yıllar evvel mısır’a gitmiş bir tanıdığımız “mısır’da yalan söylemek normal bi şey. kimse utanmıyo yalancı durumuna düşmekten” demişti de aklım çıkmıştı, inanamamıştım. hani iki gün avrupa gezmiş insanlar hemen başlarlar ya “abi almanya’da insanlar çok nazik, gülümseyerek selam veriyolar, burda herkes ayı gibi” diye memleketi kötülemeye. ben yakına kadar “yav olur mu öyle şey, kötü bir millet olur mu? biri ne kadar kötüyse diğerleri de o kadar kötüdür ya da iyidir” diye düşünürdüm.
şimdiyse kusuruma bakma ama, senin ciddi ciddi kötüleştiğine inanmaya başladım. hani bu topraklarda yetişenler bambaşka hoşgörülü oluyodu lan, yıllarca öyle bilmedik mi? nooldu da bu kadar sinirli bi insana dönüştün peki? sana uygun gelmeyen hiç bi şeye tahammül etmek istemiyosun. isterse ülke ekonomisi süper olsun, dev alışveriş merkezleri açılsın, duble yollarda istediğin kadar bas git arabanla, sen böyle olduktan sonra neye yatıycak? cebinde parası olan sinirli insanlar mı olalım hep birlikte yani? koca heykel niye yıkıldı lan? kusura bakma aklım hep ona gidiyo. nasıl bi mantıkla gaza gelindi de yıkıldı?
bak o olayın olduğu günlerde bi taksiciyle muhabbet ediyoruz, “yıkılsın kardeşim!” dedi. böyle bi cevap karşısında aslında susmak lazım ama ağzımı tutamadım,”ya niye yıkılsın abi? heykelin kendisi güzel de olmayabilir, ama ifade ettiği bişey var, bi de dikilmiş işte oraya. neden şimdi ucube diyip yıkıyolar? normal mi bu sence?” dedim. mantıklı bi cevap bekledim, hani “şu yüzden yıkılsın” desin ki diyalog ilerlesin diye. adam sadece “yıkılsın yaa boşver yıkılsın!” dedi zevk alır gibi. sanki heykeller toplaşıp küçükken bununla dalga geçmiş de şimdi intikan alıyo gibi. bu tavır sana da garip gelmiyo mu? o taksici de sen miydin lan yoksa? sen de her işi yapmışsın mna koyiyim, otobüs şöförü müsün taksi şöförü müsün belli değil. arada vapura da biniyosun filan, ilginç adamsın. (kötü espri gücümle seni pis döverim)
yakına kadar “bu sadece bi dönem. bu adam da değişicek. sadece kötü günler geçiriyo, ondan sevmiyo beni” diyodum ama sen galiba artık eskiye dönmiyceksin. hayatında yurtdışında yaşamaya özenmemiş olan bana bile “eyvah ya, bizim dergilere de bi şeyler olucak, bu işi yaptırmıycaklar bana. kız arkadaşımın omzuna da kolumu atamıycak mıyım artık? başka ülkeye mi gitmek lazım? gitsek naapıcaz, ne tak yiycez” dedirttin.
çünkü sen ilerde etek giydiği için otobüste kızıma yumruk atıcaksın gibi geliyo bana. oysa kızımla ben, senin kızına hayatta karışmazdık. yemin ediyorum karışmazdık. herkesin istediği gibi giyindiği, istediği gibi yaşayabileceği bir memlekette yaşamaya hazır ve istekli olurduk. işin kötüsü, sen bunları okuduğunda azıcık düşünmek yerine “beğenmeyen defolsun gitsin lan!” diyosun, biliyorum ben seni. zaten burda yaşamamı istemiyo gibisin. vapurdan dışardaki süper boğaz manzarasını izlemek yerine beni ve kızarkadaşımı kontrol ediyosun, ordan belli. aynı şekilde bunları yazdığım için neler hissettiğimi, beni ciddi ciddi endişelendirdiğini anlamak yerine “tribünlere oynuyosun” diyceksin.
bütün bunlara rağmen, çok umutlu olmasam da, belki, bi ihtimal, bu günler de geçer. çünkü birbirimizi anlamıyo olabiliriz cidden. ama tek ricam, sinirli olma. ne biliyim mezar kırma, heykel kırma, yumruk atma diyorum, çok bi şey de değil yani. kurban olıyım “burdan gitmek lazım” geyiği yapanlarla dalga geçen beni bile bu otobüslerden bu vapurlardan bu sokaklardan soğutma işte. elin fransızına bonjur diyemem ben, sana selamünaleyküm derim, bin kat da tercih ederim. hem ben bişeyci ya da başka bişeyci de değilim. çocukken aynı mahallelerde oynardık, yabancı değilim tanıyosun beni. bakarsın bi gün karşılıklı otururuz, iki çay söyleriz, anlatırsın derdini. yemin ederim ne dersen dinlerim. dersin ki “bak kardeşim ben sana dargınım çünkü şöyle şöyle yapmıştın”. ben de sana derdimi anlatırım, gülüşürüz ederiz. işte o günün gelebileceğini umarak, sana mezarını kırıp yıktığın can yücel’in meşhur bi şiirini hediye ediyim hadi. tamdıbını da bilmiyodum internetten baktım idare et.
en uzak mesafe ne afrika’dır,
ne çin,
ne hindistan,
ne seyyareler,
ne de yıldızlar geceleri ışıldayan.
en uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir,
birbirini anlamayan.
Ersin Karabulut/Sandık.içi- Uykusuz dergi
okuyun panpalar toplumumuzla ilgili acı bir gerçek eminim okuduktan sonra facebooka share edeceksiniz alın linki
http://www.yesilgazete.or...degistin-ersin-karabulut/