1. 51.
    0
    @36 hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, herşey ona muhtaç olan yüce allah’ın, bizim gibi âciz kulların ibadetine hiç mi, hiç ihtiyacı yoktur. o, bizim hiçbir şeyimize muhtaç değildir. çünkü kâinat ve içindekiler, ne varsa her şey onundur, onun mülküdür.

    son derece âciz ve zayıf birkul olarak bizler muhtaç ve fakiriz. i̇htiyaçlarımız ebede kadar uzanmış; bir çiçeği istediğimiz gibi, bir baharı da istiyoruz. hatta ebedî cenneti de istemekten kendimizi alamıyoruz. dünya bizim olsa bile, istek ve arzularımızı tatmin edemiyoruz. hal böyle iken, ihtiyaçlarımızın sadece çok az bir kısmını elde edebiliyoruz. sonsuzluğa uzanan ihtiyaçlarımızın temin edildiği mekân, ebedî saadet menzili olan cennettir.

    yüce allah’ın ibadetimize ihtiyacının olmadığını ve hakikî muhtaç olanın asıl bizler olduğumuzu şöyle bir misâlle açıklamamız mümkündür.

    hasta olduğumuzda doktora gideriz. doktor, hastalığımızı teşhis ettikten sonra, bir reçete yazar. sonra da ilâçları belirtilen saatte kullanmamızı ısrarla ister. doktorun niyeti, bir an önce hastasının şifa bulup rahata kavuşmasıdır. doktorun bu iyi niyetine karşı kalkıp, “doktor bey, bu ilâçları kullanmamın sana bir faydası var mı? bir ihtiyacın mı var ki, bu acı ve tatsız ilâçları tavsiye ediyorsun?” dememiz hem yersiz bir hareket olur, hem de kendimizi gülünç bir duruma düşürmüş oluruz.

    bu misalde olduğu gibi, insan olarak mânen hastayız. günah ve şüphelerin kalb ve ruhumuzda açtığı yaralarla mânen dertliyiz. i̇şte yüce rabbimiz, duygu ve lâtifelerimizi günah paslarından temizlememiz, parlatıp nurlandırmamız ve bu mânevî dertlerden şifaya kavuşmamız için yaramıza bir merhem, dertlerimize bir ilâç olarak ibadeti emretmiştir. mesele bu kadar açık ve berrak iken, yine kalkıp da, “yâ rabbî, bizim ibadetimize ne ihtiyacın var, niçin ibadet etmemizi bizden ısrarla istiyorsun?” dememiz, hastanın doktora çıkışmasından bin defa daha yersiz ve gülünçtür.

    bunun yanında kulluk vazifesini yapmayın ibadeti terk eden kişiyi cenab-ı hakkın dünyada mânevî sıkıntıya, âhirette şiddetli azaba çarptıracağını beyan buyurmasının hikmet tarafını şöyle bir misalle izah edebiliriz.

    milletin canına, malına ve namusuna zarar veren bir kişi yakalanıp, hâkim karşısına çıkarıldığı zaman, hâkim suçluyu cürmüne göre cezaya çarptırır, mahkûm eder. bu adam cezayı hak ettiği için kimse kendisine acımaz ve “yazık oldu” demez.

    mutlak adalet ve kudret sahibi olan cenab-ı hak da, ibadeti terk etmekle bütün varlıkların hukukuna tecavüz eden insanı, dünyada ruhî sıkıntılara, âhirette de cehennem azabına çarptırır. bu da aynı hak ve adalet olur.

    gerçekten de, canlı cansız her varlık kendilerine mahsus dillerle yaratıcısını tesbih eder, verilen vazifeyi ekgibsiz olarak yerine getirir. meselâ toprak, içine atılan her bir tohuma saksılık eder, filizlinmesine yardımcı olur. su, dünyaya hayatı bahşederek vazifesini mükemmel bir şekilde görür. ateş, insanların yiyeceğini pişirmek, onları ısıtmak ve daha pekçok vazife görmek suretiyle kendine düşeni ekgibsiz yapar.

    i̇şte, insan kâinata iman gözüyle bakmamak ve kulluk vazifelerini, ibadeti terk etmekle mahlûkatın da ibadetini göremiyor, onları başıboşlukla itham ediyor ve sonunda inkâra kalkışıyor. onların allah tarafından vazifelendirilmiş birer unsur olduklarını da inkâr ettiği için, mânen hukuklarına tecavüz etmiş, zulmetmiş oluyor. bunun için de, cezası bir iken, mahlûkat adedince artış gösteriyor.

    ayrıca, ibadetsiz insan kendi nefsine de zulmediyor. herşeyden önce, insanın ruhu, bedeni ve bütün âzaları kendisine bir emanettir. i̇nsan, sahip olduğu bütün nimetler için ne bir fiyat ödemiştir, ne de ödemeye gücü yeter. meseâ gözümüze hangi kuvvetimizle sahip olduk veya eğer satın alacak olsaydık, değerini takdir edip, ödeyebilir miydikr? bu nimetlerin gerçek sahibi allah olduğuna göre, onları vazifesiz de bırakmamıştır. bilhassa namaz kılarken, bütün lâtife ve hislerimiz de hisselerini almaktadır.

    i̇şte insan ibadeti terk etmekle, bütün âza, duygu ve lâtifelerini âtıl bir vaziyete sokmuş sayılıyor. böylece kendi nefsine de zulmederek cezaya müstahak hâle gelmesine sebep oluyor.

    i̇nsan bilerek veya bilmeyerek yaptığı bütün bu zulüm ve haksızlıkların cezasını dünyada ve âhirette çekeceği için, kendi kendini azabın içine atmış oluyor.!

    i̇nsanı imtihana tabi tutmasının bir hikmeti insanların kendi yaptıklarını bilmesi için de önemlidir. nitekim mahşer meydanında insanın bütün yaptıkları kendisine gösterilecek ve allah'ın adaleti karşısında insan söyleyecek söz bulamayacaktır. şayet imtihan etmeden cennet veya cehenneme atsaydı o zaman nefis beni imtihan etmeden cehenneme atman adalet olmaz diye şekvada bulunabilirdi.

    bir öğretmen düşünün. kimin ne not alacağını bilsin. sınıfa girince öğrencilere ben sizin ne alacağınızı biliyordum. ona göre notlarınızı yazdım. i̇mtihana gerek yoktur. elbette öğrencilerin hocalarına itimadı tam bile olsa nefisleri itiraz etmeye yeltenecektir. i̇şte rabbimiz nefsin bu itirazını önlemek için bu imtihanı yapmaktadır.

    ayrıca bir makine veya bina için bir plan yapılsa, madem ki plan var öyleyse binaya ve makinaya ne gerek var denilebilir mi.

    yarın bir yere gideceğimizi ve şunları yiyeceğimizi planlıyalım. buna göre madem ne yapacağımız belli öyleyse ne gerek var gitmeye ve yemek yemeye diyor muyuz.

    biz bile gündelik basit şeyler için bunu diyemezsek, allah'ın sayısız hikmetlerle yarattığı insanı, madem ne yapacağını biliyordu öyleyse neden imtihan ediyor denilemez.

    cenab-ı hak hakimdir ve adildir. hikmetsiz ve abes iş yapmaz ve adildir. kullarına da zulmetmez.

    kaderin bir manası allahu tealanın yarattığı varlıkların hayat programlarını ezeli ilmi ile bilmesidir. yani insanın anne rahmine düştüğü andan tutun dünyaya gelmesi ve aldığı nefese kadar kaderinde vardır ve allahu teala tarafından bilin
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster