1. 1.
    0
    tamam yavrum,

    meteli̇ği̇mi̇z yok; ama yağmurumuz var

    sera etkisi deyin ne derseniz deyin
    eskisi gibi yağmıyor işte yağmur.
    özellikle büyük kriz zamanındaki
    yağmurlar geliyor aklıma.
    kuruş para yoktu ama bolbol
    yağmur vardı.
    öyle bir gece veya bir gün
    değil,
    7 gün ve 7 gece
    yağardi
    ve los angeles'in yağmur ızgaraları
    bu kadar çok yağmuru emebilecek
    şekilde yapılmamıştı
    ve yağmur kalin
    ve kararli
    ve düzenli̇ yağardı
    ve damlaların çatılara çarpışını
    oradan da oluk oluk
    toprağa akışını duyardiniz
    ve dolu,
    büyük buzdan kayalar
    patlayan
    oraya buraya saçılan havada uçuşan;
    ve yağmur
    kısaca
    durmazdi
    ve bütün çatılar akardı -
    evin her tarafına
    tencereler,
    kapkacaklar serilir
    tip tip sesleri bütün eve yayılırdı;
    ve kaplar boşaltılır,
    boşaltılır
    ve tekrar boşaltılırdı.
    kaldırımların üstünden geçerdi yağmur,
    bahçelerin içinden; ve merdivenleri tırmanıp
    evlere girerdi.
    el bezleri vardı, banyo havluları,
    ve yağmur genelde
    tuvaletlerden girerdi: köpüre köpüre, kahverengi, küçük girdaplarla
    ve külüstür arabalarla dolu olurdu sokaklar
    güneşli bir günde
    marş basmayan arabalarla,
    ve işsiz adamlar
    sanki canlılarmış gibi duran o eski arabaların
    can çekişmelerine bakarlardı
    pencereleri önünden;
    işsizler,
    yenik bir zamanın yenik insanları
    hapsolurdu evlerine
    karıları ve çocukları
    ve kedi köpekleriyle.
    kediler ve köpekler
    dışarı çıkmamak için diretir
    evin garip garip yerlerine
    pisliklerini bırakırlardı.
    işsiz adamlar
    bir zamanlar güzel olan karılarıyla
    evde tıkılıp kalmış olmaktan
    çıldırırlardı.
    korkunç tartışmalar yaşanırdı
    haciz ihtar mektupları
    kondukça posta kutularına.
    yağmur ve dolu, bezelye kutuları,
    yavan ekmekler; kızarmış
    yumurta, rafadan yumurta, haslanmış
    yumurta; fıstık ezmesi
    sandviçleri, ve her tencerede
    görünmez bir tavuk.
    babam, kesinlikle iyi biri olmayan babam
    her yağmurda, en iyi ihtimalle,
    annemi döverdi,
    kendimi üzerlerine atardım,
    bacaklar, dizler,
    çığlıklar
    ta ki
    birbirlerinden
    ayrılana kadar.
    "gebertic'em seni, " bağırırdım "bi' kez
    daha vurursan ona öldürürüm seni!"
    "çabuk bu huur çocu'unu
    çıkar burdan!"
    "hayır, henri, annenin
    yanında kal!"
    evet, bütün evler kuşatma altındaydı
    fakat sanırım bizim evdeki dehşet
    ortalamanın üstündeydi.
    ve geceleri
    uyumaya çalıştığımızda
    yağmur yağmaya devam ederdi
    ve karanlıkta
    suların odama girmemesi için
    cesurca direnen penceremden
    ayın yağmur sularıyla bulanık
    görüntüsünü seyrederken
    nuh'u hayal ederek
    ve gemisini
    tekrar oluyor galiba
    diye düşünürdüm.
    hepimiz düşünürdük
    bunu.
    ve sonra, birdenbire,
    dinerdi yağmur.
    galiba hep
    sabaha doğru
    5, 6 sularında dinerdi,
    huzur çökerdi her yere,
    ama tam bir sessizlik değil
    çünkü hala devam ederdi
    tip
    tip
    tip
    sesleri
    ve sonra sis ve duman
    dağılırdı
    ve sabah 8'de
    gözleri kamaştıran sapsarı bir güneşışığı
    düşerdi yeryüzüne,
    van gogh sarısı -
    çılgın, köredici!
    ve ardından
    sağanaktan kurtulan
    çatı olukları
    güneş altında
    genleşmeye başlardı:
    peng! peng!peng!
    ve herkes kalkıp dışarı bakardı
    hala yağmuru içine çeken
    bahçeler
    hiç bu kadar yeşil olmamış
    bir yeşil içinde
    ve kuşlar
    bahçelerde
    deli gibi cıvıldayan kuşlar,
    7 gün 7 gecedir
    yere konup da
    adamakıllı bir şey yiyememiş
    tohum yemekten
    bıkmış kuşlar
    solucanların
    toprak üstüne çıkmasını beklerlerdi,
    yarı boğulmuş solucanların.
    kuşlar solucanları önce topraktan çekip
    havaya kaldırır
    sonra da midelerine indirirlerdi;
    karatavuklar ve serçeler olurdu.
    karatavuklar serçeleri uzaklaştırmaya
    çalışır
    ama serçeler,
    açlıktan delirmiş,
    daha küçük ve çabuk,
    kendi paylarını
    kotarırlardı.
    erkekler verandada durur
    sigaralarını içerlerdi,
    şimdi kapı kapı dolaşıp
    büyük olasılıkla hiç bir kapı ardında
    bulamayacakları bir
    iş arayacaklarının,
    büyük olasılıkla çalışmayacak arabalarını
    çalıştırmaya uğraşacaklarının
    bilincinde.
    ve bir zamanlar güzel olan
    karıları
    banyoya girer
    saçlarını tarar,
    makyajlarını yapar,
    dünyalarını tekrar
    biraraya getirmeye çalışırlardı,
    onları saran korkunç mutsuzluğu
    unutmaya çalışarak,
    kahvaltı için
    ne hazırlasam diye
    telaşlanarak.
    ve radyo
    okulların
    açıldığını söylerdi.
    ve
    ardından
    işte ben
    yine okul yolundaydım,
    yollarda kocaman
    su gölcükleri,
    tepemde yeni bir dünya gibi
    güneş,
    evde annemler,
    okula
    zamanında vardım.
    bayan sorenson bizi
    "bugün tenefüs yok,
    yerler çok ıslak"
    diyerek karşıladı.
    çocuklar "aof"
    bağırdı bir ağızdan.
    "fakat tenefüs saatinde
    çok farklı birşey
    yapacağız," dedi,
    "ve çok zevkli
    bir şey!"
    hepimiz merak ettik
    bu çok zevkli şeyin
    ne olduğunu
    ve o iki saat
    bayan sorenson
    dersini anlatmaya
    devam ederken
    bir türlü geçmek bilmedi.
    küçük kızlara baktım,
    çok tatlı ve temiz ve
    dikkatli görünüyorlardı,
    uslu ve dik
    oturuyorlarken sıralarında
    ve saçları
    kaliforniya
    güneşi altında
    çok güzeldi.
    sonra tenefüs zili çaldı
    ve hepimiz eğlenceyi
    beklemeye koyulduk.
    ardından bayan sorenson sınıfa seslendi:
    "şimdi ne yapacağız
    biliyor musunuz, birbirimize
    yağmur sağanağı sırasında
    neler yaptığımızı anlatacağız!
    en ön sıradan başlayıp
    arka sıralara doğru devam edeceğiz!
    hadi michael, sen başla!... "
    ve hepimiz
    hikayelerimizi
    anlatmaya başladık, michael başladı
    ve herkes sırayla kalkıp devam etti,
    ve sonra farkettik ki
    hepimiz yalanlar söylüyorduk, tamamen
    yalan sayılmaz ama
    çoğunlugu yalandı
    ve oğlanlardan bazıları pis pis
    gülmeye başladığında kızlar onlara
    kötü bakışlar fırlattı ve
    bayan sorenson "tamam!" diye bağırdı
    "tam bir sessizlik istiyorum!
    siz merak etmeseniz de
    ben
    neler yaptığınızı
    öğrenmek istiyorum!"
    böylece biz de hikayelerimize
    devam ettik
    ve hepsi de hikayeydi.
    bir kız gökkuşağı
    ilk çıktığında bir ucunda
    tanrı'nın yüzünü
    gördügünü söyledi.
    bir tek hangi ucu olduğunu söylemedi.
    bir oğlan oltasını
    pencereden sarkıtıp
    bir balık yakalayıp
    kedisini
    beslediğini söyledi.
    hemen hemen herkes
    bir yalan uydurdu.
    gerçek
    fazla acı
    ve utandırıcıydı.
    sonra zil çaldı
    ve tenefüs bitti.
    "teşekkür ederim," dedi bayan
    sorenson, "hepsi çok
    hoştu.
    yarına kadar
    yerler
    kurur ve
    kullanılabilecek
    hale gelir."
    çocuklardan bir
    gürültü koptu.
    küçük kızlar
    dimdik ve uslu
    oturuyorlardı,
    çok tatlı ve
    temiz ve
    dikkatli,
    saçları dünyanın bir daha
    asla göremeyeceği bir güneşin
    ışıkları altında
    çok güzel
    görünüyordu.
    ve



    charles bukow
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster