1. 1.
    0
    Su, alaycı bir ifadeyle Necmi’yi süzerek ayağa kalktı.
    -- Biraz da ben hırpaladım. Mahsuru var mıydı ?
    Necmi gözlerini Su’nun bakışlarından kaçırıp, karısının ayağa kalkmasına yardım etti.
    -- Git üstüne bir şeyler giy, üşüteceksin.
    “ Niye ?” diye sordu Su.
    -- Bademciklerinin biri sende mi kalacak ?
    Necmi, gülmemeye çalıştı. Ama beceremedi...
    -- Çok akıllısın değil mi? Evet. Benim salak karıma verecek kadar aklın var, gördüğüm kadarıyla. Her zamanki gibi, tam bir belasın.
    Gözlüklerini çıkartıp, Su’nun koyu yeşil gözlerine dik dik baktı.
    -- Ama bela, kadın olduğu sürece altta kalmaya mahkumdur.
    “ Cehennemin kazanları da altında olacak” diye cevap verdi Su, hiç beklemeden.
    Necmi gözlüklerini takıp, arkasını döndüğünde de cümlesini tamamladı.
    -- Ama zütünü yakacaklar!
    Necmi, bir şeyler söyleyecekmiş gibi durdu, sonra hızlı adımlarla çıkıp gitti.
    “ Sen ona bakma ne olur... ” dedi Gül, Su’nun omuzuna dokunup.
    “ Tamam “ diye cevap verdi Su, çok ciddi bir haber verir gibi...
    -- Ama ben sana aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Sen bak O’na... iyi bak ama... Ve, elinden kaçırmamaya çalıştığın şeyin ne olduğunu lütfen gör!
    Su’nun alaycı, kalender ifadesi silinivermişti yüzünden… Arkadaşının dolu dolu gözlerine baktığı anda teninin rengi bir kat soldu. Sarıldılar...
    “ Sen niye hiç ağlamazsın sanki... ” diye mırıldandı Gül.
    __ Hiç ama hiç ağlamazsın. Eskiden de ağlamazdın. Kıskanıyorum seni, biliyor musun? Yemin ederim, kıskanıyorum gücünü.
    “ Bana bak…” dedi, Gül’ün nemli saçlarını düzelterek.
    -- Dağıt bu pgibolojiyi… Atlaman gereken çukurun başında, öyle durup bekliyorsun. Seyretme o çukurun karanlığını artık. Atla hadi ! Neden korkuyorsun ? Yalnız kalmaktan mı? Yalnızsın zaten. O adam sana dönse de yalnızsın, dönmese de... Bir gün, gerçekten iki kişi olabilmek için, bugün yalnız kalma yürekliliğini göstermek zorundayız.
    Su, çantasını ve ceketini alıp gitti. Gül yalnız kaldığında salonun geniş kemerli penceresinin önünde dikildi. Çıplak ağaçlarla çevrili sarı toprak yolun üzerindeki çocukluk arkadaşına baktı. Yerdeki kuru yaprakların koşar gibi sürüklenerek, uzun bacaklarına sarılmalarına aldırmadan kollarını açmış, bağırıyordu kendisine…
    -- Atla !... Atla artık !
    Ve koşarak uzaklaştı.. Koyu bir yalnızlık yapıştı Gül’ün yüreğine. Yalnızca Necmi miydi bunun nedeni? Ne kadar çok seviyordu ve ne kadar çok kızıyordu O’na. Her zaman yanında kalacağına inanmıştı. Güvenmişti, alışmıştı... Ürperdiğini hissetti. Hala üzerindeki nemli bornozu ile, Su’nun gözden kaybolduğu dönüş yoluna baktığını farketti. Yatak odasına yürürken, koridorda çözdü bornozunu. Şifonyerin karşısına geldiğinde çırılçıplaktı. Aynadaki aksine baktı. Beli kalınlaşmış, kalçası genişlemişti. Dar pantolonlar, kısa etekler giyemiyordu artık. Sarı saçlarını savurup, yüzünü yaklaştırdı aynaya. Yine de çok güzeldi işte... Şu gerdanı da olmasaydı... Çok kilo almıştı.. Ama yine de, yolda, sinemada, çarşıda erkeklerin ona hayranlıkla baktıklarını görüyordu. Oval aynalı antika dolabını açtı ve pamuklu bir sabahlık aldı üzerine. Yatağa uzanıp, gözlerini kapattı. Her şeyini evliliğine bağlamıştı. Hayatındaki her güzel şeyi ve bütün planlarını da onun üzerine koymuştu. Şimdi bütün dünyası yıkılıyordu. Sabah kapıdan gazeteleri almak, kahve suyu koymak, akşam gezmeleri, albümleri düzenlemek, dolma tarifleri, keşfedilen yeni bir mağaza, değiştirilen kozmetik markaları, diyet kararlılığı... Geçen yedi yıldan bütün anımsadıkları bunlardı. Barlarda sahne aldığı ve yapımcılarla görüşmeye yönlendirildiği konservatuar yıllarını düşündü. Kendini bildiğinden beri çekingen ve ürkek tavırlarına karşı koyamazdı. Espri yapmaya kalktığı zaman bocalar, insanlar üzerindeki etkisini düşünürken, söylediği sözü unuturdu. Sahneye adımını atar atmaz tepesine kadar kızarır, ellerini nerede tutacağını bilemez, heyecandan önündeki mikrofonu bile zor görürdü. Üzerinde renkleri değişen ışıklar ve karşısında hepsi ama hepsi ona bakan insanlar gördüğünde, gözlerini kapatır, şarkısında kaybolurdu. işi bittiğinde o sahneden kendini nasıl atacağını bilemez, kalabalığın içine karışana ve bakışların örtüsü üzerinden çekilene kadar da rahat edemezdi. Necmi ile birlikte, daha da içine kapanmıştı Gül. Arkadaş meclislerinde, yemeklerde, sözünü hep Necmi’nin tamamladığını hatırladı. Hayat, ne zaman kocaman bir kabullenmeye dönüşmüştü böyle. Ne zamandan beri kaçar olmuştu düşünmekten… Ne kadar uzun zaman olmuştu susalı... Yatakta doğruldu... Hafifçe boğazını temizledi ve söylemeye başladı...
    -- Hatırlar mısın, bilmem. Yıllar geçti üstünden... Yağmurlu bir akşamdı. Söyledim sevgimi ben...
    Sesi yükseldi, yükseldi, yükseldi...
    -- Yarınlar, yarınlar, bizim demiştin... Yazık oldu yarınlara, avunuruz anılarla...
    Gözlerinden akan yaşlar yanaklarından boynuna süzülüyorlardı... Gül susmadı... Sonra başka bir şarkı söyledi.. Sonra başka bir şarkı.. Ve başka bir şarkı daha...

    *** *** ***
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster