Şu anda, yazarın çok iyi bir anlatım tarzı olduğunu, yeni bir macera ve bilim kurgu serisinin doğacağını, kitabın beni çok etkilediğini söyleyeceğimi düşünenler olabilir. Ama maalesef bu yazımız böyle gelişmeyecek.
Hani bir filme gidersiniz de, keşke buna sinemada gitmeseydim DVD’sini alsaydım ya da nasıl olsa Digiturk’te verilecek orada alırdım vs. dediğiniz oldu mu? Benim sıkça olur, ama bir kitap için böyle düşüneceğim aklıma gelmezdi, özellikle de polisiye-gerilim bir roman için.
Okuduktan sonra damağımda güzel bir kırmızı şarabı yudumladıktan sonra kalan burukluk hissi kaldı ama kötü anlamda hala geçmedi mesela… Kitap 480 sayfa, biz bunun ilk 400 sayfasında gelişmeyi görüyoruz. Bu polisiye romanlar için bir sürpriz değil aslında; birçok roman gelişme bölümünü uzun tutar, bizi o zanlıdan bu zanlıya sürükler, kafalarımızda soru işaretleri yaratır…
Durun durun, öncelikle kısa bir özet vereyim, sonra devam ederiz.
Biraz spoiler içerir ama zaten kitabın tamamı hanüz bu giriş herhalde etkisi yarattığından sorun olacağını sanmıyorum. Okumayı düşünenler varsa ki tavsiye etmiyorum, alttaki özeti es geçebilirler.
Kahramanımız Gurney, dağlık evinde eşi ile oturmaktadır. Eski arkadaşı Mark’tan bir mail alır ve bunun üzerine onunla buluşur. Mark, kendisinin tahlikede olduğunu, isimsiz mektuplar aldığını vs. anlatır. En ilgincide, mektupların birinde aklından bir sayı tut denip, sonraki mektupta bunun bilinmesidir. Bu hem Mark’ı korkutmuş, hem de Gurney’i şaşırtmıştır. Bu arada, Gurney, eski bir dedektiftir; uzmanlık alanı ise seri katillerdir hatta teşkilatta herkes ününü duymuştur.
Mark ile buluşmalar vs. derken kitabın 200 sayfası böylece çöpe gider, hiçbir şey olmadan. Hani siz mektuplardaki anlam ne olabilir diye düşünürken, ya da Mark’ın aklından tuttuğu sayıyı bildiği için acaba ne zaman bilim-kurgu unsurunun gündeme geleceğinin hayalini kurarken bir anda Mark ölür. Ardından 4 kişi daha ölür aynı şekilde.
Bundan sonra bir 200-250 sayfa daha hiçbir yere gitmeyen delillerin hikayesini okumaya devam ediyoruz. Lakin sorun şu ki, hiçkimseye yönlendirmiyor sizi bu deliller. Hani bir komşuya, polis içinden kirli bir polise ve hatta dedektif’in kendisinden bile şüphe duymanıza neden olamıyorlar. O derece yavan yerleştirilmiş yani.
Son 50 sayfada yeni bir karakter giriyor kitaba. Yani çok nadir çıkmaya başlamıştı 300 sayfadan sonra ama hani hiçbir kanıtı ona yönlendirmemişti yazar, azıcık da olsa. Hoş, kimseye yönlendirmemişti.
Sonra bir anda katil ortaya çıktı ve 10 sayfada öldü.
Evet katil çocukken şiddet görmüş, babası annesini sakat bırakmış, yetimhanede büyümüş ve ne hikmetse güzel bir servet yapıp şirket kurmuş sonra. Yine ne hikmetse delirmiş ve babasının intikdıbını almaya karar vermiş hem de tüm polislerden.
Çok şaşırtıcı değil mi?
Yani yazarın ilk kitabı deyip geçelim diyorsunuz ama nedir bu bestseller heryerde… Malum yazar bir reklam şirketinden CEO olarak emekli olmuş. Bir tahmin edin bakalım kaç tane gazetede eleştirmen tanıyor olabilir. iyi bir tanıtım ve 2 3 tane ünlü gazete-dergi’de yalaka birkaç eleştirmenin övgüsünü alınca bir anda bestseller oluyorsunuz.
Buradan Dan Brown, John Christophe Grange, Christian Jacq vb. isimlere seslenmek istiyorum:
iyi ki varsınız !!!
Büyük bir hevesle aldığım kitabın ilk 50 sayfası sadece bir evde geçip okuma ndıbına bir şey olmayınca bir buçuk al kapağını dahi açmadım. Sonra bir gün internetsiz kalınca okuyayım bari dedim, konu canlandı canlanacak diye bir heves gaz vere vere kendime okudum ama hiçbir şey olmadı.
Kanıt dizisinin bir bölümü gibiydi diyebilirim. Hatta Kanıt’taki komiserler çok daha havalı olurdu kitapları yazılsa
*
Yani tabi okuyup okumamak size kalmış ama bana sorarsanız vaktinizi boşa harcamış olursunuz. Bir polisiyede hiç mi ‘ohaaaaa zekaya bak’ demezsiniz. işte bu kitapta demiyorsunuz.
Kitaba puanım 4. O da dedektifin ve hayatının ne kadar sıkıcı olduklarını 400 sayfa boyunca anlatabildiği için. Onu da yapamayanlar var.