1. 176.
    0
    Aşkın Böylesi..

    Sabah erkenden uyanmıştı, birkaç saat uyku ile çıkmıştı yola. Zihninde düşünceler fırtına misali esiyordu sağdan sola. Düşünürken çok yoruluyordu, odaklanamıyor ve konudan konuya atlıyordu. Hüzünlüydü, yarası tazeydi. Hiç de kolay olmayacaktı onun için anlaşılan.

    Türlü türlü düşüncelerle hayalen savrulurken, otobüstekiler dikkatini çekti. Kimse konuşmuyordu ve kimse onun bu durumunu, iç alemindeki yangınını bilmiyordu. Alev alev yanıyordu kendince, ama kimse buna aldırmıyordu. Haykırmak, insanlara içini açmak istiyordu belki de. Hiçbirşey olmamış gibi bakmasınlardı, birşeyler yapmalılardı. Görmüyorlar mıydı ki nasıl tüketen bir hüzün vardı yüzünde. Boynu nasıl da bükülmüştü gâmının ağırlığıyla. Birşeyler söylesinlerdi en azından, anladıklarını gösterselerdi.. Kendini o kadar yalnız hissetti ki, ayrılık ona iki yalnızlık yaşatmıştı. Ondan ayrılık acısı belini bükmüştü, bir de insanların ona anlamayışı ile kendi başına kalışı vardı. Bu ise kahredici bir duyguydu onun için.

    Böyleydik işte, içimiz dışımıza çıkmadıkça sorunsuz ve güçlü gözükürdük; oysa iç alemimizde olanları kimse bilemezdi. Sinemize hangi acıları biriktirdiğimiz anlaşılamazdı dışardaki gözlere. Kızmaya hakkı olmadığını düşündü, onun sorunuydu ve anlatmadığı müddetçe kimse zihnini okuyacak da değildi. “Ama” dedi, anlatılır gibi de değildi ki durumu. Hem zaten konuşabilmek anlatabilmek demek de değildi her zaman, anlatmak anlaşılmakla özdeşleşemiyordu ayrıca. içindeki sızıya hangi lafız kalıp olabilecekti, lisanının acziyetini, kendi acziyetini hissetmişti. Kendine saklamaktan başka yolu yoktu, bu şekilde ateşin küllenmesini bekleyecekti çaresiz.

    Terketmişti onu, terkedilmiş sanılmasın. Kalbinin her yanını saran o engin sevgisine rağmen hem de. Sebebi de buydu işte, çok seviyordu, terkedebilecek kadar çok.. Çünkü onun üzülmesinden korkuyordu. Yüreği, onun sevgisiyle özgürleşmiş ama onu üzebilme korkusuyla da titrekti. ilerideki şartlar onu üzebilirdi, bunu engelleyemecekti. Engelleyemediği şeyden onu kurtarmanın tek yolu, onun üzülmesini önlemenin tek çıkışı onu kendinden uzak tutmaktı. Ellerine bulaşmış acıyı ona da tattırmamak için ellerini bırakmalıydı. içindeki aşktan da öteydi, onu terkettirecek kadar çok seviyordu zira. Kendi için onu üzemezdi, kimden dolayı olursa olsun üzülmemeliydi o cemil ruh. Bu yüzdendi işte kaçışı ondan, terkedişi sevdiğini ve kahredişi kendini. Tek tesellisi vardı, bu şekilde kendi üzülse de en azından onu ileride üzmeyecekti. Zor olan şartlarına ve çekeceği sıkıntılara onu da ortak etmeyecekti.

    Ona karşı derin bir şefkati vardı, aşk biraz bencildi belki ama şefkatli bir aşk fedakardı. Şefkat aşktan daha keskin ve daha paktır, safidir. Yar için yardan vazgeçirecek kadar da güçlü. Aşkı susturacak ve boyun eğdirecek kadar katı. işte şimdi anlamış olmalıydı can ve canan meselesini. Canan’ı sevmek buydu, gerçek sevgi buna deniyor olmalıydı. Canan’ın saadeti için canan’ın kendisinden bile ferağat edebilmek demekti. Canan’ı can’ı için sevenler hakikatte can’ını sevenlerdi. Canan’ı gerçekten sevenler can’larını da sırf Canan için sevenlerdi. Ve gerektiği zaman da, tıpkı yaptığı gibi, kahredici de olsa vazgeçebilemkti kendi saadet vesilesi saydığı canan’dan. Asıl saadet de bu olacaktı ama yara kabuk bağlamalıydı, içindeki dalgalar bir miktar dinginleşmeliydi.. o zaman anlayacaktı ne de doğru yaptığını ve o zaman, işte o zaman gülümseyebilecekti.

    O hazin çehresi değişmiş, az da olsa huzur bulmuştu bu düşüncelerde. Bu da ilerideki tebessümün habercisiydi deyip tebessüm edebildi..

    Canı kim cananı için sevse, cananın sever
    Canı için kim ki cananın sever, canın sever.
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster