1. 126.
    0
    ankaraya gitmek için hazırlandık beyler.
    babannem son derece titiz bir kadındı. ölmeden önceki zamanlarda-son bir haftasında- bile kendini çok az iyi hissettiği zaman evde temizlik yaptırmıştı da temizlik yapılırken kadına can gelmişti. sonra da çamaşırları alıp ütülemişti, ütüyü kimseye de yaptırmaz kendi yapabiliyoken, düşünün. neyse, annem yine hummalı bir çalışmaya girdi; ütüleme.
    normalde yarım saat sürerken ben ankaraya gitmeden önce yaptığı ütüler iki üç kat daha uzun oluyodu. babannem beğensin diye çok uğraşmıştı kadıncağız.
    sonra yolda yiyeceğimiz şeyleri hazırladılar fatma teyzeyle birlikte.
    ilk defa yanımda annemler olmadan bir yere gideceğim gençler, ben de çok heyecanlıydım. ütü bitsin diye nasıl beklediğimi anlatamam bile size. bir an önce bitsin istiyordum. sanki ütü işi bittiği anda yola çıkıcaktım ya da ankaada olucaktık. herşey ütüye bağlıymış gibi sabırsızlandırıyordu beni bu iş.

    her şeyimiz bittiğinde fatma teyzenin ablasının kocası erkan amca bizi aldı zütürdü otobüse binceğimiz yere. o da polisti. sonradan öğrendiğim kadarıyla kendisi şeyh said in torunu olduğu için kıdemini gerektiği kadar yükseltmemişler sonra yükselttiklernde de muş a göndermişler malatyadan.

    bizi otobüse bıraktı, otobüs hareket edene kadar da bekledi.
    çıkışa doğru gençler, muşun çıkışına doğru otobüsümüzü durdurdular, herkesi aşağı indirdiler. rutinmiş. kimliklerimizi aldılar bazılarının üzerlerini aradılar. bi şey çıkmadı bizi tekrar otobüse bindirdiler, tekrar hareket etti otobüs.

    kaç saat olduğunu hatırlamıyorum gençler ama 24 saate yakın sürüyor muş ankara arası o dönem. tabii durup kontrol edildiğimiz zamanlar çıkarıldığında.

    o 24 saat ankaraya gitmenin sevinci babannemleri görme isteği filan hiç bir şey kalmadı beyler. sebebi otobüsün içindeki ağır kokuydu. nasıl anlatayım, hani sıçarsınız da sonra bir anda yükselir ya sıçtığınızın kokusu, o kokunun daha konsantre halini düşünün. bir kaç kişi de ayakkabılarını çıkarmış. fatma teyze bir şey söyleyemiyo, kelli felli adamlar. e biz bi fatma teyze bi ben.. kimse de bi şey demiyo millet alışmış yolculuklarda..
    sanırım van civarında uyudum o gün. ankaraya geldiğimizde uyandım.

    amcam bizi karşıladı. fatma teyzeyi ailesinin yanına zütürdü sonra birlikte eve geçtik.
    dedem, halam filan beni görünce öyle sevindiler ki beyler.. hele dedeme sarılırken babama sarılıyor gibi sevinçliydim..

    onlar da bir köpek almışlar adını da sadık koymuşlar.
    her ankaraya gittiğimde sadığa ben bakıcaktım öyle anlaştık. daha sık gitmemi istediklerinden tabii. yoksa kocaman köpek küçücük çocuğa emanet edilemez beyler, aksine beni köpeğe emanet ediyolardı zaten.

    ben asenayı da sadığı da gezdirmek istediğimde yaptıkları tek şey tasmayı elime vermek yerine, tasmayı belime dolamak oluyordu işleri.
    birbirinden ayrı iki şehir, iki köpek ama aynı muamele.
    allahtan köpekler huysuz filan değilllerdi de hiç koşmamışlar..

    babannemlerde bir kaç gün geçtikten sonra evde bir toparlanma havası oldu beyler.
    veteriner gelicekmiş, sadığa kimlik filan mı ne vericekler. o dönemin şartlarını tam bilmiyorum, küçüktüm.

    neyse iki kişi geldi. başladılar soru sormaya dedemlere, aşılarla ilgili filan.

    sonra köpeğin annesini babasını sordular.
    dedemler de acıdıklarından almışlar köpeği nereden bilsin hayvanın şeceresini.
    adam önce dedeme sonra babanneme adını sordu. köpeğin babası diye dedemin adını, annesi diye babannemin adını yazmış. sonra köpeğin adını sordu, sadık dediler. yandaki adam güler gibi oldu bayağı.

    sonra evraklarını hazırlayıp mührü bastıktan sonra gittiler. tabii biri gülmemek için hala kendini tutuyodu, kızarmıştı resmen.

    pek anlam veremedik ama sonradan ortaya çıktı mührü okuyunca gençler.

    köpeğin şeceresine bizimkilerin ismini yazan adamın ismi de sadıkmış.
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster