+21
dizilerde, filmlerde duyarız. babam benim kahramanımdı, ve en iyi dostumdu der adam. herkes duygu dolu anlar yaşar. benim babam benim kahramanım değil. dostum da değil. benim babam, sadece babam.
15 sene oldu neredeyse, evden ayrıyım. önce öğrencilik, şimdi çalışma hayatı. bayramdan bayrama gidiyorum yanına. çocukluğumdan hatırladığım baba figürü çok klagib. çalışan, eve para getiren, akşam rakısını içen, masada ağzını şaplatma özgürlüğüne sahip, takım eşortman giyen adam. budur bendeki baba tanımı. hiç gel evlat biraz beysbol antrenmanı yapalım ya da haftasonu birlikte balık tutmaya gidelim, gece kamp yapar ve aşk hayatındaki sorunlara çözüm ararız demedi bana. gülerek omuzuma ufak bir yumruk atıp hey evlat, şükran günü yemeğine o fıstığı davet edeceksindir umarım da demedi. iyi ki de demedi. istemezdim çünkü. böyle iyiydi işte. o babaydı ben oğul. yoğurt al eve giderken dedi bana mesela. şu saçları biraz kısalt, ensen hava alsın dedi. pazar günü teknesini onarmadı belki hiç garajda. ama mutlaka ya mutfak lavabosunun altından tamir setini isterken gördüm, ya da küvette akvaryumunu temizlemeye çalışıp etrafı batırdığını. bir defasında bulaşık makinasında yıkamıştı o akvaryumun içindeki taşları. annem boşuyordu az daha. aylarca balık kokan bardaklarda su içtik.
demem o ki, evin içinde dolaşan bu normal adamla yakınlık kurmadık hiç. ama telefonu kapatırken -seni seviyorum baba -ben de seni oğlum diyaloğu yaşanmadıysa aramızda, bu birbirimizi dizilerdeki baba-oğul'lardan daha az sevdiğimizden değildi. sadece babaya seni seviyorum denmezdi benim yaşadığım coğrafyada. anneye yine bir şekilde belli edilirdi bu sevgi. ne bileyim arada bir yanağı sıkılır, vay valide sultana bak, patates kızartmış denir, öpülürdü yanağından. ama bıyıklı adama denecek laf değildi bu.
en iyi dostum meselesi başlı başına saçma zaten. en iyi dostuyla sokaklarda gezip, salak işler peşinde koşar insan. en iyi dostu yoğurt al giderken demez. ense tıraşının uzunluğu ile ilgilenmez. her şeyi konuşabileceğin, yargılanmayacağın, aralarda ayar yemeyeceğin biridir dost. tabii biz de çıktık balığa babamla. hiç konuşmadık ama. arada rüzgar ordan esiyor dedi, denizin rengi kötü dedi, olta takımına bahane buldu. saatlerce oturduk. dönüşte istarvit aldı bir kilo. anneme biz tuttuk diyelim mi? dedim. filmde olsak bu sır hep aramızda kalacak ama derdi. cevap vermedi. arabaya bindik eve gittik.
kısa film klübü kurmuştuk bir arkadaşımla yıllar önce. üzerinde çok kafa patlattığımız bir afiş yapıp bastırdık yüzlerce. bu afişler ellerimizde neşe içinde yürürken babamla karşılaştık. arkadaşım göstersene afişi dedi. baskıların arasından bir tane çıkartıp gösterdim. baktı bir iki saniye, geri verdi. torbaya koydursaydınız, böyle elde taşınmaz dedi gitti. tek kelime etmedi. nasıl bir klüp bu, neler yapmayı planlıyorsunuz? diye sormadı. tebrikler çocuklar, umarım başarılı olursunuz demedi. torba dedi. taşınmaz böyle dedi. şimdi ben nasıl diyeyim benim kahramanmdı diye? alttan iple sarsaydınız iki tur diyen baba için denebilir mi bu?
benim babam kahramanın ötesinde bir yerdedir hep. kahramanların ekgib yönleri vardır. bir noktada zayıflıkları çıkar ortaya. babam 3 çocuğunu hiç bir şeyden mahrum bırakmadan büyüttü. iyi insan olmayı hey otur da sana bir hikaye anlatayım diye mesaj içerikli sıkıcı edebiyat ile aşılamadı. bizzat öyle yaşayarak anlattı bunu. kahraman dersen iki gün sonra daha güçlüsünü görür onun hayranı olursun. halbuki babanın süper güçleri bir ömür senin yanında olur.
son gittiğimde gel denize gidelim dedi. 64 yaşında adam ben denize giremedim bu yaz diye üzülmüş. sen kullan dedim ve yol boyunca hiç konuşmadık yine. hep gittiğimiz, gayet güzel bir sahil vardı. şezlonglu, şemsiyeli, kafeteryalı, iskeleli. oraya gitmiyormuşuz. çok güzel bir sahil keşfetmiş. uzun uzun gittik. hayatımda gördüğüm en kötü kumsalı orada gördüm. bakımsız, bomboş bir sahil. hava rüzgarlı, deniz kirli. çok uzakta bir iki elbiseli kadın kıyıya oturmuş. sakallı bir adam kuma gömmüş kendini. başka kimse yok. bir havlumuz var. çıplak güneşin altına oturduk havluya denize bakıyoruz. rüzgar estikçe gözümüze toz giriyor. halbuki gazetemi alıp şezlongda kola içecektim ben. herhangi bir şey söylemiyorum mekanın berbatlığı ile ilgili. lacivert renkli, yosunlu marmaraya bakıyoruz. sonra kalkıp denize yürüyoruz. buz gibi suda konuşmadan bekliyoruz biraz. çıkıp eve gidiyoruz. ne bir sevgi sözcüğü söyleniyor ne de iltifat. onu ne çok sevdiğimi hiç söylemeyeceğim. o benim babam çünkü, sadece babam.