0
panpa iyi diyosun güzel diyosun haklısın ama
Erkek bilinçdışının –haz ilkesinin- kendini en ele verdiği yerlerden biri fantezi tecavüz öyküleridir. Anlatan ismini de vermediği –yani simgesel düzende var olmadan dile gelebildiği için gerçeklik ilkesi –üst/toplumsal benlik- tamamen devre dışı kalır ve bilinçdışı en saf haliyle sözcüklere bürünür. Burada dikkatimizi çeken en önemli olgu, tecavüz edilen kadın bir bakire dahi olsa, o güne kadar erkeklerle hiç ilgilenmemiş hatta açıkça frijit ya da lezbiyen dahi olsa ona yakıştırılan sıfat hep aynıdır: huur!
Burada artık kelime sözcük anldıbını çoktan aşmıştır. “huur” en dar anlamıyla erkeklerle para için beraber olan ya da en geniş anlamıyla bir kadının yalnızca zevk için istediği erkeklerle beraber olması demek değildir. Erkeğin bilinçdışı kadını –Heidegger terminolojisiyle ifade edersek bir Dasein olarak- yani bir var olan olarak herhangi bir eyleme ya da iradeye bağlı kalmaksızın “huur” olarak görmektedir. Gerçekte tüm kadınlar “huur” olarak, yani yalnızca sex yapmak için, tasarlanmıştır ancak bunların büyük bir kısmı kendilerinin “sosyal” bir varlık olduğunu zannetmektedir! (Genel anlamda bir tür olarak homosapiens’in sosyal bir varlık olup olmadığı sorununu sonraki yazımızda ele alacağız) Böylece tecavüzcü, arkasına aldığı haz duygusuyla kadına “ne olduğunu”, kendiliğindenliğini ya da özünü hatırlatır ve direnmemesini söyler. Ve burada ilginç olan kadın başlangıçta ne kadar direnirse dirensin bir süre sonra –bu öykülere göre- haz duymaya başlayacaktır. Tecavüzcü –aslında eyleminden dolayı böyle bir derdi olmamasına rağmen- kendini böylece haklılaştırır. Kadının bu dünya da tek bir varoluş amacı vardır, o da erkeklerle sex yapmaktır. Bu durumda Lacan’ın dediği gibi kadın yoktur, kadın erkeğin semptomudur. Yani diyalektik olarak erkeği ortadan kaldırdığımızda kadın da ortadan yok olacaktır…
Peki işin aslı nedir?
Filogenetik/soyoluşcu açıdan baktığımızda tüm canlılar da olduğu gibi kadın da bir “üreme/kopyalama makinesi” olarak tasarlanmıştır.
“Bizler yaşamkalım makineleriyiz, genler adıyla bilinen bencil molekülleri körü körüne korumak için programlanmış robot araçlarız”
Gen Bencildir (Richard Dawkins)
Aslında evrimsel açıdan dişinin tek görevi sahip olduğu DNA’ları korumak ve onları bir sonraki türe aktarmaktır. Aktardıktan sonra da aktardığı türü koruyup onun da kendi genlerini aktarabilme olgunluğuna erişmesine –canlılar arasında en uzun çocukluk dönemini homo sapiens yavrusuna aittir- yardım eder. Tüm ömrünün amacı budur.
“DNA canlılar yararlansın diye var değil, DNA yararlansın diye canlı organizmalar var. (…) Her organizma, DNA iletilerinin jeolojik ömürlerinin ufacık bir kısmını geçirdiği bir araç olarak görülmelidir.” Sf: 161-162, Kör Saatçi (Richard Dawkins)
Yani cinsellik de yaşanan “haz” bu işten keyif alınsın diye değil, türün devdıbını sağlamada bir motivasyon görevini görmektedir. Ancak dişi ve erkeğin soy oluş süreçleri son derece farklıdır. Önceki evrim yazılarımızdan hatırlayalım:
Dünyanın ilk koşullarında henüz bir açlık krizi ve buna bağlı bir seçilim baskısı yokken, canlılar kendi kendilerine bölünerek (eşeysiz) çoğalıyordu ve bu bir sorun yaratmıyordu. Ancak çevre koşullarının değişmesi, canlılığın devamı ve çevreye uyum için daha karmaşık türlerin gerekliliği ilk eşeyli hücreleri ortaya çıkardı. Başlangıçta tüm eşey hücrelerinin kabaca aynı büyüklükte ve karşılıklı değişebilir olduğu tahmin ediliyor. Yani herkes herkesle hücrelerini değiş tokuş ederek üreyebiliyordu. Öte yandan mutlaka bunlardan bir kısmı diğerlerine göre birazcık daha büyük olmalıydı. Büyük olanların diğerlerine göre bir avantajı olacaktı çünkü dölütüne daha büyük miktarda yiyecek verecekti. Canlılarda hem başlangıçta hem de halen pek çok yerde “dişi yatırımı” daha verimli sonuçlar doğurduğundan, sadece dişilik ile bile hayat devam edebilir ve etmektedir de. Böylelikle doğal seçilim büyük gametler (yani dişiler) lehine gelişti, onlar çoğaldı. Ancak bir bit yeniği ortaya çıktı. Ortalamadan daha küçük gamet üreten bireyler (erkekler) küçük ve hızlı hareket edebildikleri için kolayca büyük gametlerle (dişilerle) birleşebildiler ve doğal seçilim aynı zamanda küçük olan ve birleşmek için etkin bir biçimde büyük hücreleri arayan eşey hücreleri lehine de gelişmiş oldu. (Bkz. Kadınlar Neden Süslenir ) Ancak buradaki asıl püf noktası erkeğin üreyebilmek için mutlaka bir dişiye ihtiyacı varken, dişinin buna ihtiyacı olmamasıdır.
Yani başlangıçta dişi vardı ve dişinin de erkeğe ihtiyacı yoktu. Çünkü yalnızca dişilikle bile hayat devam edebilmektedir. Örneğin bugün hala sülüksü rotatorlar 360’a varan türüyle her biri yalıtık bir dişidir ve birbirleriyle çiftleşmektedir. Sülüksü rotatorların özelliği, doğada böyle yaşayan pek çok tür olduğu halde hiçbiri bu kadar zengin bir tür yaratmamıştır. Çünkü aslında türlerin zenginliğini yaratan ve gen havuzları oluşturan eşeyli üremedir. (Ataların Hikayesi, R. Dawkins sf: 428-437)
Burada bu tarz bir üremenin mi yoksa eşeyli üremenin mi evrimsel açıdan daha “karlı” olduğu sorununu tartışma dışı bırakıyoruz.
Bu bilgiler ışığında yeniden konumuza döndüğümüzde sosyolojinin nasıl da bizi yanlış yönlendirdiğini görmekteyiz. Örneğin “Patasana” isimli romanında Ahmet Ümit şöyle yazar: “(…) Ama kadınlar için durum daha vahimdir. Çünkü anaerkil dönemde pek çok sevgilisi olan kadın, ataerkil dönemde bir erkeğin malı olarak evine hapsedilmiştir. Onun gözünün de komşunun kocasında, oğlunda kalmasından daha doğal ne olabilir?” (sf:301) Yani Ahmet Ümit’de aslında kadın özünde “huurdur” ama erkek egemen toplumun baskısı yüzünden bunu içine bastırır ama gözü “doğal olarak!” dışarıdadır demektedir.
Peki ya erkekler kimdir?
Düşünceyi şu şekilde ilerletelim: Eğer tüm kadınlar “huurysa” o zaman erkekler nedir? Sorunun yanıtı aslında çok açıktır: Bu durumda tüm erkekler de “sapık”tır! Aslında homo sapiens erkeklerinin “sapık” olmasıyla ilgili evrimsel biyolojinin elinde epey bir veri var. Örneğin tüm canlılar yılın belli bir dönemi çiftleşirken homo sapiens erkeği yılın herhangi bir günü çiftleşebilmektedir. Dahası Terry Eagleton’un Freud yorumu da bunu desteklemektedir:
“Cinsellik başta biyolojik içgüdüden ayrılamayan ama artık kendini bu içgüdüden farklılaştırarak belli bir özerklik elde eden bir dürtü olarak doğmuştur. Freud’a göre cinselliğin kendisi bir “sapıklık”tır – kendini korumaya yönelik doğal bir içgüdüden “uzaklaşarak” başka bir amaca yönelmektir.” Terry Eagleton (Edebiyat Kuramı, sf:191)
Burada “sapık” sözcüğünü klinik anlamda yani –Pgibanalizin tanımıyla- imkansız olan Büyük Öteki’nin hazzına ulaşmak isteyen kişi şeklinde tanımlamıyoruz. Sapıklık aslında bir sapmadır. Örneğin kişi aşık olduğu kişi için kendi hayatını çekinmeden verebilir. Freud’a göre cinselliğin bizzat kendisi “sapıklık”sa o zaman da cinsel ilişki isteyen, talep eden hayal eden, yapan vb. tüm erkekler “sapık”, bunu isteyen tüm kadınlarsa “huur” olmalıdır. Fakat evrimsel biyoloji kadın için geçerli olan şeyin erkek içinde geçerli olmadığını göstermektedir.
Erkeğin nasıl oluştuğunu yeniden hatırlayalım:
“iki izogamet birleştiğinde, yeni bireye her ikisi de eşit sayıda gen ve eşit miktarda yedek besin verir. Sperm ve yumurta da eşit sayıda genle katkıda bulunur, ancak yedek besin sağlama açısından yumurtanın katkısı daha fazladır. Aslında bu açıdan spermlerin hemen hemen hiç katkısı yoktur ve yalnızca genlerini mümkün olduğunca uzağa zütürebilmeyi düşünürler. Bu yüzden de, cinsel birleşme sırasında baba payına düşenden (yani yüzde 50) daha az kaynak yatırımı yapar. Her sperm çok küçük olduğundan, bir erkek her gün bunlardan milyonlarcasını üretebilir. Bu, değişik dişiler kullanarak, kısa bir zamanda oldukça fazla sayıda çocuk sahibi olma potansiyeli taşıdığı anldıbına gelir. (…) Böylelikle, bir dişinin sahip olabileceği çocuk sayısı kısıtlı, ancak bir erkeğin sahip olabileceği çocuk sayısı sınırsız olur. Dişinin kullanılması burada başlıyor.” Gen Bencildir, sf: 235-236
Tümünü Göster