1. 1.
    +8
    salt dehşet.

    filmin bir amacı var mı bilmiyorum, herkes türlü yorumda da bulunmuş zaten. sağlıklı dimağa hitap etmediğini söylemem şart olsa gerek. rahatsız beyinlerde neyi ya da neleri tetikleyebileceğini ise düşünmek istemiyorum.

    klagib anlamda estetik "güzellik" ile alakalı iken, çirkinliğin de coşkulu ve hezeyanlı bir sanrı sunabileceğini en net haliyle kanıtlamış az sayıdaki filmlerden biri. ne anlattığını kelimelerde değil de, o an hissettiklerinizde arasanız daha iyi. sanki enstrümantal müzikmiş gibi algılanması gerektiği kanaatindeyim. biz david lynch'in yaptığı her işi "şöyle böyle demek istemiş" diye ölçüp biçme alışkanlığına takılıp kaldığımız için, bunu da sözle ve kelimlerle düşünmemiz gerektiğine şartlanıyoruz oysa motivlerimiz ve hislerimiz kelimelere dökülmeksizin bir yapı oluşturuyor ve içrek bir kavrama yetisiyle anlamlanıyorlar.

    filmin sadece içeriği değil, prodüksiyonu ve ortaya çıkışı da çirkin. inanılmaz deneysel bu açıdan. yani "güzeli anlatan bir film" yapmaya çalışırsın, yapamazsın, "güzeli anlatma çabasındaki çirkin bir film" elde edersin. "çirkini anlatan bir film" yapmayı denersin, yaparsın, "çirkini ya da çirkinliği anlatan güzel bir film" elde edersin. begotten çirkinliği anlatan son derece çirkin bir film. itici, mide bulandırıcı, ucuz, pespaye, inanılmaz salaş bir film. ama sanat bence filmde değil zaten. sanat burada tamamen formda. o formu akıl etmiş olmakta. filmin çirkin olmasına karar vermekte, filmi çirkin yapmak için uğraşmakta. filmin kendisinde değil, yapılışnda aramak lazım sanatı.

    ve daha da ilginci, asıl sanat ekranın bizim tarafımızda kalan gerçek kısmında. izleyenlere bakın, sadece begotten'ı değil, izleyiciyi, o anki izleyiciyi de elias mehrige yapmış. o ruhu ve dokuyu yapmış. eğer filmi izlerkenki haliniz bir tablo ise, filmin kendisi sadece boyalı fırça. aslında eser sizsiniz ve ressamda merhige'in kendisi.

    postmodernizmin ruhuna da çok uyuyor ayrıca. zaten sanata yeni bir bakış açısı getirmek demek, uç olanı ve çirkini sanat kabul etmek değil, eserin ait olduğu düzlemden hortlayarak çıkması, başka bir boyutta iz düşümünü oluşturması ve eserin kendisinin dışında birşey yaratabilecek güce ulaşması, eserin eser sahibi gibi davranması demek.

    begotten sizi bu konuda çok çok karanlık bir yapıta dönüştürebilecek güce sahip.

    eğer filmi hissederseniz (anlamayı boşverin, anlamak, en komplike hissiyatların yığıldığı devasa öbeklere kısayollar oluşturmak, çağrışımı kolaylaştırmak için onlara isimler uydurmak demek, siz zor yolu seçin, adlandırmaya çalışmayın) hayatınızın filmden önceki ve sonraki hali belli noktalarda bambaşka olacak. buna benzer bir kavrayışı çok çok daha derin iz bırakan ve şiddetli hali olmakla beraber insan sadece doğarken ve ölürken yaşar.

    her kafanın kaldıramayacağı, çok ağır bir film. argümanı çok çok öznel olan bir film. bu yüzden kült. elias mehrige zaten sorunlu bir adam. kendi rahatsızlığını daha iyi nasıl anlatabilirdi bilmiyorum. insanın ne kadar paranoyak ve sapkın olduğunu da yüzüne çok güzel şekilde vuruyor. filmde net bir kan, iç organ tarzı iç kaldıracak detay yok. bu tip çoğu sahnede kumaş ve toprak kullanmış.

    ama zaten sorun da burada, siz o şeyleri gördüğünüzde, belirli ön yargılarla onların iğrenç ve dehşetli kan ve et manzaraları olduğunu düşünüyorsunuz. aslında toprak ve kumaşa çok daha fazla benziyorar. ama inatla objelerin ve bir takım parçaların bu yönünü algılamıyoruz. film bu noktada içimizin ne kadar fesat olduğunu da kanıtlıyor. zihni zehirlenmemiş olan bir çocuğa filmdeki o şeylerin toprak olduğunu söylerseniz, iç organ efekti için kullanılan şeyin ona göre her zaman toprak olduğunu ve filmde de toprak olarak kullanıldığını düşüneceğini biliyoruz. ama yetişkin birey böyle kabul edemiyor. çünkü bir beklentisi var, kan, iç organ ve daha başka vücutsal sıvı ve parçalar görme beklentisi içerisindeyiz.

    filmin en karanlık mesajı da bu zaten. ve gariptir, bunu kendi içeriğinde de veriyor. dehşet ve vahşet beklentisi içerisinde olmanın nasıl birşey olduğunu hem ekranda hem de ekranın dışında, en ince haliyle işlemiş yönetmen.

    sonuç: bazı filmler izleyici olmadan da birşey ifade ederler. konuları net ve açıktır, anlaşılması için tamamlayıcı bir insan unsuru gerekmez, kooperatif bir tavırla kendi varlığınız filmi tamamlamaz çünkü olaylar zaten tamdır, şahıslar, mekanlar, zamanlar hep tamdır. size gözlemlemek düşer sadece.

    ama bu film söz konusu olduğunda, yönetmenin eseri sadece film değil, filmin izlenişindeki halin ta kendisi de tasarlanmış bir eser ve sizde buna dahil oluyorsunuz.

    begotten, izleyiciyi tuzağına düşürdüğü ölçüde sanat olmaya başlıyor. öyle ki, filmin kendisi bile neredeyse "sadece bir film olduğunun farkında". ki bu zaten büyük paradoks. sadece film olduğunun "farkında olan birşey" nasıl sadece bir film olabilir?

    bakın filmin içeriğinden gayet bağımsız şekilde filmden bahsettim.

    ama yine de çok korkuyorum...
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster