve şimdi üstüne de sınav heyecanı eklenmiş beni iyice strese sokmuştu..

    okuldaki tiyatro faaliyetimiz çok şükür sorunsuz bir şekilde yürümüş, plaket, kitap ve türlü hediyelerle yıl sonunu getirmiştim. gerçi son senemde takdiri bir puanla kaçırıp teşekkür almış ve cihan'a sevinme payı vermiştim ama olsundu, nasıl olsa buralardan gideceğim artık şu sınavı verim hayırlısıyla, o zaman hayat bana her türlü takdiri zaten verir diyor; yavaş yavaş, erken kalk erken yat, spor yap, yemeğine dikkat et gibi askerlik elzemlerine uymaya çalışıyordum...

    sınava babamla gidecektim... plan şuydu;
    bursa otobüsü ile sınav sabahı ışıklar askeri lisesinde önce kayda, öğleden sonra da ilk spor-kondüsyon imtihanına gireceğim, geceyi babamla bir otelde geçirecek, diğer gün de yazılı sınava girerek gecesinde eskişehir'e halamların yanına geçecek sonuçları oradan alıp(halam eskişehir'de askeri hava hastanesinde katipti) memlekete dönecektik...
    okulların kapanmasından bir buçuk ay sonra cevap mektubu ve davet kağıdı geldiğinde bizde son hazırlığımızı tamamladık, babam amcamın yolladığı parayı bankadan çekti, ulusoy'dan biletlerimizi aldı ve akşam 20.00 otobüsüyle bursa'ya yola çıktık... babam otobüste sigara üstüne sigara içerek ciğerlerimi mahvediyordu ama umrunda değildi... o bunu tatil olarak görüyordu, bense hayatımın dönüm noktasına çok başka düşler eşliğinde bakmaya çalışıyor, düşüncelerimin arasında kayboluyordum... ölüm kalım bu demekti sanki...
    yol uzundu, yolculuk sıkıcı... ve bitti... işte saat sabahın altısıydı, bursa'daydık... heyecanlıydım ve sessiz, babamla aram iyi değildi hiç ondan konuşmuyordum işte...

    kısa bir soruşturma ile otogardan liseye nasıl gideceğimizi öğrendik ve biraz koşturmaca biraz yorulmacayla liseye vardık...
    türk sanat tarihi'nin en görkemli yapılarından olan bu okul bizi olanca asil duruşu, ciddi bakışlarıyla bir güzel süzdü ve ağaçlıklı yoldan bizi içeriye buyur etti...

    gün sınav günü, benim için tarihi bir gün... babam hariç oraya gelen diğer tüm aileler içinde tarihi bir gündü eminim... hepsi piknik malzemeleriyle gelmiş, tribünlerdeki yerlerini almışlar o saatte spor sınavını beklemeye koyulmuşlardı..
    işte o an geldi; babam yanımdan ayrılıp "haydi iyi şanslar" diledi ve gitti tribüne... yalnız kaldım, bir başıma... elimde başvuru ve davet kağıtları, koyun gibi ordan oraya imzalatıp heyecanımı yenmeyi düşünüyordum...

    erken geldiğimiz için ilk yirmi içindeki kayıt yapılanların arasındaki yerimi alıp sıraya girdim, kaydımı yaptırdım, evraklarımı teslim ettim ve soyundum bekliyorum... vücutta bir ekgiblik var mı diye bakıyor bize bir rütbeli, bir diğeri "ağzını aç" derken, diğeri "çömelin kalkın", bir başkası da "ayaklarınızı bir bot genişliğinde olacak şekilkde açın bakalım" dedi... ilk yirmi kişi yanyana ve sadece külotla sıradaydık.. sanki mezbahane gibiydi, sırası gelen gidiyor...

    önüne sıralandığımız duvarın tam karşısında sekiz kişiden oluşan seçici kurul oturmuş bir dosyalara bir bize bakıyorar, notlar alıp kulaktan kulağa konuşuyor ve "poker suratı" ifadesiyle hiç bir şey belli etmiyorlardı.. işte en gerildiğim an bu andı, çünkü az önce burnumdaki eti ve dolaysıyla burnumun yamukluğunu farketmeyen rütbeli bu sefer masya oturmuş yedi kişiyle beraber bizleri iyice süzüyor ve burnumda tam karşıdan bakılınca "kör müsün, yamuğum ben" diye bas bas bağırıyordu...

    üç beş dakika derken bu dakikalar uzamaya, sinirim bozulmaya ve tüm masanın gözleri de burnuma odaklanmaya başladı... sağımdaki ve solumdaki çocuklar birer ikişer spor salonuna gitmeye başladıklarında bende tam gitmye yeltenmişken masadaki kadın subay bana, "hey hey sen kal, biraz bekle" dedi...
    benim için gün bitmiş, güneş batmıştı... ürperdim, korktum, yaşına göre uzun boylu olan ben birden küçücük kaldım sanki...
    masadan kalkıp yanıma gelen bir rütbeli adam "az gel bakalım masaya yaklaş" deyip koluma girip masaya yanaştırdı ve o anda diğer rütbelilerle birlikte homur homur konuşup "bu burunla olmaz, yamuk, nefes darlığı vardır, şekil bozuk" gibisinden arı vızıltısına benzer seslerle kararlarını aldılar. içlerinden biri beni kenara çekti ve aramızda şu diyalog geçti;

    -ee ismin neydi aslanım?
    -goregrindbrutaldeth efendim ismim
    -hımm. şimdi bak, burda vücut bütünlüğü bizim için ilk kriter, şekil bozukuluğunu hiçbir şekilde kabul etmiyor askeriye ve seninde burnun yapı itibariyle uygun değil...
    -hı hı hı hı
    -işte bu yüzden seni eledik.. haydi bakalım, üstünü giy, kendine iyi bak

    dedi ve ayrıldı yanımdan...

    yıkıldım... tek kelime, yıkıldım... ağlamaya başladım, gözlerim patlamak üzereydi... çok kötüydüm, çok kötü bir durumdu bu..ne yapsam da acımı, üzüntümü dindirsem bilemedim... aklıma babama koşup sarılmak geldi ve üstümü giyer giymez tribüne babamın yanına koştum, ağlayarak, sarılarak babamla konuşuyor dert yanıyordum... babamın yüzüne bakamadım o esnada... çünkü baksam da sallamayan bir ifadeyle bana bakacak ve sinirlerim iyice zıplayacak sanıyordum ki kafamı kollarının arasından kaldırıp yüzüne baktığımda o koca adamın gözlerinin dolduğunu gördüm... bana "bu fikir benimdi, amcandan ben para istedim, senin kayıt işlerini annenle beraber yaptık, kusura bakma" dediğinde gözyaşını saklamak için kafasını geriye çevirişini acıyla izledim...
    hakkında kafamda türlü hinlikler kurduğum adam , yani babam o cümlesini söylemek yerine beni öldürseydi daha iyiydi...
    utançla karışık yıkılmış hislerimle kala kaladım zaman içinde, dakikalar geçmek bilmedi sanki...
    hayatımda ilk ve tek o zaman babamın baba olduğunu anlamıştım...
    bir tek o zaman babamla karşılıklı ağlamıştım... bir tek o zaman babamın yanında çocuk, babamda benim yanımda baba olmuştu...
    toprağı bol olsun...
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster