+1
"Karındaşın Mes'ud, Hayreddin Paşa'nın vafir askeriyle üzerine gelir, var ne halin varsa gör!" diye, Tlemsen'in bütün ilerigelenleri Sultan'ı bıraktılar. Sultan baktı ki akıbet yamandır. Tedbiri firarda buldu. Şehirden çıkıp gitti. O da Vahran taraflarında ispanyollar'a sığındı. Emir Mes'ud, kavgasız ve cenksiz gelip sayemde Tlemsen tahtına oturdu. Bana ve gazilerime çok dualar etti. Amma şimdi ki tahta oturdu, muradına nail oldu. Artık ondan da emin olmak doğru değildi.
Sultan Mes'ud, gazilerimden her birine 25, Arap gönüllülerine adam başına 10 altın verdi. Bana da yıllık vergi olarak 50000 altın yolladı. Pek çok da değerli hediye gönderip gönlümü aldı. Altınları beylerbeyiliğin hazinesine gönderdim. Hediyelerin çoğunu da reislerime dağıttım. Bir kısmını sarayımda alakoydum. Sultan Mes'ud'a da bir name yazıp gönderdim. Dedim ki:
"Şimdi hakanımızın sayesinde atalarının tahtına oturdun. Ancak, karındaşını tahtından mahrum eden haletten kati hazer edesin! Müslümanlar'a zulümden sakınasın. Emirlerimden taşra çıkmamaya gayret gösteresin. Senelik vergini bir tek gün geciktirmeyesin. ispanyol kafiri ile her hangi bir münasebetini zinhar duymayayım. Zira ispanyol kafiri de sana diş bilemektedir. iki büyük karındaşın Vahran'da, ispanyollar'ın elindedir. Onları tahtına oturmuş görmek istemezsen, tedbiri elden bırakmazsın!"
Fakat Mes'ud, tahta oturduğu gün zulme ve haksızlığa başladı. Atalarından böyle görmüştü. işittim ki, mektubumu okuduktan sonra pare pare edip yırtmış. Bu hareketinin başına ne felaketler getireceğinden gafil bir akılsızdı. Halkı soymaya başladı. Bütün bunları Vahran'daki Mes'ud'un büyük karındaşı Abdullah duymuş. Bana müracaat etti. Diyordu ki:
"Sultanım, gördünüz mü, beni atalarım tac-u tahtından mahrum edip, yerime nimet hakkı gözetmez bir nankörü oturttunuz. Şimdi size asi olmuştur. Lütfen ve tenezzülen beni tahtıma iade buyurursanız, ömrüm oldukça kulluğunuzdan çıkmam."
Karındaşı Mes'ud'dan ne hayır gördükse, bu Abdullah'tan da o kadarını göreceğimiz belliydi. Lakin şu anda Abdullah'ı affetmek ve Mes'ud'a karşı çıkarmak icap ediyordu. Bu sıralarda ben 22 pare tekneyle Cezayir'in Mostaganem şehri açıklarında idim. Mostaganem'i kolayca fethettim. Burası ispanyollar' ın elindeki Vahran'a (Oran) yakındı. Henüz Müstaganem'deyken Emir Abdullah gelip beni gördü. Eteğimi öpüp hayli yakardı. Kendisine 1000 levent verip Tlemsen'e gönderdim. Ben de ispanya'dan gemilerimizle taşıdığımız 2285 Endülüs muhacirini Mostaganem taraflarına yerleştirmekle meşguldüm. Kendilerine iş ve toprak verdim. Gayetle sanatkar adamlardı. Her biri başka bir hünere sahipti.
BiR HARP HiLESi
Haber aldım ki Abdullah, Tlemsen'e gelmiş ve şehre hakim olmuş. Karındaşı Mes'ud, korkusundan kaleye kapanmış. 25 gün dayanmış. Bizim leventler bakmışlar ki iş uzar, yanlarında kale muhasarasına yarar büyük top yoktur, aralarında müşavere etmişler:
"Sahte bir ricat hareketi yapalım, demişler; "bizi kaleyi bırakıp kaçtık sansınlar. Bu Araplar gayetle arsız bir kavimdir. Galiptik, mağluptuk bilmezler. "Türkler kaçtı" deyü kaleden çıkıp yağma hırsıyla üzerimize gelirler. O zaman onları haklar, kaleyi alır, Emir Abdullah'a teslim eder, Cezayir'e döneriz."
Aynıyla böyle oldu. "Hay Türkler firara yüz tutup kaçıyor!" diyen kaledeki Sultan Mes'ud taraftarı Araplar, leventlerin ardına düştü. Leventler gerisin geriye hamle yapıp çoğunu kılıçtan geçirdiler. Zira bu Araplar, cenk sanatını bilmez bir kavimdirler. Çölde çapulculuk yapmakla ordu halinde cenk etmeyi aynı şey sanırlar. Cenk sanatını bilen ispanyol kafiri bile Türk leventlerine daima mağlup olagelmişken, hangi akılla bilinmez, bu Arap kabileleri olur olmaz yerde Türkler'in karşısına çıkıp perişan olurlar. Zira onlarda insan canı gayetle değersizdir. Kulluklarını bilip tedbir alacakları yerde, "her şey Allah'tandır" deyip budalaca ölürler. Gerçi iyi ata binerler ve içlerinde cesur olanlar vardır. Ancak atlarının koşumları bile gayetle iptidaidir. iyi silahları yoktur. Olsa da kullanamazlar. Ateşli silahlarla araları iyi değildir. Sonra en büyük mağlubiyet sebepleri şudur ki, kitle halinde döğüşmenin kaidelerini asla bilmezler.
işte bu minval üzere Tlemsen kalesi leventlerin eline düştü. Sultan Mes'ud, gece karanlığında beş, on adamıyla kaçtı gitti. Ne oldu, meçhuldür. Bir daha adı sanı duyulmadı. işte akılsız adamların akıbeti budur. Mes'ud kim olurdu ki, Cihan Hakanı'nın beylerbeyisi olan bana kafa tuta! Ondan yüzlerce defa daha büyük bir hükümdar olan ispanya kralı Karlos (Charles-Quint) bile bana ve cennet-mekan ağam Oruç Bey'e mağlup olmuştu.
Bu Mes'ud öyle namert bir kahpe idi ki, kalede leventlerime karşı koyan ve efendileri için canlarını veren 6000 Arap'a haber vermeden kaçtı. Hatta efendilerinin kaçtığını bilmeyen bu zavallılar, daha bir kaç saat leventlerime karşı koydular. Nihayet itaat ettiler. Reisleri dedi ki:
"Haşa ki Cezayir sultanı Hayreddin Paşa'ya asi değiliz. Hayreddin Paşa bizim efendimiz, Türkler, babamızdır. Ne yapalım ki Mes'ud'un havfından size karşı silah kuşandık. Bizi ispanyol kafirini çağırmakla tehdit ederdi. içimizde Oruç Bey'le beraber nece gazalarda bulunmuş mücahitler vardır. Bizi affedin. Hata bizden, kerem sizdendir."
Bu Tlemsen cenginde leventlerim, tam 5000 Arap'ı kılıçtan geçirmeye mecbur olmuşlardı. Fakat itaat edenleri affettiler. Cuma günü hutbede Denizler ve Kıtalar Hakanı Sultan Selim Han efendimizin adı okundu. ism-i şerifleri kazılmış gibkeler kesildi. Leventler, Sultan Abdullah'a veda ettiler. Sultan Abdullah, leventlerden daha bir müddet Tlemsen'de kalmalarını rica etti. Leventler, Tlemsen'i yeni sultana teslim ettikten sonra şehirde bir gün fazla kalmaya izinleri olmadığını, hemen Cezayir'e dönmeleri gerektiğini söylediler. Ancak Abdullah'ın ısrarı üzerine, onun yanında 100 levent bıraktılar. Abdullah, leventlerime gözünün bebeği gibi baktı. Kendi yediği yemeğin aynını leventlerimin önüne çıkarırdı.
Geri kalan 900 levendim Cezayir'e geldi. Sultan Abdullah'ın yolladığı 20000 altını ve hediyeleri getirdiler. Abdullah'ın gönderdiği nameyi okudum. Çok edepli bir lisan kullanmıştı. Tebessüm ederek leventlerime dedim ki:
"Şimdiki halde sözü insan sözüne benzer, ama bakalım bu da tahta oturunca kardeşi gibi mi davranır?"
Cümle reislerim güldüler. Tlemsen meselesinden sonra ibnu'l-Kaadi meselesini ele aldım. ibnu'l-Kaadi, Cezayirli Arap emirlerinin büyüklerindendi ve bana gayetle sadıktı. Tunus emiri onu bana karşı isyana teşvik etmiş, fakat o, hakaretle reddetmiş ve kendi gibi Tunus beyini de Türkler'e itaate davet eylemişti. Şimdi bu akıllı Arap ölmüş, yerine Veled-i ibnu'l-Kaadi denen akılsız oğlu geçmişti. ilk işi Tunus emiri ile aleyhimize ittifak etmek oldu. Derlerdi ki:
"El birliği edip Türk kısmını Arap yakasından çıkarıp kaldıralım."
Bu hayırsız veledin Tunus sultanına gönderdiği bir nameyi ele geçirdim. Babasının öldüğü henüz iki ay olmuştu. Tunus sultanına şöyle diyordu:
"Seninle el birlik edip Türk'ün kökünü keselim. "Hayreddin" dedikleri Türk'ü Cezayir'den kaçıralım. Yerine ben sultan olayım. O zaman sizi vafir gözetirim. Bizim peder Türkler'i gayetle severdi. Ama benim Türk kavmi kadar sevmediğim bir kavim yoktur."
ibnü'l-Kaadi ile Tunus Beyi arasındaki nameleri ele geçirdim ve bana karşı hazırladıkları desiselerden haberdar oldum. 12000 levendimle Tunus Beyi üzerine yürüdüm. Meşe ve kestane ağaçlarıyla örtülü bir araziden ovaya çıktım. Tunus Beyi, uzaktan beni müttefiki ibnü'l-Kaadi sanmış. Derhal tüfek ateşi açtırdım. Tunus Beyi'nin askeri çil yavrusu gibi dağıldı. Tunus Beyi esir düştü. Önüme getirdiler. Birçok nasihat edip salıverdim. Halbuki o beni esir etseydi, nasıl bir ölümle öldürürdü, bilirim. Bütün Afrika, gösterdiğim merhameti beğendi.
Tümünü Göster