1. 1.
    0
    ulu hâkan, 1918'de vefât ettigi zaman bütün magdur ve mazlûm millet yas baglamis, bütün istanbul halki görülmemis mahserî bir kalabalikla o'nu dîvân yolundaki türbesine defnederek âhiret'e yolcu ederlerken bazilari:

    "bizi birakip nereye gidiyorsun ulu hakan?" diyerek agit yakmislardir.

    kendisine karsi en çirkin ve siddetli muhâlefeti göstermis bulunanlar bile, zamanla ve arkasindan sökün etmis olan fâcialarin îkâziyla uyanarak nedâmet hislerini terennüm etmislerdir. bunlardan biri olan filozof rizâ tevfîk'in de kulaktan kulaga yayilip meshur olmus bulunan abdülhamîd-i sânî'nin rûhâniyetinden istimdâd isimli si'rini dikkatlerinize sunalim:

    nerdesin sevketli abdülhamîd han?

    feryâdim varir mi bârigâhina?..

    târihler adini andigi zaman;

    sana hak verecek ey koca sultan!

    bizdik utanmadan iftirâ atan;

    asrin en siyâsî pâdisâhina!..

    pâdisâh hem zâlim hem deli dedik;

    ihtilâle kiyâm etmeli dedik;

    seytan ne dediyse biz "belî" dedik;

    çalistik fitnenin intibâhina...

    dîvâne sen degil, meger bizmisiz;

    bir çürük iplige hülyâ dizmisiz;

    sâde deli degil, edebsizmisiz;

    tükürdük atalar kiblegâhina!..

    nâdimlerden biri olan süleyman nazif de nedâmet hislerini söyle ifâde eder:

    kaç zamandir gelmemisken yâda biz;

    iste geldik sen'den istimdâda biz;

    hasret olduk eski istibdâda biz!..

    a
    filistin'in ilk mazlûmu abdülhamîd han'dir. çünkü hal'i o'nun filistin mes'elesinde yahûdî teodor hertzel'e mukâvemeti sebebiyle gerçeklesmistir.

    vefâti ile bütün islâm âlemi âdetâ yetim kalmistir. çünkü gerçek mânâsiyla hilâfeti ayakta tutan o idi. kendisinden sonra -askerî gâileler sebebiyle- bir daha bu dirâyeti göstermek mümkün olmamistir. gerçekten sultân abdülhamîd, 1900 yilinda çin'de milliyetçi bir grup tarafindan alman büyükelçisi kettler katledilip büyük bir bati aleyhtari hareket baslayinca, "boxer isyâni" denilen bu hâdise dolayisi ile wilhem'in kendisinden yardim istemesini bahane ederek oraya bir "nasîhat hey'eti" göndermis ve pekin'de uzun müddet faâliyet gösterecek olan "hamidiyye üniversitesi" adiyla bir dînî tedris müessesesi kurmustur.

    yine japonya'ya, tarihimizde "ertugrul fâciasi" diye bilinen bir ilmî hey'et gönderip islâm'i oralara kadar yaymak ve hilâfet nüfûzunu âlem-sumül bir duruma getirmek yolunda yürüyen sultân abdülhamîd'in su islâmci siyâsetinin sumül ve kuvvetini anlayabilmek için, medîne-i münevvere'ye kadar dösetmis oldugu demiryolu hattinin, devlet kesesinden bir kurus çikmadan sirf dünyâ müslümanlarinin yardimlariyla gerçeklesmis bulundugunu hatirlamak kâfîdir.

    sultân abdülhamîd, o ileri görüslü insandi ki, amerika'da horlanan zencilerin maruz kaldiklari zulümlerden istifâde ile onlari islâm'a çekmek maksadiyla oraya propagandacilar gönderdigi ve bugünkü zenci-müslüman varliginin tesekkülüne âmil oldugu da bir gerçektir.

    oturdugu yerden dünyâyi fotograflarla tâkib eden ve bundan dolayi bugün kendisinden üç binden ziyâde albüm kalmis bulunan sultân abdülhamîd, zamaninda dünyâdaki bütün gelismeleri harfiyyen tâkib etmekteydi. meselâ 1904 rus-japon harbinde dünyâda hiçbir allâh kulu japonlar'in gâlip gelecegine ihtimal vermezken o, uzak sarka gitmek üzere bogazdan geçen rus gemilerinin, sadrazam'ina geri dönmeyeceklerini söylemistir. hattâ bu harbi meshur pertev pasa vâsitasiyla günü gününe tâkib ederek ruslar'in japonlar'a maglûb olmasinin kendi devleti hesâbina kazançli neticelerini devsirmekten geri kalmamistir.

    son söz olarak su husûsu belirtmeliyiz ki, sultân abdülhamîd, o'nun mübârek sahsiyeti, siyâsetinin incelikleri ve zamaninin dâhilî ve hâricî gâileleri böyle makale hacimli yazilara sigmaz... o umûm milletin müstehak oldugu musîbetleri bertaraf için bir beser tâkatinden umulmayacak derecede gayret gösterdigi hâlde, netice serîrlerin galebesi sûretinde tahakkuk etmisse, bunu kader perspektifinden bakmadikça anlamak mümkün degildir. böyle bir dirâyet içinse, kendisinin su sözünü okuyucularimiza yardimci olabilecegi düsüncesiyle zikrederek yazimiza nihâyet verelim:

    o, hareket ordusu'na karsi hareketsiz kaldigi yolundaki tenkidlere cevâben buyurmustur ki:

    "–o gürûhun önünde hizir -aleyhisselâm-'i görmesem, böyle yapmazdim!.."

    abdülhamîd han'in dindarligi, hizmetleri, merhameti, zekâsi ve kâbiliyeti destanliktir. o'nun ihlâsini su hâtira ne güzel ifâde eder:

    sultan abdülhamîd han, âcil bir is zuhûr edince, gecenin hangi vakti olursa olsun uyandirilmasini ister, ertesi güne birakilmasina rizâ göstermezdi. bu hususda mâbeyn baskâtibi es'ad bey, hâtirâtinda söyle demektedir:

    "bir gece yarisi, çok mühim bir haberin imzâsi için sultân'in kapisini çaldim. fakat açilmadi. bir müddet bekledikten sonra tekrar çaldim, yine açilmadi. diye endiselendim. biraz sonra tekrar çaldim; bu sefer kapi açilarak sultân, elinde bir havlu ile kapida göründü. yüzünü kuruluyordu. tebessüm etti:

    "evlâd! bu vakitte çok mühim bir is için geldiginizi anladim. kapiyi daha ilk vurusunuzda uyanmistim, ancak abdest aldigim için geciktim; kusura bakma!. ben bu kadar zamandir milletimin hiçbir evrakina abdestsiz imzâ atmadim... getir imzâliyayim!.." dedi.

    ve "besmele" çekerek evrâki imzâladi."

    hattâ zevcesi, abdülhamîd han'in bu husûsiyetiyle alâkali olarak, o'nun yataginin basinda dâimâ temiz bir tugla bulundurdugunu ve bununla yataktan kalktiginda çesme mahalline kadar abdestsiz yere basmamak için teyemmüm aldigini, sebebini sordugunda da kendisine:

    "bunca müslümanlarin halîfesi olarak, biz sünnet ölçülerine dikkat etmezsek, ümmet-i muhafazid bundan zarar görür!.." dedigini nakleder.

    mâbeyn kâtiplerinden abdülhamîd han baglilarindan olmayan birisi de hâtirâtinda su câlib-i dikkat hâdiseyi anlatir:

    "bir aksamdi. mâbeynde nöbetçi olarak ben kalmistim. gelen mektub, telgraf, rapor ve tezkerelerin listesini tertibleyip huzûra çikmak üzre iken bir telgraf geldi. istanbul lâleli postahanesi me'mûrlarindan birinin hünkâr'a çektigi bir telgrafti bu:

    bîçâre me'mur, karisinin o gece dogum yapacagini ve dogumun da tehlikeli olacagina dâir doktorlarin îkâz ettigini, fakat elinde hiçbir imkân bulunmadigini, bu sebeple merhamet-i sâhâneye sigindigini, bildiriyordu.
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster