1. 26.
    0
    bunu okurken bu iyi gider

    http://fizy.com/#s/1agn9y

    Vazgeçiş ( part 2 )

    bir ay sonra diyor annem, daha zamanımız olduğunu ima edercesine. bilmiyor halbuki bir ömür verseler bile insanın böylesine bir vazgeçişi kabullenemeyeceğini. masadan sigarayı ve çakmağı alıp hiçbir şey demeden yakında duvarlarında anılarımın gömülü olacağı odama çekiliyorum. bir dost daha yakıyorum titrek ellerle. çaresizliğin daniskasını yaşayan bedenimi zaptetmek kolay olmuyor haliyle. dostumun dumanı karışıyor duvarlardaki anılarıma. birden bi sıcaklık hissediyorum yüzümde, ölüyorum sanıyorum. yanaklarımda bir şeyler geziniyor. dudaklarımın kenarında akdeniz kadar derin ve anlam yüklü, bir o kadar da tuzlu o su damlacıklarını hissedince anlıyorum. ağlıyorum. bana çok yabancı bi duygu. en son 8-9 yaşlarında barış manço’nun ölüm haberini televizyonun anons geçtiği zamanlarda ağlamıştım. benim için ayrı bir yeri vardı onun. belki taa o zamanlarda, benim 1 ay sonra yaşayacağım ya da her insanın bir gün mutlaka yaşayacağı ayrılık duygusunu anlattığı için ayrı bir sevgi duyuyordum ona. ne diyordu; iki küçük kol düğmesi, iki ayrı kolda. dostumun dumanı hıçkırıklara, hıçkırıklar tükürüklere karışıyor. yalan yok, köpek gibi ağlıyorum. parmaklarımın avuçlarımla birleştiği eklem yerlerinden birini çatlatıyorum duvarları yumruklarken. hiçbir hissi tam olarak algılayamıyorum, ne elimin verdiği acıyı, ne hiç tanımadığım bi memlekete gidicek olmamın verdiği korkuyla karışık şaşkınlığı, hiçbir şeyi. herşey bi kabus diyorum, gibik amerikan filmlerindeki kabuslardan. gözlerimi kapatıcam, ona kadar sayıcam ve herşey eskisi gibi olucak diyorum. çocukların çeşmenin altına kafalarını soktuğu, güneşin solunum yapan her canlıyı kavurduğu, benim bankta oturup etrafı izlediğim o ana dönücem. açıyorum gözlerimi. anılarım karşımda. yatağım, masam, kazara kırdığım pencerenin cdıbına yapıştırdığım candan erçetin posteri. herşey bu kabusu doğrularcasına karşıma dikilmiş, hayatın beni gibeceği gerçeğini dikenli bi sopayla yüzüme vuruyor

    yorgun düşüyorum yatağımda. gözlerimi kapatıyorum. onunla birlikte geçirdiğimiz günleri hatırlamaya çalışıyorum. birlikte izlediğimiz filmleri, okul çıkışları biraz birlikte yürüdükten sonra ayrılmak zorunda kaldığımız o yol ayrımını. size hissettiğim aşkı tarif etmemi beklemeyin. başlarsam eğer ne ormanlar yeter sayfalarıma, ne de okyanuslar yetişir kalemime mürekkep olmaya. ben ona sadece aşk diyorum.

    olayın şokunu atlattıktan sonra bir başka gerçekle daha yüzleşiyorum. bunu ona nasıl söyleyeceğim gerçeği. bir başka çaresizlik denkleminin bilinmeyen elemanı oluyorum. söylediğim anda onun neler hissediceğini düşünüyorum, bir kez daha vazgeçiyorum bu kararımdan. yaklaşık sekiz dünya nüfusu kadar daha vazgeçişten sonra kararımı veriyorum. istemeye istemeye telefona gidiyor elim. aşkım diyerek açıyor telefonu. aşkın yok demek geliyor içimden, ben arta kalanlarıyım. sevgilim diyorum buluşmamız lazım. anlıyor bi terslik olduğunu, her konuşmamda cümlemi hangi kelimeyle bitireceğimi bildiği gibi bunuda biliyor bi şekilde. tamam diyor, bizim ordaki parkı kararlaştırıyoruz yine her zamanki gibi. kapatıyorum telefonu. parkta oynayan her çocuğun üzerine onun kokusunun işleyişi hatırıma geliyor. çok severdi onlarla vakit geçirmeyi. hele kız çocukları. bırakıyorum kendimi yatağa, yaklaşık yarım paket daha dost yanıyor benimle birlikte, yarım paket allahın belası sigara daha doluyor göğüs kafesime. buluşma saati geliyor. benden arta kalan ne varsa topluyorum kıyafetlerimin içine, en kalın zırhımı kuşanıyorum üstüme; soğukkanlılığımı. çıkıyorum evden.
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster