0
kış gelmişti. soğuktu. her ne kadar annem senelerdir evde pek durmuyor olsa da, en azından arada bir görebiliyorduk. ancak artık yalnızdık ve sadece ikimizdik. yeni başladığım üniversiteme neredeyse hiç gitmiyordum. altımda pierre'in süper lüks otomobiliyle bazen dolaşıyordum, ediyordum ancak olabildiğince okula gitmemeye çalışıyordum. okula gitmekte olduğum nadir anların birinde melis aradı. eve gelsene, dedi. araban lazım güzel planlarım var. zaten okula gitmeye pek hevesim yoktu ve direk geriye sürdüm arabayı. melis evin kapısının önünde kafasında şu meşhur fransız şapkaları olur ya, ressam tarzı denir hatta onunla bekliyordu. üstünde kabanı ve ağzında, sigara tiryakiliğinden(?!) kurtulmak için dolaştırdığı kürdanıyla. benim geldiğimi görünce birkaç adım attı ve arabaya bindi. sür bakalım, dedi. nereye, dedim. sen sür, harika bir sergi varmış diye devam etti.
sürmeye başladım. o tarif etti, ben sürdüm. 20-25 dakikalık bir yolun ardından bir galeriye vardık. içeri girdik, insan kaynıyor. ellerde şaraplar, entel dantel tipler konuşup duruyor. kimisi kollarını bağlamış, çok entel göründüğünü düşünüyor. kimisi ise kelimeleri çok daha gırtlaktan ama çok daha yumuşakça ve uzatarak söyleyerek daha "fransız" daha "entel" olduklarını düşünüyorlar. içerisi tam bir döl israfı. içeriye benzin döküp, giriş kapısını zincirleyip ateşe veresim geliyor. duvarlarda fotoğraflar. bakan geçiyor, kimisi de bakıp üstünde yorum yapıyor.
melis'e dönüyorum, bunlar manzara fotoğrafları? nefret edersin diyorum. bu bana bakıyor, gel şöyle diyip elimden tutup çekiştiriyor. manzara ile bütünleşmesi için kimi yerlerde sahte ve yapay ağaçlar var, kimi duvarlar baştan aşağıya "gökyüzü" gibi boyanmış ve kimi ışıklar ise batan bir güneş gibi turuncu bir şekilde fotoğrafların üstüne vuruyor. melis beni kolumdan tutup bir fotoğrafa zütürüyor, duvarın üstünde siyah beyaz bir manzara fotoğrafı. bir insan, manzaranın renklerini niye siyah beyaz yaparak öldürür ki diyor. beni fotoğrafın önünde bırakıp yandaki galeri sahibine dönüp bir şeyler konuşuyor.
sonra tekrar yanıma gelip başka fotoğrafları gösteriyor. cebinden sigara yerine bir lolipop çıkarıyor. melis, deli misin sen diyorum. manzara fotoğraflarından daha düne kadar nefret ederdin niye burdayız diyorum. düşmanı tanımak için, diyip gülümsüyor ve dudağının sağındaki lolipopu soluna aktarıyor. yürüyor, diğer resimlere de bakıyor. uzun top sakallı bir gerzeği görüyorum, gibtiritaktan bir manzara fotoğrafı hakkında hayatın anlamıyla ilgili çıkarımlar yapıyor.
hemen yanımda duran, ağaç süsü verilmiş sivri bir mızrağı alıyorum. sen bir döl israfısın dıbına kodumun çocuğu, diye bağırıp boğazına saplıyorum. şah damarını parçaladığım için kan öyle yükseğe fışkırıyor ki, etraftaki herkes kan içinde kalıyor. bembeyaz bir dağ fotoğrafı, kanlı bir buz balesi fotoğrafına dönüşüyor. top sakallı pekekent boğazında mızrakla yere düşüyor ve etrafa kan püskürtmeye devam ediyor. fileli çorap giymiş mini etekli entel bir kaşarın tüm bacakları kan içinde kalıyor, hemen top sakallının yanında. örümcek ağında parçalarına ayrılmış bir fareyi andırıyor. yüzüm kan içinde, ellerime gözlerimi siliyorum. ve kollarımı iki yana açıp spartacus gibi bağırıyorum, zafer diye.
sonra melis sesleniyor, gelsene napıyorsun orda diye. gözlerimi açtığımda top sakallı puşt hala salak salak konuşmaya devam ediyor. yandaki mızrağa bakıp melisin yanına gidiyorum. galericiyle konuşmuş yine. tamam, diyor. çıkabiliriz. işim bitti. tamam, diyorum. süpermarkete falan gidelim, diyor. akşam güzel bir yemek yiyelim. tamam, diyorum.
Tümünü Göster