1. 76.
    0
    Ben iyiyim doktor abi, ben iyiyim, hiçbir şeyim yok. Sağa çektim,
    bekliyorum." Böyle demişti Hüseyin, daha odaya ilk girişinde. Onsekiz
    yaşındaydı. Şizofreni hastasıydı. Gözlerinde hayalet görmüşçesine bir
    korku ile hiçbir şey görmüyormuş gibi boş bir bakış yer değiştiriyordu. Çocuk
    gibiydi tavırları.

    Büyümeyi reddetmiş, zamanı geri çevirip küçük bir çocuğun o problemsiz,
    saf dünyasına dönmüştü sanki. Artık mücadeleyi bırakmış, dış dünyaya
    kapılarını kapatmıştı. Kendisine ait bilinmez bir dünyadaydı. Neyi neden
    yaptığını, ne zaman ne yapacağını kestiremiyordu ailesi. insanlardan kaçıyor, bazen
    kendi kendine birşeyler konuşup gülüyordu. Ama, gariptir, halinden memnun
    görünüyordu. Ve yerli yersiz aynı sözü tekrarlayıp duruyordu: "iyiyim
    ben, iyiyim. Sağa çektim, bekliyorum."
    Çocukluğundan ilk hatırladığı, babasından yediği bir tokattı. Oyundan
    eve biraz geç gelmiş, evdekiler onu çok merak etmişlerdi. "Geldim işte,
    sevinin" dercesine masum bir neşeyle yüzüne baktığı babasının öfke dolu
    bakışları, yediği tokat esnasında gördüğü yıldızlara karışmıştı. Neye
    sinirlenmişti babası, bilemedi. Çok korktu ve yatağına gidip ağladı.

    Babasının ?asabi? olduğunu, bazen işten gergin geldiğini, o yüzden ufak
    şeylere sinirlendiğini, ?aslında iyi bir insan? olduğunu zamanla
    annesinden öğrenmişti. iyi de, kendisinin ne kabahati vardı ki? Hem babası ?Sizin
    için çalışıyorum, ablanın ve senin geleceğiniz için yoruluyorum? demiyor
    muydu? Bizim için çalışıp yorulduğu ve sinirleri bozulduğu için bizi dövmesi
    nasıl işti? Bizden intikam mı alıyordu yoksa? Neden ki?

    Bazen ?aslan oğlum, akıllı oğlum? derdi babası kendisine, bazen de
    ?salak, haylaz!? Ne zaman nasıl tepki alacağını bilemiyor, güvensizlik içini
    kemiriyordu. Babasına bile güvenemeyecekse, bu dünyada kime
    güvenebilirdi ki?

    Annesi, babasının aksine, çok şefkatliydi. Bir o kadar da evhamlı.
    Devamlı peşinde dolaşır, ?Hasta olacaksın? der, başka şey demezdi. Bu aşırı
    ilgiden boğulacak gibi oluyordu bazen. Ama seviyordu kendisini ve dövmüyordu
    ya; yetebilirdi bu. Bu sevgi uğruna bazen kişiliğini feda etmesi
    gerekiyordu ama, olsundu. Hep sevildiğini bilmek güven vericiydi zira. Ama hayır;
    maalesef her zaman sevmiyordu annesi onu. Uslu olduğu zamanlarda
    geçerliydi bu sevgi. Şartlı bir sevgiydi yani. Annesinin hoşlanmadığı birşey
    yaptığında ?Seni doğuracağıma taş doğursaydım? sözünü sık sık duydu. Bir gün
    dayanamayıp ?Acaba benim gerçek anne-babam siz değil misiniz?? sorusunu
    sorduğunda, annesi öfkeli gözlerle ?Saçmalama salak!? diye bağırdı. Bu
    cevap acaba ne anlama geliyordu?

    Bazen annesiyle babası kavga ederlerdi. Daha doğrusu, öyle
    hissediyordu. içeriden bağırışlar gelir, yanlarına gidince susarlardı. Birşey yokmuş
    gibi davranırlardı. Ama evde birkaç gün sessiz bir gerginlik olurdu. içini
    dağlardı bu gergin dönemler. Neydi problem, anlayamadı hiç. Neden
    anlatmazlardı ki? Problem varsa söylesinler, yoksa güzel güzel sohbet
    etsinlerdi. Böylesi daha mi iyiydi sanki? Suratsız bir çocuk olmuştu
    artık.

    Evlerine bir misafir geldiğinde ise, keyfi biraz yerine gelirdi. Anne
    baba ne kadar gergin de olsalar misafirin yanında gülümserlerdi çünkü.
    Yalancıktan da olsa onları öyle mutlu, kibar, konuşkan görmek hoşuna
    gidiyordu. Hoşuna gidiyordu da, neden biz bize iken böyle
    davranmıyorlardı ki? Biz komşulardan daha mı değersizdik?

    Saflık derecesindeki patavatsızlığı misafirliklerde başına dert oldu.
    Anne-babasının evde ?keltoş? dedikleri komşu evlerine misafir olduğu
    bir gün ona ?keltoş? diye seslenince buz gibi bir hava esmişti. Ablası
    çimdikledi. Yanlış mı söylemişti adını yoksa? Adı bu değil miydi? Niye öyle
    diyorlardı o zaman?

    Gelen giden arttıkça, çelişkiler de artıyordu. ?Yine mi o gıcık tipler
    geliyor?/Aman efendim ne iyi oldu da geldiniz?? ?O Ayten de çok
    saçmalıyor canım/Haklısın Aytenciğim, naaparsın?? ?Keşke evde yok deseydin
    oğlum/inanın çok özlemiştik.?

    Bir kenara çekilmiş, sessizce izliyordu çoğunlukla. Bu karmaşık oyunun
    kuralı acaba neydi?

    ilkokula başlayışını, evdeki sıkıntılardan kaçış olarak, sevinçle
    karşılamıştı. Ama siyah önlükler, anlamsız kısıtlamalar olmasa daha iyi
    olurdu. Hele bazen bayat nutuklar atıp bazen de öfkeyle bağıran asık
    suratlı öğretmenler olmasa çok da güzel olabilirdi. Nutuklarda başka
    konuşuyorlardı, koridorlarda başka. ?Gelecek sizin elinizde/Siz haylazsınız!?
    Okuyup büyük adam olacaksınız/Adam olmazsınız siz!? "Bu ülkenin umudu sizlerde/Sizi
    her gün dövmek lazım!" "Atatürk bu ülkeyi sizlere bıraktı/Aptallar!"

    Anlayamıyordu çoğu şeyi. Atatürk?ü öğretmişlerdi ona önce ve sonra ve
    hep? beden eğitimi dersinde bile. "En büyük o! Bizi kurtardı. Bir millet
    yarattı." Ama Hüseyin dedesinden "Allah en büyüktür, tek yaratıcı Odur"
    diye öğrenmişti. Bir gün öğretmenine "Allah mı büyük, Atatürk mü?" diye
    sordu. Öğretmen ters ters baktı ve "Böyle saçma soruları bir daha sorma; fena
    olur" dedi. Korktu yine. Korkmaya alışmıştı zaten. Korkutucuydu dünya. Nasıl
    korunacaktı?

    ilkokul öğretmeni kopyaya çok kızardı. Bir kez sınavda kopya çeken bir
    arkadaşını sınıfın ortasında evire çevire dövmüş, hatta bacağını
    kanatmıştı.
    Kopya kötüydü, çekmemeliydi. Hiç çekmedi de. Son sınıfta ilkokullar
    arası bilgi yarışmasına katıldılar. Final yarışmasında öğretmeni yanlarına
    yanaştı ve "Şöyle bir soru gelecek, cevabı da şu" diye fısıldadı. Duymazdan
    geldi. Kopya kötü değil miydi? Öğretmen kendilerini deniyordu herhalde.
    Yarışma sonrasında öğretmen "Beni niye dinlemediniz? Size cevabı söyledim. Ya
    yarışmayı kaybetseydiniz?" diye bağırınca, kafası iyice karıştı. Bir
    gün birisi ?Bunlar kamera şakasıydı? diyecek diye bekliyordu. Ama ya
    değilse?

    Bir de kafasındaki çelişkileri tutabilseydi! Anlaşılan, onları kendi
    kendine ve kendince çözmesi gerekecekti. Yapabilirse?

    Susmak çok iyiydi aslında. Zaten ilkokulda öğretmenleri hep "Susun! Çok
    konuşmayın bakayım!" derdi. Ama lisede öğretmenler "Niye aval aval
    bakıyorsunuz, derse katılın biraz, sizin gibi koyunlar yüzünden bu
    millet geri kaldı!" deyince, sessiz ve uslu olma konusunda da çelişkide kaldı.

    Büyümeseydi keşke. Hep küçük bir çocuk olarak kalsa ne iyi olurdu.
    Zaten genellikle odasında tek başına oyuncaklarıyla oynamasına, onlarla
    konuşmasına, annesi ?Hâlâ çocuk gibisin? diye tepki gösteriyordu.

    Ergenliğe girdiğinde garip şeyler yaşamaya başladı. Öteden beri bildiği
    bedeninde o güne dek bilmediği şeyler oluyordu. Ama kimseye soramadı.
    Kimse de, ne olup bittiğini ona doğru düzgün anlatmadı. Ayıp deyip sustular.
    "Kızların şeyi var mı?" sorusunun cevabını bile arkadaşlarıyla başbaşa
    verip üç ayda öğrenebildi. Yine o dönemde öğrendiğini sandığı bir yığın şeyi
    düzeltmesi yıllarını alacaktı.

    Zaten kızlardan yana başı dertteydi hep. Çıktığı bir kız olmadığı için
    arkadaşları kendisiyle alay ediyorlardı. Üzülüyordu. Neredeyse sırf bu
    alaylardan kurtulmak için, hoşlandığı bir kızı gözüne kestirdi. Ders
    aralarında onunla konuşmaya başladı. Hatta ona âşık oldu bile
    denilebilirdi.Ama bu kez de âşık olmasıyla alay edildi. insanlar neden böyleydi ki?

    Bir gün teneffüste hoşlandığı kıza ?Seni seviyorum? demek geldi
    içinden. Dedi de. Ama kız ağlamaya başladı. Hatta kendisini öğretmene şikayet
    etti. Tabii ki, dayak yedi öğretmenden. Çok üzülmüştü. Durumu düzeltmek için
    kızın yanına gitti, özür diledi ve ?Tamam, seni sevmiyorum? dedi. Ama kız
    buna da ağladı. Yine şikayet edildi, yine dayak yedi, yine anlayamadı neler
    olup bittiğini. Şu kızlar da garipti doğrusu.

    Okul dışındaki kızlara yöneldi ilgisi. Yaşça büyük, tecrübeli abilerle
    gezmeye başladı. Çok şey öğrenebilirdi onlardan. Öğrendi de. Caddelerde
    gezip, gelen geçen kızlara laf atmaya başladı. "Üf abi, şu kıza bak,
    çok güzel." "Hakkaten Hüseyin, ne kız bee? Sana bakıyo oğlum, asıl şuna."
    "Yok abi şu gelene asılayım. Baksana o daha hoş. Değil mi Ali abi?" Değildi
    maalesef. ?Daha hoş? deyip laf attığı kız, Ali abisinin kızkardeşiydi.
    Birkaç küfürle paçayı kurtardı. Sahipsiz kızlara asılmak iyiydi,
    sahipliler ise bacımız olurdu. Ama sahipsiz dediklerimiz de bizim gibi birilerinin
    ablası yahut kardeşi değil miydi? Acaba şu an ablasına kim nerede laf
    atıyordu? iğrendi bu çifte standarttan. Çözemedikçe çözülüyordu.
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster