1. 26.
    0
    bu iddiaya dair sözler söylenirken iddianın varlığını ve doğruluğunu temellendirmek için kullanılan, o sonradan ortaya çıkarılmış doğrucu tavrı, 'sorunun kökenine iniyoruz' vicdanlılığını tekeline alma temayülünü ve bunun üzerinden gerçekleştirilen meseleyi bitirici son sözü yine o muhteşem doğruculukla dillendirme hevesini, uykumun olmadığı bir zaman dalga geçmek üzere başka bir yere koyuyorum. o şimdilik orada kalsın.

    deniliyor ki; evet bir erkek şiddeti var, bu şiddet tabii ki meşru değil, fakat sebepsiz olduğunu söylemek de yersiz. ama hadi gelin itiraf edelim, o şiddetin ortaya çıkmasının mühim bir nedeni de kadınların uyguladığı pgibolojik şiddet. bunu itiraf ettiğimizde sorunun en azından nedenini bulmuş olacağız. hayır, bunu söylediğimizde meselenin nedenini bulmuş falan olmayacağız.

    öncelikle belirtmek gerekir ki, fiziksel şiddet ve pgibolojik şiddet uygulamayı haiz tek bir insan cinsi bulunmadığı gibi, fiziksel kuvveti ve fiziksel kuvveti kullanabilme kudretini yalnızca erkeğe emanet eden bir akıl, aslında herhangi bir anlam taşımamaktadır. zira bilindiği gibi erkek ve kadın arasındaki fiziksel kuvvet farkının değişebilir ve gelişebilir ya da esnek bir hal alabilir olmadığına dair edilen kelam, çeşitli tarihi tecrübelerle alt üst edilebilir olduğu gibi, bilimsel olarak kendini kanıtlayabilecek mahiyette de değildir. niyetim meseleyi buraya sıkıştırmak ya da bu noktadan ele almak değil, dolayısıyla burayı uzatmayacağım, fakat neye dair itirazlar olabileceği anlaşılsın diye örneklendireyim; erkeğin kamusal alanda varolabilmesi ve bununla ilintili olarak kadından çok daha fazla fiziksel kuvvet edinmek durumunda kalması ve bunun gelenekselleşmesi ve dolayısıyla kadından daha fazla güç kullanmak olduğu için güç elde etmek veya güçlenmek zorunda kalan erkek figürüyle, güç kullanmak zorunda olmayan ve dolayısıyla bir erkek kadar güçlenmek zorunda olmayan bir kadın figürü, tarihsel bağlamlarından ve bu figürleri oluşturan nedenlerden koparak, bir yaşayış, bir gerçeklik halini almışlardır. fiziksel güç meselesini ve farkını kuranın yalnızca insanın varoluş halinden gelen ve değişmez bir gerçeklik olmadığını göstermek gibi bir niyet taşıdığımızda, bittabi bundan daha başka veçhelerden bahsedebiliriz. fakat yalnızca bu bile meselenin o kadar gerçek olmadığını gösterir. üstelik bilim dünyasındaki ve araştırmalardaki ciddi cinsiyet eşitsizliği yaratacak istismarlar da var, olmuş, yapılmış bunlar. fakat o ayrı bir entry konusu.

    şimdi bunu geçelim, diğer konulara gelelim; pgibolojik şiddetin kadına içkin olduğunu iddia etmek, bu yönde imalarda bulunmak, bunun bir kadınlıık hali olduğunu belirtmek, kadınlık hali olmasa bile şartların getirdiği bir zorunluluk olduğunu ifade ederek yüce gönüllülük etmek, bir gerçekliği işaret etmek değildir. buradan da bir doğruculuk çıkması mümkün değildir. yaratılan ikilikler bu derece çok ve çeşitliyken, şiddet gibi hayatı şekillendiren bir halin bundan azade olacağını iddia etmek için oldukça alkollü olmak gerekir. biz bugün biliyoruz ve şahidiz ki, bilgi üretmeye dair haller için bile bir ikilik yaratılabiliyor, us-us dışı olma ve akıl-duygu ikiliği yaratılarak bir torrent kullanan kız bahsi yaratılabiliyor. o zaman rasyonel, doğru ve tam olma halini eril bir tasnif ile var kılan ikiliğin yaratıcısından, şiddet ikiliğinde yeterince değerli ve mevzi kazandırabilir görmediği pgibolojik şiddet mefhumunu dişil tanımlamasını beklemek tabii ki gerçekçi bir tavır olacaktır. o halde, 'pgibolojik şiddet'in kadına dair tanımlanıyor oluşu, tabii ki sebepsiz ve iyi niyetli değildir. kadını güzel/duygusal/şefkatli/güçsüz/kırılgan ve kindar/fitneci/meşum sayan tasnife açıkça eklemlenmiştir. söz konusu akıl yürütmeye göre, kadın pgibolojik şiddeti gerçekleştirir, çünkü o zaten doğası gereği buna yatkındır. pgibolojik şiddet, kadının o ilahi doğruluklarla tescillenmiş ama onlar dışında bir gerçeklik kazanamamış fitneci halinin, o meşumluğunun bir aracıdır. buna dair edilen her söz, bu yönde bir gönderme taşır. işin komiği şu ki, burada kadının pgibolojik şiddet ile doğrudan ilişkilendirilmesi, aslında o eril tasnifin pgibolojik şiddete verdiği ikincil kuvvet ile de alakalıdır.

    mesele bu kadar da değil tabii, bir nokta da, bu evin içinde başlayan marazanın mekanından çıkıyor. yani ev, özel alan, kamusal alan dışında kalan bir alan. deniliyor ki, kadın burada kamusal alanda yıpranmış erkeğe pgibolojik şiddet uyguluyor ve ona zarar veriyor. ve bu da kötü sonuçlara yol açıyor. fakat tabii ki böylesi bir söylemden beklendiği gibi kadının niçin özel alanda sıkışıp kaldığı irdelenmiyor. bu yapılmadığı gibi kadının özel alanda sıkışmışlığının sonuçlarından da bahsedilmiyor. şu an konumuz değil ama bir misal verme gereği hissettim, evinden çıkmaktan korkanların neredeyse tamamı kadın, doğal afetlerde ölenlerin çoğunluğu kadın, bunlar alakasız örnekler değil, direk olarak cinsiyet ile ilişkili örnekler. bir fikir verebilir diy eümit ediyorum. döneyim yine konuya, mecelle kadının yerini makarr-ı nisvan olarak isimlendirir ve sınırlarını tanımlar, buna göre kadının yeri olan mutfağı ve avluyu görecek bir çift göz, o noktadaki kadın ile kurulacak temas veya sosyal alanı sağlayacak en ufak fırsat kabul edilemezdir. kadın ancak ve ancak o bölgede ve kendi yerinde, izole bir alan içerisinde var edilmiştir. meseleyi mecelle üzerinden bağlayacak halim yok tabii, fakat bu üslup, kadının kamusal alanda varolmamasının sebeplerinden bahsedebilmek için gereklidir. kadının tarihsel süreçte yalnızca özel alanda var etmek, tabii ki onun varlığını şekillendirecek sonuçlara yol açmıştır. denilecek ki ülkemizin gerçeklerinden bahsetmiyorsun, bahsedelim tabii. bugün anadolunun pek çok noktasında kamusal mekanın inşası yalnızca ve yalnızca erkeklerin kullanacağı göz önüne alınarak yapılıyor, toplumun tamdıbına ait olduğu iddia edilen parklarda yalnızca erkekler oturuyor ve kadınlar ancak semt pazarlarında kamusal alana çıkabiliyorlar. iletişim kurabildikleri insanlar yalnızca evdeki çocukları, sizin deyiminizle kafalarını gibtikleri kocaları ve varsa aileden başkaları. bunun ne derece bir yoksunluk ve sınır olduğunun ve kadının kendini var etmesini engellediğinin ve pgibolojik olarak da zorlayıcı olduğunun farkında mısınız acaba? şimdi ailenin diğer kalanları dedik ya, onlardan da bahsedelim, kayınvalide-gelin, büyük gelin-küçük gelin, anne-oğul arasındaki ilişkilerin direk olarak bir iktidar ihtiva ettiğinin farkında mısınız acaba? böyle bir ailede anne niçin kendisini oğlu üzerinden var etmek ister? kamusal alana çıkamadığı için olabilir mi? kayınvalide niçin gelini üzerinde oğlu aracılığıyla iktidar kurmaya çalışır? başkaca bir tahayyülü olmadığı için olabilir mi? ya da bir kadın niçin kendisini varedebilmenin yolunu kocası üzerinden kurgular? zaten başkaca bir imkan olmadığı ve tamamen ikincilleştirilmiş olduğu için olabilir mi? bunları bir düşünün bence. bunlar cinsiyet halleridir. kişinin kalbinin güzelliğiyle ilintili değildir. bir zorunluluk olarak erkek olmaktan doğan birincil olma hallerine ve bir kadın olmaktan doğan ikincil olma hallerine istemeseniz de maruz kalırsınız. tamamen basitçe konuşalım, o kadın kamusal alanda varolabilseydi ve ikinci kılınmasaydı kendisini yine kendisi kurgulayacaktı ve sizinle şikayetçi olduğunuz türde bir iletişim kurmak zorunda olmayacaktı. ha tüm bunların yanında, tabii ki kadının pgibolojik şiddetinin erkeği şiddete yönelttiğine dair tezleriniz de doğru ve temelli değil, fiziksel şiddeti gerçekleştirebileceğini bilmek bir bilgidir, bir ön kabuldür ve bu bilgi tam da işte bu ikilikleri yaratan aterki sayesinde peydah olmuştur.

    hal-i pür melalimden bahsedecek olursam, uykum açıldı, karnım acıktı. gidip bir yemek yiyeyim de keyfim yerine gelsin.
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster