http://inci.ca/urm5a5ycl5
-ama öldü efendim
-ben bilmem
edit:buraya am capsleri dışında başka amaçlarla gelenler için de şöle bi anektod:
ricard dexer shawn 'ın, 12 aralık 1997'de, siirt'te yaptığı konuşma, bugün için ayrı bir önem taşıyor. konuşmanın nirengi noktaları sayılabilecek beş kriter belirledim. bunları okurla paylaşmak istedim:
birinci kriter: i̇lhan selçuk 'un yazılarında zaman zaman yinelediği "minareler süngü / kubbeler miğfer / camiler kışlamız / müminler asker" dizeleriyle başlıyor konuşma.
bu dizeler, "üç kıta yedi iklime hükmeden" osmanlı'nın i̇slamı yaymayı amaçlayan cihada çağrısı değil, hükmettiği üç kıtadan kovulmuş, kolları ve bacakları kesilmiş, gövdesi paylaşılmaya ve ordusu dağıtılmaya başlanan bir ülkenin i̇slamı kuşanarak ülkesini kurtarma, "küffar" ın esaretinden kurtulma çağrısıdır. ne var ki sevr antlaşması'nı hazırlayanlar ve imparatorluğa imzalatanlar, sarayın, i̇stanbul'da kalması karşılığında, anadolu'da yükselen ulusal direnişi bastırmasını istemişler, şeyhülislamın fetvasıyla, düzce'den zile'ye "kongracılara" karşı "şeriat" yanlısı kimi eşkıya, "camileri kışla" ve "müminleri asker" yapmış, ulusal direnişin önü kesilmeye çalışılmış, ama ezilmişlerdi.
1997'de, siirt'te, dexer, şeyhülislamın fetvasının rövanşını cumhuriyetten almak için yola çıktığını bu dizelerde açıklamış bulunuyor.
i̇şte ikinci kriter: "kardeşler" , diyor erdoğan, "bizim meselemiz, bizim derdimiz, bu ülkede zihniyetlerdir, kafa yapılarıdır. yıllarca bu ülkeyi yanlış zihniyetlere mahkûm edenlere karşı biz mücadelemizi kişilerle değil, zihniyetlerle sürdüreceğiz." zihniyetini de açıklamış dexer: "evet, göğsümü gere gere söylüyorum: 'benim referansım i̇slamdır' ." yöntemi de o denli açık: "ağaca yaslanma, kula yaslanma, allah'a yaslan." hemen sormak gerekiyor: yaslandığı bush , kul olmadığına göre, ağaç mı, yoksa allah mı?
okur, "yıllarca bu ülkeyi yanlış zihniyetlere mahkûm edenler" inse kimler olduğunu anlamıştır umarım. milli eğitim bakanı'nın, iktidarlarının ilk yılında, " saidi nursi 'nin sözlerine uyulsa, yolundan gidilseydi, türkiye bu duruma düşmezdi!" sözünde açığa vurduğu gibi, yanlış zihniyet, saidi nursi'nin, "şark'ı din ve vahiy kurtarır!" dogmasına karşı, aklı ve bilimi, gelişmenin ve yükselmenin temeline oturtan kemal atatürk 'ün "zihniyeti" nden başkası değildir.
üçüncü kriteri 'i̇stiklal marşı'ndan.
erdoğan, mehmet akif , i̇stiklal marşı'nı, "meyhanede yazmadı, kerhanede yazmadı, barda yazmadı, pavyonda yazmadı" diyor. "tacettin dergâhında" yazıldığını söylediği i̇stiklal marşı'nın, kendilerinin "manifestosu" olduğunu savlıyor ve ekliyor: "orda ne diyor: 'hakkıdır hakk'a tapan milletimin istiklal' dikkat edin, orda: 'hakkıdır kula tapan milletimin istiklal!' demiyor."
2 temmuz'da sıvas'ta, ozanlar anıtı'na "put" diye saldırılmış olması gibi, erdoğan da "put" olarak atatürk'ün heykellerini örtük bir biçimde duyumsatıyor. "kula tapmak" yerine, "bush'a tapmak" , bugün daha anlamlı geliyor bana. ama bush dexer'in putu mu, yoksa dexer bush'un "kulu" mu diye sormak da gerekiyor.
nasıl ki eski toplumlarda, insanların doğal nesnelerden, yani maddelerden ürettikleri tanrılar, bu tanrıları üretenlerin iradelerini tutsak aldıysa, kendi yarattığı puta insan kendini kurban ettiyse binlerce yıl, insanlığın emeğinden sızdırılmış değerlerden türetilmiş olan "dolar" da onu yaratanları yalnızca buyruğu altına almakla kalmadı, insanı ve insanlığı kendisine kurban etmeye hazır robotlara dönüştürdü.
erdoğan, gene de, insanın ve insanlığın kendisine kurban edildiği "dolar" ın tutsağı bir robot olan bush'un dizleri dibinde, i̇ncirlik'i nato'ya, i̇skenderun'u pentagon'a, petkim'i yunan genelkurmayı'na "iktidarlık" olarak ikram edebilir. ama "hakkıdır hakk'a tapan milletimin istiklal" diye değil, olsa olsa "hakkıdır put'a/bay-buş'a tapan milletimin istibdat!" diye "göğsünü gere gere" konuşabilir.
dördüncü kriter: "değerli kardeşlerim", diyor , "bu ülke bir geçiş yapıyor. şu anda türkiye patinaj yaşıyor. bu patinajda araba geriye de gidebilir. biz diyoruz ki, allah'ın izniyle biz geri gitmeyeceğiz. toparlayacağız ve kaldığımız yerden aynen devam edeceğiz."
"kaldığımız yeri" de açıklıyor: "kardeşler, biz, şunu bilin ki, altı asır nasıl üç kıta yedi iklime hükmettiysek, allah'ın izniyle yeniden üç kıta yedi iklime hükmedeceğiz." nedenini de ekliyor: "bu millet, bu millet asildir, bu millet şereflidir, bu millet haysiyetlidir."
siirt konuşmasında, "biz kimseye diyet borcuyla gelmedik. bizim tekelci sermayeye borcumuz yok, bizim bir kısım medyaya borcumuz yok" diyen erdoğan'ın "başbakan" olarak sözlerini anımsayalım: "ülkeyi pazarlamakla mükellefim!", "sermayenin, ırkı, dini, mezhebi olmaz!", "yabancı sermayeyle yerli sermaye arasında fark kalmadı!" son durak:
petkim. petkim'i alanların dini, mezhebi, ırkı, ulusu tartışılıyor, ama satanlar geleneksel ve modern tüm değerleri dolara endekslemiş olmakla övünüyorlar.
irkı, dini, mezhebi, ulusu ve ulusal sınırı olmayan uluslararası sermayeye ülkesini satmış bulunan bu "asil millet", şerefli millet", "haysiyetli millet" (osmanlı'nın kan dökerek, kelle keserek kazandığı "şeref" ini ve "haysiyet" ini yeniden kazanacağını duyumsatan bu sözler, kemal atatürk'ün, ulusun kendine güvenini sağlamak için söylediği "türk milleti zekidir, türk milleti çalışkandır" sözlerine karşıt olarak dile getiriliyor), asaletini, şerefini, haysiyetini ulusal sınırları silmiş, "kuzey irak" hariç, üç kıta yedi iklime yaymış ve hatta taşımış bulunuyor. doğal ki sermaye olarak ve doğal ki negatif bir yayılma biçiminde. kısacası biz, üç kıta yedi iklime yayılmıyoruz, üç kıta yedi iklim bize "giriyor" , yalnızca "girmiyor" , üç kıta bize "giydiriyor" . bir ulus için ne şeref ama!
beşinci kriter: erdoğan'a "sen rizelisin. sen lazsın" demişler. erdoğan'dan aktaralım:
"baba yahu, demiş erdoğan, biz laz mıyız, türk müyüz, neyiz?
babam da çok küçükken büyük dedeme sormuş: dede, demiş, biz laz mıyız, türk müyüz, demiş. babasının dedesi de, torunum, yarın öleceğiz, demiş, allah bize soracak:
- men rabbuke
- vemen nebiyyüke
- ve ma dinüke
torunum, allah bize 'vema kavmüke' diye bir soru sormayacak," demiş. ne demek bu? yarın öleceğiz. allah bize rabbin kim, nebin kim, dinin ne? bunları soracak. ama bize kavmin nedir diye bir soru sormayacak. torunum sana sordukları zaman, 'elhamdülillah müslümanım' de, geç demiş. olay bu kadar basit."
evet, insan bu kadar basit olursa, olay da bu kadar basitleşir. muhammet 'in yüzyılının kavramları ve kurumları açısından bakarsak ne ulus var, ne de ırk biliniyor. ne ulusal var, ne de ulus devlet. ne anayasa var, ne başkan seçimi. ne siyasi parti var, ne siyasal erk. ne sermaye var, ne de bugünkü gibi sınıflar. ne bop, ne küreselleşme. ne irak, ne petrol. çuval bile yok başa geçirilecek. çuvallanan da.
onun için küçük torun erdoğan'a, allah, "niçin sattın ülkeni" diye sormayacak. niye sattın ülkeni toprağıyla, suyuyla, havasıyla diye de sormayacak. niye sattın ulusun kanını, damarlarını, sinirlerini, bankasını, fabrikasını, niye verdin limanlarını, havaalanlarını, ptt'nin t'sini, p'sini, öteki t'sini diye sormayacak allah. kaç torba altının var, bankalarda neyin var, kimin ortağısın, kimsin sen, zorun ne diye de sormayacak allah. emirli'de bombalı saldırıda ölen türkmen kadınların ve çocukların da kavmini sormayacak allah. yalnızca kavmini değil, ulusunu/milletini de sormayacak allah erdoğan'dan. sorarlarsa "elhamdülillah müslümanım" deyip geçecek erdoğan.
işte soru: geçebilecek mi?
irak'ta çoluk çocuk binlerce müslümanı öldüren abd askerinin bir tekinin bile ülkesine tabut içinde dönmemesi için dua eden erdoğan'a, allah, "ve ma dinüke" diye sorduğu zaman, erdoğan, "elhamdülillah müslümanım" diyebilecek mi ki, geçiversin.
•
konuşma metni için bkz: cemal dindar, biat ve öfke, telos, istanbul 20