façaya bak... saçlarını üç numaraya vuran bir adam neden kirli sakal bırakır ki? façasını gizlemek içindir kesin, yakışmış da ama…
bizim mahalleden olmadığı giyim kuşamından belliydi… beyaz teni, iyi bir adam olduğunu söylese de bakışlarında iyiliğe dair bir şey yoktu… kapkara gözleri, uzun boynu ve uzun boyuyla tam bir heybet şahikası… heybetinden çok façasındaydı gözüm… sakallarıyla gizlemeye çalışsa da belli oluyordu… kim çizmiş ki bunu?
arif, fener görmüş tavşan gibi yerinde sabit, façalı adamın söylediklerini dinliyordu… kulağını adamın ağzına kadar getiriyor, adam konuşurken, o da; anladım mahiyetinde; kafasını, aşağı yukarı sallayıp duruyordu…
arif masasından ayrılırken göz ucundan bana bakmayı da ihmal etmedi… domuz işte, şeytan kalk döv diyor, diyor diyor da o adam kim… beni mi dövdürtecek deyyus, akrabası mı acaba? arif’e de benzemiyor pek… iyi ki esmer değil…
muhsin’e doğru eğilerek,
+muhsin
muhsin, ona doğru eğilmeme karşılık o da gayriihtiyarî bir şekilde eğilerek; “ne oldu” gibi bakış attı…
+yan masaya baksana bi,
-ne oldu
muhsin’le beraber yan taraftaki kirli sakallı, façalı adama baktık, o da bize bakıyordu… acaba muhsin’e ondan bahsettiğimi anlamış mıdır? eşek değil ya anlamıştır… biz ona baktıkça o da bize bakıyordu… en çok da bana… bizi , beni tanımayan biri olsa neden böyle baksın ki? kesin tanıyordur…
+bize bakıyor lan, kim bu
—ne bileyim oğlum, kimse kim
+arif’in tanıdığı…
muhsin arif ismini duyunca dudaklarını sıkarak eğildiği masadan doğruldu… sandalyesine doğru yaslanarak tekrar bana doğru eğildi…
-sana da arife’de başlayacağım şimdi cass, kafa dağıtalım diye geldik oğlum, arif mi konuşacağız yine
+ondan değil lan, tanıyor musun yani
-tanımıyorum dıbına koyim
muhsin, doğrularak sandalyesine yaslandı, tip tip de bana bakıyordu… tipine sıçam muhsin; ben ne diyorum sen ne anlıyorsun…
muhsin sağ eliyle rakı bardağını alarak tokuşturmaya bile gerek yok dercesine kafasına dikti. , rakısından okkalı bir yudum aldı, sanki benim rakım yok, ben de aldım…
+tamam lan,
çok geçmeden sabri abi elinde bir tepsiyle geldi, amerikan salatasını muhsi’nin önüne, diğerlerini de masaya gelişigüzel koydu, mezelerle birlikte bir sepet dolusu ekmek de getirmişti…
muhsin’in masadaki mezelerle uğraşıyor; bense hala arif’e ve adama odaklanmış, onların hareketlerini gözlüyordum…
birkaç dakika sessizlikten sonra muhsin bardağını uzatarak,
—gördün mü merve’yi dedi.
+görmedin sanki
güldü,
+uğraştırıyor beni muhsin, bir tak anlamadım
—haklı kız
+nasıl haklı
—haklı oğlum, bir işin mi var sanki, gece gündüz evdesin, iki gün öncesine kadar insana bile benzemiyordun lan
+…
—bakma lan öyle, o internette tanıştığın karı olmasaydı şu an hala o saç, sakallaydın.. maymundan ne farkın vardı oğlum.
+ne diyon muhsin
—bir iş bul diyorum, kendine çeki düzen ver artık.
+beni seven böyle sevsin muhsin
güldü… rakısından bir yudum daha aldı
—seni seven böyle sevsin
+ayıp oluyor ama ne varmış lan halimde
—ne mi var halinde, daha ne olsun,
+nasıl ne olsun
-söyle lan, en son ne zaman traş oldun?
+konu ne muhsin
-ne zaman
-…
+birkaç gün önce
—ondan önce
+ne anlatıyorsun muhsin, benim traşımı mı konuşacağız
muhsin sustu, gözlerini kısarak bana baktı…
+iyi bayramda
—kurban mı, ramazan mı?
cevap vermedim… rakımdan bir yudum alarak gözlerimi muhsin’in gözlerinden çektim, ne zaman traş olmuşmuşum, nah ayarlarım sana filiz’i… kalpte kıl mı çıkar muhsin, benim yüreğim yakışıklı… saçı, sakalı ne yapacaksın lan… karşımızdaki façalı adama baktım… o da rakı içiyordu… gözleri bizim masada… sen de kimsin dıbına koyayım.
-bayramda, üç ay önce yani,
sağ eliyle beni bana göstererek…
—seni seven böyle sevsin,
+ne oluyor lan
—oğlum merve kavga arkadaşın mı olacak, kahve arkadaşın mı?
+ne diyorsun dıbına koyayım ya
—korkuyor oğlum kız
+kimden
—senden
+ohaaaaa, benden niye korksun ki ne yaptım ben ona
-ona bir şey yaptığından değil
+arif’i dövdüğüm için mi
—başlatma şimdi arif’inden… oğlum çalışmıyorsun etmiyorsun, ayyaşlar gibi ortalıkta geziyorsun, ben olsam ben de korkarım…
+nasıl korkuyor lan, niye korksun ki, sana mı dedi,
-bana niye desin oğlum, seval’e anlatmış, o da bana anlattı
+nasıl yani, korkuyorum mu demiş
-evet
başımı eğdim, rakı bardağını sağ elime alarak, bardağın içine baktım, yarımdı… sağa sola salladım, dalgalanıyordu, bir oraya bir buraya… ben salladıkça o zehir…
seval’e anlatmışsa korkuyordur da neden… benden niye korksun ki? aşk olsun sana merve, ben sana kıyar mıyım, korkulacak adam mıyım… vallahi aşk olsun, ne diyeyim ki ben sana, ben sana bakmaya bile kıyamıyorum sen benden kork… oldu mu şimdi… elimde salladığım rakı bardağını muhsin’e uzatmadan kafama diktim… kirpik ucumdan façalı adama baksam da umurumda değildi artık…
muhsin de içiyordu…
+ne dedi seval, ne anlatmış merve
-ne biliyim ne anlattığını, korkuyormuş dedi seval, ne bileyim; halinden tavrından, her gece içmenden, çalışmamandan falan filan işte...
-ev kızı oğlum o,
+ben neyim muhsin
-kime göre
+nasıl kime göre, felsefenin sırası değil allah’ını seversen ya
-allah’ı karıştırma lan meyhanedeyiz oğlum
+ben kötü biri miyim?
-ne alaka
+o zaman
-ne o zaman
+yani niye sevmiyor da korkuyor
-sevmezse korkar mı, seviyor ki korkuyor
+harbi mi lan, seval mı dedi, seviyor mu beni
-demedi lan öyle bir şey, ben diyorum. ne bileyim yani sevmezse ne diye senle konuşsun ki mal mısın oğlum
+iyi de niye korkuyor o zaman, seven korkar mı ya... hem bana demedi ki hiçbir şey
-ne desin
cevap veremedim, ben muhsin'e, muhsin bana baktı... ne desin... yannan desin muhsin, seviyorum desin, korkuyorum diyeceğine ben de seni seviyorum desin, kaç ay oldu, her akşam yolunu gözlüyorum, bir gülümsemeyle yanımdan geçiyor o kadar, bu mu sevmek... korkuyormuş, ben korkacak adam mıyım?..
sabri ağabey elinde iki tabak, kebaplarımızı getirdi... afiyet olsun'u da ekleyerek tam gidecekken muhsin, sol eliyle sabri ağabeyin koluna dokundu... sağ elini de sağ kulak hizasına zütürerek; işaret parmağıyla birkaç daire çizdi... sabir ağabey, muhsin'in bu hareketine karşılık başını öne arkaya doğru sallayarak omzuna dokundu...
=hadi yarasın
-eyvallah abi
ben de eyvallah mahiyetinde başımı salladım... keşke façalı adamı sorsaydım... anlardı ki adam... anlarsa anlasın, iki kişiyiz burda...
sabri ağabey masamızdan ayrıldıktan birkaç dakika sonra muhsin, elini yumruk şekline getirerek masaya vurdu... bu yumruk, biraz önceki dairelerin mükafatı olarak önce kulaklarımıza sonra da masamısa teşrif eden zeki müren'di...
http://tinyurl.com/d4tt5wm
muhsin'in gözleri kapalı, kulakları müzikte... bazen bana bakarak müziğe eşlik ediyor, bazen de sol bileğindeki seval dövmesine bakıyordu...
+ne yapacağım ben muhsin
-dudaklarımdan ismin, silinmediii, silinmediiiii seneleeerdir... diyerek elindeki boş bardağını önüme koydu...
ben nerdeyim sen neredesin muhsin... tak iç, kendi bardağımı da bardağının yanına koyarak rakıları doldurdum...
-sevemediiimm kimseleriii
+ne yapacağım ben muhsin
-yarın konuşursunuz oğlum hadi
sağ elindeki ucu kalın, dibi sivri bardağı uzattı, ben de uzattım... "zeki müren'e" dedi...
+zeli müren'e…
rakımdan bir yudum alarak masadaki telefonu elime aldım, merve'de mesaj atmamıştı daha.
izin almadı mı acaba... korkuyor muydu, seviyor muydu?.. ya mahsustan izin alamadım derse... telefonu masaya koyarken karşımızdaki adama baktım... gözleri bizim masada... vardı bu adam da bir takluk... sabri abiye sorayım ben iyisi mi...
kebaplarla birlikte iki duble rakıyı midelerimize zulaladık... o süre zarfında muhsin'den yardım istesem de çalışma gerekliliğinden başka akıl alamadım ve fakat ben de her defasında "beni seven böyle sevsin" den başka da cevap vermedim...
muhsin'e tuvalete gidiyorum diyerek masadan ayrıldım, façalı adamla göz gözeydik...