0
allah kendisinden büyük bir varlık yaratabilir mi?
bu soruya altı madde halinde cevap vereceğiz:
1- soruda kasıt vardır:
bu sorunun hedefi inançları sarsmak, saf zihinleri bulandırmak, masum ve körpe dimağlara zehir akıtmaktır. bir akrep kıskacı olan bu demogojik soru ile insanlar zehirlenmek istenmektedir. şöyle ki:
eğer bu soruya "evet" diye cevap verilse o zaman "demek ki sizin rabbiniz, yarattığı şeyden güçsüzdür." denilecek. eğer, "hayır" diye cevap verilse, o zaman da "demek ki sizin rabbiniz âcizdir." denilecektir. her iki halde de -hâşâ- cenâb-ı hakk'a acizlik isnadı söz konusudur.
bu soruyu ortaya atanlar, var olması muhal olan bir şeriki yaratmayı cenâb-ı hakk'ın kudretinden talep etmekle allah’ın hâlık (yaratıcı), vehmettikleri o şerikin de mahlûk (yaratılan) olduğunu bir ön yargı olarak kabul ettikleri halde, daha sonra o mevhum mahlukun hak teâlâ'dan büyük olabileceğine ihtimal vermekle, açıkça demagoji yapmaktadırlar.
bu kimseler allah’ın kutsi mahiyetinin mahlûk mahiyetine hiçbir cihetle benzemeyeceğini bilememektedir. eser ustasına hiçbir cihetle benzemeyeceği gibi, cenab-ı hak da mahlûkatına hiçbir cihetle benzemez.
bu hakikati bilmemek, büyük bir cehalettir. bu cehalete düşenler allah’ın mutlak kadir, mahlûkun ise sonsuz âciz olduğu gerçeğinden gafildirler.
2- soruda "imkân-ı vehmî" ile "imkân-ı aklî" birbirine karıştırılmaktadır.
i̇mkân-ı aklî: aklen hem olması, hem de olmaması mümkün olan şeye denir. meselâ, yeni evlenen bir insanın, çocuğunun olması da, olmaması da mümkündür.
i̇mkân-ı vehmi: hariçte vukua gelmesi mümkün olmayan, hakikatsiz ve esassız bir vehimdir. i̇mkân-ı vehmi hiçbir hükme esas olamaz. hiçbir delil ve hakikate dayanmadığı için ilim ve mantık imkân-ı vehmi ile meşgul olmaz.
i̇mkân-ı vehmi sadece "olabilir", "belki" gibi temenni, zan ve hayallerden kaynaklanır.
"cenâb-ı hak kendinden büyük bir mahlûk yaratabilir mi?" sorusunda imkân-ı vehmi ile imkân-ı aklî karıştırılmıştır. bu soru ancak vehmin mahsulüdür; hiçbir hakikate istinad etmeyen bir hurafe, bir safsatadır; aklen muhaldir. hiçbir akıl, bir mahlûkun allahü azîmüşşân'dan büyük olmasını mümkün göremez.
3- soru ile demagoji yapılmaktadır.
mantıkta "gerçek olmayan mukaddemelerle yapılan kıyaslara demagoji veya safsata" denilmektedir. meselâ duvar üzerine çizilmiş bir insan resmi gören demagog:
“bu resim konuşur. çünkü, bu resim insana aittir."
"her insan konuşur. öyle ise bu insan da konuşur." diye yanlış bir hükme varır. cenâb-ı hakk'ın yaratacağı bir mahlûku -hâşâ- allah'tan büyük tevehhüm etmek, duvardaki resmi insan kabul etmekten daha büyük bir safsatadır.
bu soruda esas olarak şu safhalar vardır:
1) yaratılması vehmedilen varlığın şu anda mevcut olmadığı kabul edilmektedir.
2) mevhum varlığın yaratılması allah'tan beklenmekte, böylece allah’ın hâlık olduğu, o mevhum varlığın ise mahlûk olacağı kabul edilmektedir.
3) o mevhum varlığın yaratılması allah'tan istendiği gibi, onun büyüklüğü, gücü, dirayet ve azameti de allah'tan istenmektedir.
bu mukaddemelerden cenâb-ı hakk'ın sonsuz büyük, yegâne hâlık, ezelî ve ebedî ve mutlak kadir olduğu; o mevhum varlığın ise yaratılmaya muhtaç, âciz, zelil ve miskin olduğu sonucu çıktığı halde, tam tersine o vehmî varlığın allah'tan büyük olup olmayacağı sorulmaktadır. bu ise yukarıdaki misâlden çok daha ileri derecede bir safsatadır.
4) soru pek çok çelişkilerle doludur:
soru ile yapılmak istenen kıyas, çelişkili hükümlere dayandırılmıştır. dolayısıyla, bu sorunun "iddia olma" özelliği yoktur. meselâ, "sonsuzdan daha büyük bir sayı yazılabilir mi?" sorusu böyle çelişkili bir hükme dayanır. bu sebeple hiçbir ilmî kıymeti yoktur. çünkü, sonsuzdan büyük bir sayı olamaz ki, böyle bir soru da sorulabilsin. eğer sonsuz, erişilmez bir büyüklüğün sembolü ise hiçbir rakam sonsuz ile mukayese edilemez. sonsuzdan büyük bir rakam düşünülse o zaman da sonsuzluk hakikati ortadan kalkar.
bu soru da, çelişkili kıyaslardan olduğu için mantıken ve ilmen hiçbir kıymeti yoktur.
bilindiği gibi bir eserdeki kemâl, onu yapan zatın kemâlinin bir tecellisi, bir göstergesidir. ve bu eserdeki kemâlin, ustasının kemâlini aşması, ondan fazla olması muhaldir. bir âlimin, telif ettiği bir kitabına kendi ilminden fazla ilim yerleştirmesi, yahut, bir mimarın kendi maharetini aşan bir eser yapması, güneşin kendi ışığından fazlasını bir damla suya vermesi muhaldir, safsataların en acibidir.
"cenâb-ı hak, kendinden büyük bir varlık yaratabilir mi?" sorusu: "allahü teâlâ kendi kemâlatından daha fazlasını bir mahlûkuna verebilir mi?" gibi bir saçmalık ifade eder.
soru, cenâb-ı hakk'ın sıfatları, fiilleri adedince muhaller taşır. bunlardan birkaçını kaydedelim:
hak teâlâ'nın sıfatlarından biri "kudrettir. soru, bu sıfat yönünden tahlil edildiğinde şöyle olur:
"kudreti sonsuz olan cenâb-ı hak, kendinden daha kudretli birisini yaratabilir mi?"
bu sorunun sahibi, sonsuzluk kavrdıbının cahilidir. sonsuz kudretten daha büyük bir kudret olamaz ki, böyle bir soru sorulabilsin. şu sonsuz feza, şu uçsuz bucaksız sistemler, hep o kadir-i zülcelâl'in kudretinin tecelligâhıdır. haşmetli bir dağın âyinedeki tecellisi bir çakıl taşı ağırlığında da olamaz. hadsiz yıldızlar, uçsuz bucaksız galaksiler hep cenab-ı hakk’ın hâlık isminin tecellileridir. bu tecellilerin o kadir-i mutlak'ı yorması, âciz bırakması düşünülemez. her an böyle milyarlarca kâinatı yaratsa, bunların tümü o kudret nazarında yine bir zerre kadar da olamaz.
söz konusu soru, cenâb-ı hakk’ın irâde sıfatı yönünden tahlil edilirse şu şekle girer:
"mutlak irâde sahibi olan allahü teâlâ, kendi hükmünü geri bıraktıracak, kendi irâdesini kayıtlayacak bir ilâh yaratabilir mi?"
halbuki, cenâb-ı hakk'ın irâdesi mutlaktır, sonsuzdur. hiçbir kayıt altına girmez. o'nun irâdesini kayıt altına alacak bir varlığın bulunması muhaldir. öte yandan, cenâb-ı hakk'ın yaratacağı şey, mahlûk olur. mahlûk ise hâlık'ın irâdesi altındadır. bu soru ile hâlık'ın irâdesi sınırlı, mahlûkun irâdesi ise sınırsız tevehhüm edilmekte, böylece "sınırlı olanın sınırsız olanı sınırlandırması" gibi büyük zıtlığa ve çelişkiye düşülmektedir.
soruyu, allahü teâlâ'nın ezeliyeti ve ebediyeti noktasından düşündüğümüzde şu safsata ile karşılaşırız:
"cenâb-ı hak, kendinden evvel var olup, kendisinden sonra da varlığı devam edecek olan bir mahlûk yaratabilir mi?"
ezel ve ebed sultanı olan allahü azîmüşşan'ın, bir ismi evvel, bir ismi de âhir'dir. varlığının evveli olmadığı gibi, sonu da yoktur. ezelden evvel ve ebedden öte bir zaman kavramı olamaz ki, böyle bir hurafeye, bir vehme yer olabilsin. bu safsataya göre, cenâb-ı hak ezelî ve ebedî olduğu halde, hâşâ, fâni ve sonradan yaratılan bir mahluk olacak, yaratacağı o mevhum varlık ise, mahlûk olduğu halde ezelî ve ebedî olacaktır.
cenâb-ı hakk'ın hayat, semi', basar gibi diğer sıfatları da aynı mantık ve ölçü içerisinde düşünülebilir.
ne gariptir ki, böyle bir safsata ve bir hezeyan bu asrın cehalet çarşısında müşteri bulmakta, az da olsa bir kısım insanları saptırabilmektedir.
5) soruda hakikatlerin zıtlarına dönüşmesi istenmektedir.
bilindiği gibi, bir hakikatin, zıddına dönüşmesi muhaldir. yine, bir hakikatin kendi mahiyetini korumakla birlikte kendi zıddı olan bir mahiyete girmesi de muhaldir. meselâ, güneşin, kendi mahiyetini aynen muhafaza ederek suya dönüşmesi, yahut bir insanın "insanlık" mahiyetini hiç kaybetmeden “arslan” olması muhaldir. misâller çoğaltılabilir. mahlûkat için, gerçeklerin zıtlarına dönüşmesi böyle binlerce muhaller taşıdığı halde, hâlık teâlâ hakkında böyle bir şey vehmetmek muhallerin en acibidir.
yukarıdaki soru ile ulûhiyete ait sonsuz hakikatlerin zıtlarına dönüşmesi tevehhüm edilmektedir. şöyle ki; soru sahibi bu demogoji ile sonradan yaratılacağından noksan, fâni, âciz, kayıtlı olacak olan o mevhum varlığın hakikatini, zıddı olan sonsuz kudret ve kemâle inkılâb ettirme muhaline düşmektedir. allahü teâlâ'nın mutlak kemâli, zıddı olan mutlak noksanlığa, mutlak cemâli mutlak çirkinliğe, mutlak kudreti, mutlak acze inkılâb etmez.
o zât-ı zülcelâl sonsuz aziz, mahlûkat ise sonsuz zelildir. allahü azîmüşşân, sonsuz âlim ve mutlak hâkim'dir; mahlûkat ise cahil ve mahkûmdur. allah’ın varlığı vücudu vâcib, zâtı ezelî ve ebedîdir. yarattığı ve yaratacağı herşey ise mümkindir, fânidir ve hadistir.
soru sahibinin vehmine göre, cenâb-ı hak ezeli olduğu halde, hâşâ hadis olacak (sonradan meydana gelecek), yaratılması vehmedilen o varlık ise, hadis olduğu halde ezelî olacaktır. tâ ki, allahı teâlâ'dan, hâşâ daha büyük olması tevehhüm edilsin.
allahü azîmüşşân, sonsuz kadir olduğu halde, âciz olacak, o'nun yaratmasına muhtaç olan o varlık ise sonsuz kadir olacaktır.
misaller çoğaltılabilir.
Tümünü Göster