1. 1.
    0
    Daha deniz görmemiş bir çoban çocuğuyum.
    Bu dağların eskiden aşinasıdır soyum.
    Bekçileri gibiyiz ebenced buraların,
    Bu tenha derelerin, bu vahşi kayaların
    Görmediği gün aynı pınardan doldurup testimizi
    Kırlara açılırız çıngıraklarımızla.
    Okuma yok, yazma yok, bilmeyiz eski yeni,
    Kuzular bize söyler yılların geçtiğini,
    Arzu, başlarımızdan yıldızlar gibi yüksek;
    Önümüzde bir sürü, yanımızda bir köpek,
    Dolaştırıp dururuz aynı daüssılayı.
    Anam bir yaz gecesi doğurmuş beni burda,
    Bu çamlıkta söylemiş son sözlerini babam;
    Şu karşıki bayırda verdim kuzuyu kurda,
    "tangarlee"min başka köye gelin gittiği akşam,
    Gün biter, sürü yatar ve sararsan bir ayla,
    Çoban hicranlarını basar bağrına yayla.
    Kuru bir yaprak gibi kalbini eline al,
    Diye hıçkırır kaval:
    Bir çoban parçasısın, olmasan bile koyun,
    Daima eğeceksin başkalarına boyun;
    Hülyana karışmasın ne şehir, ne de çarşı,
    Yamaçlarda her akşam batan güneşe karşı
    Uçan kuşları düşün, geçen kervanları an,
    Mademki kara bahtın adını koydu çoban!
    Nasıl yaşadığından, ne içip yediğinden,
    Çıngırak seslerinin dağlara dediğinden
    Anlattı uzun uzun.
    Şehrin uğultusundan usanmış ruhumuzun
    Nadir duyabildiği taze bir heyecanla,
    Karıştım o gün bugün bu zavallı çobanla
    Bingöl yaylalarının mavi dumanlarına,
    Gönlümü yayla yaptım Bingöl çobanlarına.
    ···
   tümünü göster