1. 1.
    0
    Bukalemun gibiydim.

    Sanki o kumlarla, o çiçeklerle, güneşle bir arada bütünleşip yaşamışım yıllardır.

    Çiçekleri sularken o renklere büründüm, kumlara uzandığımda başka renklere.

    En çok mavi oldum o hafta. Deniz mavisi, bulut mavisi, oğluşun kovasının mavisi...

    Evet bir önceki yazımdaki bahsettiğim gibi, günde 9 öğün yedim. Sadece yemeklerden oluşmuyordu öğünler. insanı çöp tenekesi gibi hissettirecek türdendi. Kahvaltı, sonra plajda meyve keyfi, denizden gelince öğlen yemeği, kestirdikten sonra envai fındık, fıstıkla meyve suyu, arkasından meyve, saat 4 mü olmuş, o zaman çay saati, akşam yemeği, şöyle soğuk bir meyve yesek, dondurma yemedik henüz, yatmadan önce sütten bir kahve? Öğlenleri yemekten sonra saatlerce oğluşun yanında kestirdim. Kumlardan ayrılmak istemedim, şimdiye kadarki en başarılı kumdan kalemi yaptım, birazcık güneşleneyim derken bir arı tarafından sokuldum. On dakika kadar felç oldu kolum, ama akşama izi bile kalmamıştı. Buz + Eczacı amcanın illaki önerdiği ilaçla. Dalgalarla boğuştum. Bıkmadım, usanmadım, bir gün, neredeyse bir metreye varan dalgalarla boğuşan bir kaç deliden biri oldum çıktım. Annem o sırada oğluşla evdeydi, görse çok kızardı.

    Tatilde ufak tefek notlar aldım buraya yazarken unutmayayım diye. Ama ondan önce, tatile gitmeden yazıp da yayınlayamadığım yazıyı kopyalıyorum aşağıya.

    Uzun olacak biraz, sıkıyorsam affola.

    Tatil öncesi sessizlik...

    Demek ki neymiş?

    Manikür sonrası temizliğe girişilmezmiş.

    Temizlik demeyeyim, amacım sadece etrafı elden geçirip, bir takım değişiklikler yapmaktı.

    Ama elimi attığım yerin halini görünce ister istemez başlıyorsun.

    Kezban hanıma selamlarımı söylüyorum buradan.

    Ben şirketteyken mis kokulu hale getirdiğini düşündüğüm evimin şeklini değiştirmeye kalktığımda hiç kenara çekilmemiş eşyaların arkasında biyoloji dünyasında ses yaratacak kadar organizma barındırdığını düşündürecek kadar toz bulunca, hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını da anladım.

    Zaten her şey her yere girmiş, meğer evim erteleyip çekmecelere sıkıştırdığım her nevi ıvır zıvırla çöp ev olacakmış. Sözde arada bir hafta sonları düzeltiyordum. Şimdi mi? Her şeyi atıyorum. Çöp odası doluyor taşıyor, ismail bey çöp odasını boşalttıkça nasıl olduğunu anlayamadığım bir şekilde tekrar doluyor.

    Kezban hanım gelsin, görecek gününü. Benim evde olacağımı bilmeyecek tabii, bak diyeceğim şuraları çekmemişiz, aaa bak buradaki eşyaları hiç ellememişiz, şunları hiç silmemiş miyiz?

    Şu an ellerim acıyor, yok yok yanıyor, hele geçen gün yemek yapmaya çalışırken bıçağı sol elime batırmak suretiyle yeterince acı çektim, daha fazlasına ihtiyacım yok. Yanlış duymadınız, elimi kesmedim, bıçağı aynen şu Hitchcock’un meşhur duş sahnesindeki gibi tuttum sağ elimle ve sol elimin avuç icine batırdım yanlışlıkla. Nasıl olur demeyin, oldu işte, buzluktan çıkmış tereyağıyla inatlaşıyordum o sırada.

    Yemek mevzusu ayrı tabii. Çalışıyorken arada bir yaptığım halde daha lezzetli şeyler çıkarıyordum, şimdi vaktimin çok olması gerekirken aslında o kadar az ki, aceleden yemek sıralamalarını karıştırıyor, bir şeyler uyduruyor, neyse ki sonunda içine bir şeyler katarak kurtarıyorum.

    Ne acelen var diye soracak olursanız, bu Çarşamba izmir’e gidiyorum. O sebeple bir hafta içinde evin dip temizliğini ayarlayamasam da, her şeyi elden geçirip, tatile her şeyi halletmiş olarak çıkmak istedim. Evin şeklini şemalini değiştirdik, hoşumuza gitti. Oğluşun odasındaki kırık dökük oyuncaklar atıldı. Gardrop derinlemesine didiklendi. Çalışma odasında çok zaman geçirdim, kütüphane elden geçti, ıvır zıvırlar istiflendi, çalışma masam elden geçti, vaktimin çoğunu orada harcayacağıma göre...

    Arkadaşlarım her gün arıyorlar beni, bugün de ben onları ziyarete gittim, evraklar vardı imzalayacağım zaten. Herkes beni öyle sıcacık kucakladı ki. Ben de onları özlemişim. 3 gündür Adsl de sorun vardı evde, bu gece yapılacakmış, o sebeple ne var ne yok bilemiyorum. Google amcayı özledim. Çok ihtiyacım oluyor. internet yokken ne yapıyormuşuz biz?

    Şirkettekiler benim ayrılışımın ardından çok korkmuşlar, değişiklikler yapılacak diye. Neyse ki fazla bir şey yok.

    Çarşamba günü oğluşla birlikte küçük bir tatile gidiyoruz, sevdiklerimizin yanına, koca bavul, sırt çantası ve muhtemelen kucağımı tutturacak oğluşla havaalanında düşüp bayılmaz ve izmir’e varırsam ve tabii fırsat bulursam yazacağım, bulamazsam bir dahaki ayın başında görüşürüz.

    Biraz yüzmeli, güneşlenmeli, oğluşu anneannesiyle bırakıp biraz gezmeli. Kitap okumalı, bol bol şarkı söylemeli, eski arkadaşlarla buluşup hasret gidermeli. Bol bol pazara çıkmalı, her şeyin tazesini seçmeli, doyana kadar özlediğim lezzetleri yemeli. Oğluşu parka zütürmeli, uzun uzun onu seyretmeli, kumdan kaleler yapmalı, yüzme öğretmeye çalışmalı, tembelce öğlenleri sarılıp uyumalı.

    Yapacak ne çok şey var, bavulu hazırlamalı şimdi...

    Ve "Durum budur" başlıklı özetimden sonra tatil
    ilk gün

    Oğluş bugün çok huysuzdu ama Allahtan otobüste uyudu. Bir ara dilimlememi istediği kavunları daha sonra yapıştırmamı falan istedi ama biraz nevrim dönse de hallettik.

    Biraz sakinleşsin diye kucaklayıp evden uzaklaşmaya çalışınca kendini yerlerden yere atınca, çevredeki her emekli hanım veya beyler beni pek yeniyetme görmüş olacak ki, bolca ders vermeye başladılar.

    Akşamüzeri çoook uzun zamandır yüzmediğim kadar yüzüp, deliler gibi dalgalarla oynadım, hopladım, zıpladım. Oğluşla birbirimizi ıslattık, boğuştuk , koşturduk.

    Gece yemekten sonra oğluşu yürüyüşe çıkartayım dedim, el ele markete gittik, evden çıkarken bir şey lazım mı diye sormuştum evdekilere, bir temizlik malzemesi istediler. Markette ben kasada elimde malum malzemeyle dikilirken önümde arkamda gençler ( Aman Tanrım gençler dedim ) giyinmiş süslenmiş ( Ne dedim, ne dedim???), birbirlerine takılarak bira alıyorlardı. Ortalarında kalınca pek bir garip hissettim kendimi, onlar biralarını açıp dikerken çamaşır suyunu dikip içesim geldi, korkmayın sadece bir an için.

    Zaten yıllardır geldiğin bir siteye yıllar sonra tatile geliyorsan yine, pek bir garip hissediyor insan kendini. O zamanlar kafasını okşadığın sümüklü veletler karşına bir doksan boyunda yakışıklı çocuklar olarak çıkıyor, şımarık küçük kızlar ise ben oğluşu yatırırken ve kimi zaman da onunla uyuyakaldığım saatlerde arkadaşlarıyla buluşmak için dışarı çıkıyor.

    gibi gezmek var.
    ···
   tümünü göster