1. 26.
    0
    DÜNYANIN EN BÜYÜK DONANMASI

    Derhal istanbul Tersanesi'ne koştum. Devletin birçok liman şehrinde tersanesi vardı. Ama büyüğü, Haliç üzerindeki tersaneydi. Bu tersanenin dünyada eşi yoktu. Hiç bir tersane burası kadar gemi kızaklayamaz, işçi çalıştıramazdı. Akla gelebilecek her türlü sanat erbabı mevcuttu. işçilerin çoğu Hristiyan esirlerdi. Ama bedava değil, ücretle çalıştırılırlardı. Ücretlerini biriktirenler değerlerini öderler, hür olur, memleketlerine dönerlerdi. Ustaların ve mühendislerin hepsi Türk'tü. Tersanede çalışanların sayısı 20000'den az değildi. Murad edilse, bir yıl içinde, Venedik donanmasının bir eşini inşa etmek ve donatmak mümkündü. Gerçi istanbul Tersanesi'nin şöhreti dünyayı tutmuştur. Venedik kafiri bile, hakanımızla sulh içinde olduğu demlerde bu tersaneye kadırga ısmarlardı. Ancak gözle görüp içine girmedikçe, azametinin derecesini takdir edememiştim. Böyle bir tersane, bu kadar zengin bir devletle her şey yapmak ve Tanrı'nın izniyle başarmak mümkündü.

    ibrahim Paşa'ya, henüz keşfedilen Yeni Dünya (Amerika)'ya sefer düzenlesek istifade edeceğimizi de söyledim. Fakat uzak denizlerle işimiz olmadığını, Akdeniz'i ve Hind denizlerini tutmamızın kafi olduğu cevabını verdi, müsaade etmedi.

    Bir yandan Tersane'deki yeni makamımda donanmanın düzeni, yeni tekneler donatımıyla uğraşırken, bir yandan da istanbul'u geziyordum. Bütün padişah ve şehzade türbelerini ziyaret ettim; Osmanoğulları'nın mübarek ruhlarına fatihalar okudum. Her gördüğüm yerde ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarını giderdim. Anlaşılan şöhretimiz, bizden evvel istanbul'a gelmiş. Beni her yerde tanıyorlar, Akdeniz'deki, Afrika'daki cenklerimi biliyorlardı. istanbullular beni çok seviyorlardı. Ben de onları çok sevdim. Gezmediğim az ülke vardır. Boğaz gibi bir beldeye rastlamadım. Sanki her köşesi Cennet'ten nişan verirdi. inşallah Boğaz'ın Marmara'ya yakın bir yerinde arsa alıp türbemi derya kenarına yaptıracağım.

    Kapdan-ı derya olmamın Avrupa'da da tesirleri büyük oldu. Bilhassa Karlos Kral çok telaşlandı. Bahar gelince, Donanmay-ı Hümayun'dan 80 parça ile istanbul'dan ayrıldım. Messina Boğazı'na geldim. Boğaz'ın italya olan kıyısında Reggio, Sicilya adası olan kıyısında Messina limanları vardı. Her ikisini de zaptettim. 16000 esiri teknelerime doldurdum. Esir sayısı, donanma efradının sayısını aştı. Bu seferimde tam 18 kale fethettim. 18 kale anahtarını, 16000 esiri ve 425 büyük sandık ganimet eşyasını 40 parça kadırgayla istanbul’a gönderdim. Ben 40 parça kadırga ile daha bir müddet Akdeniz’de kaldım.

    Hakanım benden memnundu, Vezir-i azam Damat ibrahim Paşa da memnundu. Ancak bazı haddini bilmez kıskanç devlet adamları:

    "Şevketlü Hakanımız’ın şu işine bakın, bir korsanı kapdan-ı derya eyledi!" deyü dedikodu yapmaktan utanmazlardı. Bu dedikoduyu yapanların çoğu, hayatlarında bir kale fethetmemiş, bir kayık ele geçirmemiş kimselerdi. Ancak Sultan Süleyman Han Hazretleri, her yıl, her ay, her gün bana daha fazla iltifat etmeye başlayınca, zamanla bu dedikoduların da ardı kesildi. Haset edenlerin hasetleri içlerinde kaldı, dışarıya çıkamadı.

    Kapdan-ı derya olarak çıktığım ilk seferde Sicilya’dan sonra Sardunya’ya, oradan Cezayir’e ve Tunus’a gittim. Tunus Beyi’nin aklı başından gidip taht şehrini bıraktı, çöllere kaçtı. Tunus şehrine girdim. Bütün ülkeyi fethettim. Güneyde Kayrevan şehrine geldim. Tekrar Tunus şehrine döndüm. Tunus Beyi, asırlardan beri ülkeye ve bir ara bütün Kuzey Afrika’ya hakim olan Hafsi hanedanındandı. Hemen Karlos Kral’dan imdat diledi.

    Kral Karlos’un Tunus’a geleceğini haber aldım. Hazırlandım. O kış içinde bazı gemilerimi de Batı Akdeniz’deki ispanyol ülkelerini vurmaya gönderdim. Sardunya kıyılarına yolladığım bir filo, 12000 duka altını, 475 seçkin esir ve başka ganimetle döndü. Nihayet Kral Karlos’un bizzat başında bulunduğu büyük bir donanma Tunus önlerinde göründü. Donanmada, Kral Karlos’un hakim olduğu bütün ülkelerden, ispanya’dan, Almanya’dan, italya’dan, Hollanda’dan on binlerce asker vardı.

    Kral Karlos, 500 harp ve nakliye gemisiyle Barselona limanından 17 günde Tunus’a geldi. Tunus şehrini almak için, Halkulvad kalesini düşürmek lazımdı. Kaleyi en iyi reislerimden Sinan Reis müdafaa edecekti. Muhasara başladı. Kafir ordusuna bizzat Karlos Kral, donanmasına da Andrea Doria kumanda ediyordu. Sinan Reis’in 120 topu, düşmanın yüzlerce kara ve deniz topu vardı. Reis, 3 defa kaleden düşman üzerine huruç hareketi yaptı ve 6000 zayiat verdirdi. Ben Tunus’ta bulunuyor ve Tunus beyi Mevlay Hasan’a karşı dikkatli davranıyordum. 12000 askerim vardı. Fakat bunların yarısı, askerlik kaidelerine göre savaşmayı bilmeyen Arap gönüllüleriydi ve başları sıkışınca kaçmaları, hatta düşmanla birleşmeleri görülmemiş işlerden değildi. Bütün ümidim Halkulvad’in mümkün olduğu kadar fazla dayanmasındaydı. Zira istanbul’a haber uçurmuş, Donanmay-ı Hümayun’a derhal yetişmesi emrini vermiştim. Donanmam yetişirse, Kral Karlos iki ateş arasında kalıp perişan olacaktı.

    O da bunu biliyor, bir an önce Halkulvad’i düşürmek için en büyük zayiatı göze alıyordu. Halkulvad, tam bir ay dayandı. Avrupa’nın en büyük ordusuna karşı bu kadar mukavemet edebilmek bile, büyük muvaffakiyetti. Sinan Reis, huruç hareketlerinde Sarno Dukası ve Mondeia Markisi gibi en namlı ispanyol kumandanlarını öldürmüştü. Mevlay Hasan da, 1600 atlı ve 8000 deve yükü erzak ve mühimmatla üzerime geliyordu. iki ateş arasında kalmak üzereydim. Halkulvad'in düşmesinin gün meselesi olduğu anlaşılınca Tunus şehri halkında da ayaklanma emareleri görüldü.

    Tahmin ettiğim gibi, emrimdeki 6000 Arap gönüllüsü öyle zararlı bir hareketle ihanet ettiler ki, bir an önce güneye çekilmek vacip oldu. Bu sözde gönüllüler, Kral Karlos’a yaranmak için, ben 6000 Türk levendiyle surların önündeyken, şehrin hapishanelerini açıp, 10000 Hristiyan esirini serbest bıraktılar. içlerinde Türkler’i seven, böyle bir alçaklığı irtikap etmeyecek derecede dinine bağlı kimseler vardı. Fakat sözde hükümdarları Mevlay Hasan tarafından kandırılmışlardı. Mevlay Hasan’ın casusları, Tunus şehrinde havayı bulandırıyor, ispanyollar’ın ülkeyi Türkler’den kurtarmak için Tunus’a geldiklerini, hükümdarlarının Karlos Kral’la müttefik olduğunu ağızdan ağza yayıyorlar, ispanyollar’ı şehre alırlarsa, bir tek Müslüman’ın burnunun kanamayacağını söylüyorlardı. Öyle bir an geldi ki, bu düşman muhit içinde, bir yandan şehirdeki 10000 Hristiyan esirin muhafazası, diğer taraftan kafirlerle savaşmak, imkansız göründü. Tam bu sırada Halkulvad kalesi de düştü.

    Fakat Sinan Reis, sağ kalan leventleriyle beraber kurtulup Tunus şehrine geldi, bana katıldı. ihtiyar reisimin bu başarısı, her türlü takdirin üzerindeydi. Ben bile nispetsiz düşman karşısında reisimin ve leventlerin hayatından ümit kesmiştim. Halkulvad’in düşmesinden sonra daha 6 gün Tunus şehrini müdafaa ettim ve düşmana büyük zayiat verdirdim. Sinan Reis’in Halkulvad'den getirdiği leventlerle beraber kuvvetim 9700 Türk’e çıkmıştı. Bu kuvvetle, Karlos’un 30000 askerine, 500 gemisine, yüzlerce topuna, güneyden üzerimize yürüyen Mevlay Hasan’a karşı koymak imkansızdı. Üstelik Halkulvad’deki 40 topumuz ve mühim miktarda malzememiz de düşmanın eline geçmişti. Mevlay Hasan, Karlos’un ordugahına gelmiş, kafir kralının ayaklarını öpmüştü. Onun sayesinde büyük Arap kuvvetleri de aleyhimizde toplanmaya başlamıştı. ilk büyük vuruşmada 2500 şehit verdim. Geri kalan 7200 kişiyle artık mukavemet edilemezdi. Yazın tam ortasındaydık(*). Hava dehşetli sıcaktı.

    Son bir huruç hareketi yaptım. Dönüşte Tunus halkı, şehrin kapılarını yüzümüze kapadı. Esasen Cafer adında yeni Müslüman olmuş bir kafir, zindan kapılarını açıp Hristiyan esirleri şehre salmış, bunlar Tunus’a hakim olmuşlardı.

    (*) 21 Temmuz 1535
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster