0
Gül, çocukluk arkadaşı Su’nun kendini kanapeye atışını ve fincanına termostan kahve dolduruşunu seyretti. iri dalgalı kumral saçları, pürüzsüz yüzü, küçük burnu ve kopkoyu yeşil gözleri ile erkek neslinden bütün kadınların öcünü tek başına alabilir gibi göründü gözlerine. Açık yakalı penye blüzü iyice kaymış, siyah sütyenini ve yanık göğüslerini ortaya çıkarmıştı. Koyu gri boyanmış gözleri, kulağındaki eski tip gümüş küpe ile, cesur, derin bakışları ile her zamanki gibi farklıydı O işte... Gül, ortaokul yıllarından beri hayrandı Su’ya. Hayattan hiç korkmaz gibi bakardı insanın gözünün içine ... Acı çekmez gibi... Nasıl hep böyle güçlü olabiliyordu bu kadın? Nasıl kesip atıveriyordu birilerini hayatından, hiç durmadan. Kendine yapılan en küçük haksızlıkta yok ediveriyordu kocaman aşklarını. Su, sanki yalnızca yalnızlığını yitirmekten korkuyordu. Gül’ün, başındaki havlu koltuğa, ıslak saçları alnına ve omuzlarına düştü. Genç kadın gülümseyerek, saçının bir kısmını yüzünün üstünde şımarıkça burmaya başladı.
-- Ne günlerdi... Hatırlıyor musun? ipini koparmış deliler gibi koşardık caddelerde. Okul çıkışlarında eteklerimizi kısaltır, saçlarımızı açar, dudaklarımıza parlatıcı sürerdik.
-- Sen Hülya Koçyiğit gibi sekiz kirpik hareketiyle bakışlarını yere indirip, saçlarını savurana kadar kimse yerinde kalmazdı tabii... .Ne yapmacıktın kızım be!...
-- Oğuz’u hatırlıyor musun ? Ne koşmuştu peşimden!
-- Peşinden koşan çok vardı canım… Oğuz bu konuda rekora gidiyordu zaten… Her köşe başında çarpışırdık herifle.
-- Uzaylı diyordun sen ona.
-- Yaa... Bir türlü akıl sır erdiremedim ben o çocuğun hızına. Sabah evden çıkardık, evin kapısındaydı. Okula giderdik, okulun kapısındaydı... Okuldan çıkardık, sokağın başındaydı. Eve giderken de peşimizdeydi. Kız lisesi olmasa derslere de girecekti pekekent…
Gül koltuktan halıya kaymış, kahkahalarla gülüyordu….
-- Durmadan gözlüğünü düşürür, ararken de üzerine basardı…
-- Nerde zekai varsa, seni bulurdu kızım. Bu hep böyle olmuştur. Bi de sarışın bi çocuğa sardırmıştın sen o zamanlar…
-- Spor arabayla geleni mi diyorsun ?
-- Yok.. Atılgan’la geleni diyorum…Hahaha…Herif arabasını Kaptan Körk’ün gemisi gibi yapmıştı…Ne kadar lüzumsuz parçalar vardı üzerinde yarabbim... Tip de öyleydi ya… Aralığın ortasında gözlükler falan… Montunun üzerinde bin tane acaip rozet.
-- Çıkmıştık bir gün onunla... Motorundan düşürdü beni, kavga ettik.
-- Hadi lan!... Adiye bak, ben onu bilmiyorum. Ne zaman çıktınız?
-- Bir ara çıktık işte!
-- Benimle de çıktı o salak!... Motorun oturma yerine cikletimi koymuştum, kıçına yapışmıştı.
Gül , gözlerindeki yaşları silerek, altında buruşan halıyı ve açılmak üzere olan bornozunu düzeltti. Sonra, dalgın dalgın baktı arkadaşına.
-- Ben o zamanlar, hayatın gitgide güzelleşeceğinden çok emindim. Neden acaba ? Bundan hiç kuşkum yoktu. Tam tersi, her geçen gün daha da beter oldu...
Gülmeyi bıraktılar. Su, gözlerini arkadaşının gözlerine dikti.
-- Mutluluğu hep birilerine bağladın be kızım. Geç bunları artık! Çok kızıyorum sana çok… Yani, sinir oluyorum böyle… Bi kendine gel. Al mikrofonunu eline... Senelerce şan okudun.
Gül’ün yüzünde, ışıltılı, heyecanlı bir şaşkınlık kaçıştı.
-- Mikrofon mu? Nasıl bişiydi?. Beş senedir mikrofon tutmadım ben. Unuttum valla. Tipi bile elli kere değişti bugüne kadar.
-- Sesin değişmedi ya!.. Niye o kadar yıl çalıştın? Necmi’ye soğan kızartırken şarkınızı mırıldanmak için mi ? Bak kimler kaset yapıyor? Sokaktaki on kişiden dokuzunun klibi var... Kalk git, plak şirketleriyle görüş.
-- Ben kendime o kadar güvenmiyorum.
-- Çok normal. Sana günde ortalama sekiz kere ‘salak’ diyen bir adamın kirlilerini yıkıyorsun. Buna rağmen gitmek istiyor herif. .. Kendinin neyine güveneceksin ?
-- Sinirlerimi bozmaya çalışma. O işlerle evlilik yürümez.
-- Evdesin işte. Nası gidiyo evlilik?
-- Laçka ortamlar onlar... Biliyoruz ortalıkta nasıl adamların dolaştığını.
-- Tabi, kocan gibi mesela. Onlar geziyor işte o ortamlarda. Yirmi dokuz yaşına geldim, daha kötüsünü görmedim.
-- Beni anlamamış gibi yapma. Şimdi bir evlilik sürebilir mi öyle? Programın acayip bir saatte bitiyor, gece yarısı eve geliyorsun, sabah uyanamıyorsun falan... Ben sevmiyorum öyle hayatı zaten...
-- Bitmişsin kızım sen. Git , solan çiçekleri değiştir, kuruyanları ütüle ve Necmi’nin donlarını desenlerine göre sırala.
Gül kahkahalarla gülerek, arkadaşının üzerine atladı... Kanapede boğuşmaya başlayıp, halının üzerine düştüler. Su, Gül’ün kollarını arkasında kenetleyip, O’nu hareketsiz hale getirdi.
-- Bir ev kadını olarak öğrenmen gereken ilk şey, bir sokak kadınına karşı koymanın imkansız oluşudur. He he he...
-- Burda neler oluyor? Karıma ne yapıyorsun?
Kendi gürültülerinden, sokak kapısının açıldığını ve Necmi’nin geldiğini duymamışlardı. Gözlerinde koyu yeşil güneş gözlükleri, elinde arabasının anahtarları ile şaşkın şaşkın yerdeki kadınlara bakıyordu...
Tümünü Göster