1. 1.
    0
    XI
    Varıp dayandığımız sonuç: En iyisi hiçbir sey yapmamaktır. Bir köseye çekilip, seyirci
    kalmaktan iyisi var mı? Onun için yasasın yeraltı! Normal insanı ölesiye kıskandığımı
    söyledim, gördüğüm kadarıyla gene de onların durumunda olmak istemem. (Kıskanmaktan
    geri durmayacağım gene de... Ama hayır, hayır, ne olursa olsun yeraltı daha kazançlı!)
    Orada hiç olmazsa insan... Eh!.. Simdi bile yalan söylüyorum. Yalan, çünkü iyi olanın yeraltı
    değil, özlemini duyduğum, ama bir türlü elde edemediğim baska, bambaska bir sey
    olduğunu iki kere ikinin dört ettiği gibi biliyorum. Cehenneme kadar yolu var yeraltının!
    Ah, simdi suraya yazdıklarımın bir bölümüne bari inansam baska ne isterdim! Yemin ederim
    ki, beyler, su çiziktirdiklerimin bir sözcüğüne bile inanmıyorum. Daha doğrusu belki
    inanıyorum, ama bir yandan da nedense her sözümün yalan olduğunu hissediyor, kuskular
    içinde kıvranıyorum.
    - Öyleyse ne diye yazdınız bunları? diyeceksiniz.
    - Đssiz-güçsüz olarak sizi de yeraltına sokup, kırk yıl sonra "Durumunuz nicedir?" diye
    sormaya gelsem, sizin karsılığınız ne olurdu? Đnsan kırk yıl tek basına, issiz-güçsüz bırakılır
    mı, efendim?
    Basınızı hor görürcesine sallayarak, belki de,
    - Bu ne utanmazlık, bu ne alçaklık! diyeceksiniz. Yasamaya susadığınız halde, dolambaçlı
    mantık yollarıyla yasam sorunlarını tartısmaya kalkısıyorsunuz. Hem sırnasık, küstahça
    davranıslarda bulunuyorsunuz, hem de korkudan ödünüz patlıyor. Saçmaladığınız zaman
    keyfinize diyecek yok, ama küstahlığa basladınız mı, hemen ürküyor, özür üstüne özür
    diliyorsunuz. Bir yandan bize korkmadığınızı söylüyor, öte yandan yaltaklanmaktan geri
    durmuyorsunuz. Bizi hıncınızdan dislerinizi gıcırdattığınıza inandırmaya çalısırken güldürmek
    için nükteler savuruyorsunuz. Nüktelerinizin bayat olduğunu bilmiyor değilsiniz, ama
    tasıdıkları edebi değer dolayısıyla da pek sevinmis görünüyorsunuz. Belki gerçekten acı
    çektiniz, fakat çektiğiniz acılara hiç mi hiç saygınız yok! Söyledikleriniz doğru olmakla birlikte
    efendilik ekgib sizde, gururunuz yüzünden, ufacık bir seyi sorun yapıp içinizdeki gerçeğin
    ipliğini pazara çıkarıyor, değerini bes paralık ediyorsunuz. Bir seyler söylemek istediğiniz
    anlısılıyor, fakat korkudan son sözleri geveleyip duruyorsunuz. Açık konusacak kadar kararlı
    değilsiniz, ürkekçe bir küstahlık sizinki. Anlayısınızla övünüyorsunuz, bir yandan da
    ikircimlerle (tereddütlerle) dolusunuz; çünkü kafanız islediği halde yüreğiniz kötülük
    batağına gömülmüs; oysa yüreği temiz olmayanın anlayısı da kıttır. Ya o küstahlığınız,
    sırnasmanız, kırıtmalarınız! Yalan, yalan, hepsi yalan!
    Yukarıdaki sözlerinizi de ben uydurdum kuskusuz. Onlar da yeraltından çıkmadır. Kırk yıldır
    kapı aralığından konusmalarınızı dinlemekteyim. Kafam hep böyle seylerle dolu olduğu için
    uydurmak da kolay oluyor. Ezbere bildiğim bu sözlere edebi bir biçim verdim, o kadar...
    Peki ama bütün bunları yayımlayarak üstelik bir de sizlere okutacağımı düsünecek kadar ağır
    baslılıktan yoksun musunuz? Sonra, bir sorun daha var: Sizlere niçin "beyler, efendiler,
    okurlarım!" diye sesleniyorum? Az sonra yazacağım itiraflar ne yayımlanabilir, ne de
    baskalarına okutulur türdendir. En azından ben kendimde bu güveni bulamıyorum, hem
    bulsam ne çıkar!.. Fakat ne yaparsınız ki, içime bir heves düstü, ben de bu hevesi
    gerçeklestirmeye çalısacağım. Durum su:
    Her insanın anılarında herkese söyleyemeyeceği, ancak dostlarına açabileceği seyler vardır.
    Hatta dostlarına bile açılamayacak, gizli kalması kosuluyla yalnız kendi kendimize itirafta
    bulunacağımız durumlar olur. Ama bir de öyleleri vardır ki, kendi kendimize bile açmaktan
    korkarız. Her aklı basında insanın dağarcığında bile böyleleri yığınla bulunur. Daha doğrusu,
    insan aklını basına topladıkça bunların da sayısı artar. Geçenlerde, eski serüvenlerimi
    kafamda söyle bir toparlayayım diye karar verdiğim halde simdi bir türlü yapamıyor, büyük
    bir tedirginlikle çoğunu geçistirmeye çalısıyorum... Yalnız anımsamakla kalmayıp, bunları bir
    de yazmaya karar verdiğim su anda bir deneme yapacağım. Đnsan hiç olmazsa kendi
    kendisiyle içli-dıslı olabiliyor, gerçekleri çekinmeden söyleyebiliyor mu? Sırası gelmisken
    belirteyim; Heine, doğru bir özgeçmis (otobiyografi) yazmanın mümkün olmadığını, insanın
    kendisi hakkında bir sürü yalan söylemeden edemeyeceğini ileri sürer. Heine'ye sorarsanız
    Rousseau Đtiraflar'ında yalan üstüne yalan kıvırmıs, üstelik bunları gururu yüzünden bile bile
    yapmıstır. Heine'nin haklı olduğuna inanıyorum; insan salt gururu yüzünden cinayet
    yalanlarına dek bulastırabilir kendini, böyle bir gururun ne menem bir sey olduğunu da pek
    iyi biliyorum. Ama Heine, toplum önünde içini döken birinden söz ediyordu. Oysa ben kendim
    için yazıyorum, okurlarımla konusmakla, bana da kolay gelen, alısılmıs bir yazı biçimine
    uymus oluyorum; bunu bir kez daha, açıkça belirtirim. Bütün yaptığım, pek de gerekli
    olmayan bir geleneğe bağlı kalmaktır, yoksa okurlarım olmayacak hiçbir zaman. Yukarda da
    söyledim ya...
    Anılarımın düzenine aldırıs bile etmeyeceğim. Aklıma nasıl gelirse öylece kâğıda
    aktaracağım.
    Ama sözlerime takılarak "Gerçekten okurlarınız olmayacağını öngördüğünüze göre, ne diye
    kendinize, hem de kâğıt üstünde birtakım kosullar ileri sürüyor; tertip, düzen düsünmeden,
    aklınıza geldiği gibi yazacağınızı söylüyorsunuz? Bu açıklamayı yapmanızın, üstelik bir de
    ezilip büzülmenizin sebebi ne olabilir?" diyeceksiniz.
    Buna:
    - Ne bileyim ben! diye karsılık vereceğim.
    Hayli karısık bir konudur bu. Belki ödleğin biriyimdir de ondan böyle yapıyorum. Belki de
    yazarken daha ciddi olmak için gözümün önüne okurları getirmek istiyorum. Sebep mi
    ararsınız!
    Bir nokta daha var: Neden anılarımı ille de yazmak istiyorum? Okurlar için olmadığına göre,
    anılarımı kâğıda dökmeden, zihnimden geçirmekle yetinemez miydim?
    Orası öyle, ama anılarım kâğıt üzerinde daha bir görkemli duruyor. Böylece etkisi daha da
    artacak, kisiliğim üstünde daha doğru bir yargıya varabileceğim; buna bir de üslup güzelliği
    eklenecek. Ayrıca, içimi dökmekle belki rahatlayacağım. Sırası gelmisken söyleyeceğim, eski
    bir anım var ki, su sıralar canımı sıkıp duruyor. Geçenlerde birden kafama takıldı, o günden
    beri de, hep kulağımda çınlayan hüzünlü bir müzik parçası gibi, bir türlü aklımdan çıkmıyor.
    Peki ama, ondan kurtulmam da gerekli. Böyle anıların yüzlercesi var bende, zaman zaman
    bunlardan bir tanesi üste çıkarak beni bunaltmaya baslıyor. Yazmakla bunlardan
    kurtulacağıma inanıyorum nedense. Bir kez denesem ne çıkar?
    Üstelik, issiz güçsüz, otura otura sıkıntıdan patlayacağım! Anı yazmak da bir çesit istir.
    Çalısmakla insanın iyi ve namuslu olacağını söylerler. Hiç olmazsa bu da bir sans...
    Bugün kar yağıyor; sarı, bulanık, sulu sepken gibi bir sey. Dün de, daha önceki günler de
    yağdı. Beni rahatsız edip duran o olay sulu sepken yüzünden kafama takılmıs olsa gerek.
    Öyleyse bu da sulu sepken üstüne bir anı olsun.
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster