+2
-1
besıktasa buyuk degıl dıyen huur cocukları buraya bak,
Herşey Jupp Derwall ile başladı. Müthiş bir kadro yapmışlardı Almanya Milli Takımı eski teknik direktörüne. Arif, Semih, Simoviç…
Yapmaya mecburdu, çünkü sarı-kırmızılı taraftarlar artık “kardeş takım” dedikleri Beşiktaş’ın maçlarına gidiyorlardı 13 yıl şampiyon olamadıkları için. inönü stadının tribünleri nerdeyse 3’de biri cimbom formalı taraftarlar ile doluyordu.
Başarılı olamadı Derwall ilk başlarda. Hatta gitmeyi bile düşünmüştü yenilmeden şampiyon olamadıkları sene. Günahı söyleyenlerin boynuna, araya Kenan Evren girmiş, Derwall’in gitmesinin futbolumuzdaki gelişmeyi durduracağı endişesi hakim olmuştu kamuoyuna.
Bir sonraki sene de Beşiktaş yenilgisiz şampiyon olamamıştı nedense.! Hatta o seneler ligde başkent Ankara’nın takımı olmadığından bir kural değişikliği ile Türkiye Kupası’nı kazanan Ankaragücü ile de tanışmıştık. O zamanlar öyleydi işte.
Daha sonra kirlendi biraz hayatımız. Hamburgerle, papatyalarla, hasbahçelerle tanıştık. Dallas, Flamingo Yolu, Şahin Tepesi seyreder olduk. Hepimiz birden Ceyar kesildik, Cliff Barnes zayıfı temsil ediyordu, oyun kuramıyordu çünkü.
O yıllarda en iyi Ceyar’lar Ali Şen ile Ergun Gürsoy’du. O dönemlerde ülkesinde milli olmamış bir futbolcunun transferine izin verilmediğinden 5-10 ebadlarındaki Yugoslav Begoviç için milli maç bile ayarlamıştı Ali Şen. Beşiktaş’ta ise Cliff Barnes türevi yöneticilerin içinden sadece ihsan Kalkavan sivrilmiş Süleyman Seba’ya toslayana kadar çıraklığını henüz tamamlamamıştı bile. Hazretlerinin en önemli başarısı Polonya’lı sıradan bir futbolcu Zeyer’i bir gece yarısı operasyonu ile kaçırması ve bizlere Boniek diye yutturmasıydı.
Şike, teşvik, şaibe ile de o yıllarda tanıştık.
Önce Malatyaspor faciası ile karşılaştı Beşiktaş. Doğan görünümlü Şahin değil, gerçek Doğan’larla takviyeli Malatyaspor şampiyonluğu renkdaşlarına vermişlerdi.
Sonra da eski kalecileri Zalad’a tosladı Karakartallar. Yeteri kadar gol yedi Yugoslav kaleci Ankaragücü seyircisinin gözlerinin içine baka baka.
Denizlispor maçını kesin hatırlıyordur Sinan Engin. ismi lazım değil Denizlisporlu bir futbolcu, Beşiktaş kalecisi “Uçan Bidon Jurkoviç”i uzaktan avlayarak şampiyonluğu Beşiktaş’tan alıp G.saray’a vermişti. Aynen şampiyonluğu Daum’dan alıp Gerets’e verdiği gibi. Sinan Engin o maçta golü atan futbolcuyu kovalamış ama o yıllarda da kilolu olduğundan yakalayamamıştı.
işte Süleyman Seba o zaman patladı. “Şerefli ikincilik” literatürümüze girdi. Yine de başı dik dolaşıyordu Beşiktaş seyircisi. Aynen Türk filmlerindeki klişe gibi “fakir ama mutlu” edebiyatı ile.
Şampiyon olmadı mı peki o yıllarda Beşiktaş? Oldu, ama bileğinin hakkıyla. Zaten Metin, Ali, Feyyaz, Rıza, Ziya, Şifo, Gökhan, Ulvi, Kadir, Recep’li kadroyu Gordon değil teyzem de çalıştırsa şampiyon yapardı açıkara.
Daha sonra seyirci önce Gordon’dan sonra Seba’dan sıkıldı. Fakat arada yeşillik benzeri başarılar dışında bir varlık gösteremediler. Rasim Kara – Fatih Terim yarışına da “her şeyi bilen adam” Ahmet Çakar müsaade etmemiş, şampiyonluk maçında önce Amokachi’yi haksız yere oyundan atıp son dakikada da Hakan Şükür-Alpay mücadelesine penaltı çalarak ibreyi “kanka”sından yana bozmuştu.
Çook şampiyonluk kaybetti Beşiktaş çookk. işin garibi en çok şampiyonluğu da, “kardeş takım” G.Saray’a kaybetti.
F.Bahçe hüpletmedi mi diye soracak olursanız; orası biraz alengirli işte. Ergenekon itirafçılarına konu oluyor şu günlerde. Tek bildiğim 2004 yılında kaçan şampiyonluğun F.Bahçe hanesine yazıldığı gerçeğidir. Hala aklım almıyor. Bir takım ligin ilk yarısında açık ara önde iken, ligin çok üzerinde futbol oynuyor iken, ikinci yarıda küme düşen takımdan daha az puanı hangi mazeretlere sığınarak ancak toplayabildiğini hala anlayamıyorum.
O yüzden olsa gerek şike davasında G.Saray’ın sütten çıkmış ak kaşık söylem ve davranışları müthiş komiğime gidiyor.
fenere hıc degınmıyorum zaten sıke nerde fener orada dıbına kodumun cocukları
serefımızle heryerde her zaman en buyuk BEgibTAS
Tümünü Göster